BM’nin Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörü Prof. Dr. Yakın Ertürk ile Kongo’yu konuşuyoruz. Orayı "aklımın durduğu yer" diye anlatıyor.
Çünkü on binlerce kadının tecavüze uğradığı o cehennemi, o cinsel terörü tarif edecek kelimeleri bulamıyor, "tecavüzün ötesinde" diyor. Kongolu kadınlar, hem ülkenin resmi askerinin, hem de Ruanda’daki Tutsi kıyımını bitirdikten sonra sınır aşan Hutuların, diğer yabancı milislerin tecavüzüne uğruyor. Sadece tecavüz etmiyor, silah dayayıp kadınların organlarını parçalıyorlar. Süngü, bıçak, ustura, sopalarla tecavüz edip sakatlıyor ve cezasız kalıyorlar. Prof. Ertürk, "Kongo’da tecavüz bir yaşam biçimi olmuş. Evleri soymaya giren hırsızlar bile önce kadınlara tecavüz ediyor" diyor. Kongo’da savaş 4 milyon can aldı. Şimdi savaş sonrası döneme miras kalan korkunç bir salgın tecavüz. Bunların hepsi de Kongo’nun mineral zenginliği uğruna.
O cümleyi çıkarın lügattan. Hayır, "Tecavüz savaşlarda başvurulan bir silah" değildir. Düpedüz insanlık suçudur. Tecavüzü silah yerine koymak, onu meşrulaştırmaktır.
"Bosna’da Sırplar tecavüzü silah olarak kullanıyor" demişlerdi. Şimdi de uzaktan bakanlar Kongo için öyle diyor. Ama oraya gidenlerin aklı duruyor, dilleri tutuluyor, şiddeti tarif etmeye kelimeleri yetmiyor. Tanık oldukları barbarlık Kongo’ya gidenleri değiştiriyor sanki.
BM’nin insani işler sorumlusu John Holmes, dünyanın en büyük insanlık trajedisinin yaşandığı Kongo’nun doğusundaki Kivu eyaletinde, Panzi hastanesinde yatan kadınlardan işittiklerini tarif etmek için kelime bulamıyor. "Şu kadarını söyleyebilirim, o hastaneden içeri adım attığımdan beri, ben artık eski ben değilim" diyor.
BM’nin Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörü Prof.Dr. Yakın Ertürk geçen temmuz ayının hemen hemen yarısını orada geçiriyor. Cinsel şiddete dair inanılmaz hikáyeler dinliyor. Onun kelimeleri de yetmiyor. "Orası aklımın durduğu yer. Şiddet ve tecavüz sözcükleri hafif kalır" diyor. Prof. Ertürk, Panzi hastanesine adım atınca hayatı değişenlerden. Anlattıklarından öyle anlaşılıyor:
"Panzi hastanesinde inanılmaz bir doktor var. Dr.Mukwege. Onun çabasıyla yürüyor herşey. Yüzlerce kadın ameliyat için sıra bekliyor. Onlar şanslı olanları. Tecavüze uğrayan kadınlar aile ve toplum tarafından da dışlanıyor" diyor. On yaşında bir kız çocuğunu getirmişler hastanede yanına. Onun da organları, ruhu gibi örselenmiş. Kadınlar, süngü, bıçak, ustura ve sopalarla tecavüze uğramış. Toplu tecavüzlerden sonra cinsel organlara silah sokup ateşlediklerine dair hikayeler anlatılıyor.
Prof. Ertürk BM raportörlüğü görevini 2003’te üstleniyor. Şu anda ikinci üç yıllık dönemini yürütüyor. Dört yılda, Türkiye dahil birçok ülkede kadına karşı şiddete dair inceleme yapıyor, BM İnsan Hakları Komitesi’ne raporlar sunuyor. İsveç’ten İran’a, Meksika’dan Afganistan’a kadına karşı şiddetteki evrenselliği keşfetmek için iz sürüyor. Kongo’daki gibisini ne görüyor, ne de işitiyor.
Görevi, farklı coğrafya, kültür ve hukuk düzenlerinde kadına karşı uygulanan şiddetteki evrenselliği yakalayıp, mücadele yöntemleri geliştirmek. Peki, İsveç’te kadına karşı uygulanan şiddetle Kongo’daki arasında nasıl bir evrensel bağ kurulabilir diye soruyorum. "Modern ve ilkel toplumlarda kadına atfedilen evrensellik, hep ikincil konumda olmaları ve maskülen siyasetler", diyor.
ÇOK ÇIKARLI ÇOK AKTÖRLÜ ÇATIŞMA
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki savaş, 1996-2004 yılları arasında 4 milyon can aldı. 1994’te Tutsileri katleden Hutular, Ruanda birliklerinin takibi altında, o dönemde adı Zaire olan Kongo’ya kaçtılar. Burundi, Uganda, Zimbabve, Angola ve Namibya’yı da içine çeken bölgesel bir çatışma patlak verdi. Kongo’nun zengin minarelleri ve iktidar uğruna bir çatışma.
2002’deki barış anlaşmasının ardından geçen yıl Joseph Kabila seçimle iş başına geldi. Barış anlaşmasına rağmen doğuda hükümet kuvvetleri, yerel ve yabancı milislerle çatışmalar devam ediyor. Prof. Ertürk anlatıyor:
"Tecavüzlerin yoğunlaştığı yer ülkenin doğusu, Ruanda sınırı yakınları. Ruanda’daki soykırımın ardından Hutular’ın bir kısmı Kongo’ya geçiyor. Ormanda 6-7 bin silahlı adam var. Kongo ihtilafında 5-6 devletin parmağı var. Dolaylı olarak Batılıların da. Çok çıkarlı, çok aktörlü bir çatışma ortamı Kongo. Mineral zengini olduğu için servet üzerinde paylaşım kavgası hüküm sürüyor. Devlet yabancı şirketlere veriyor ihaleleri. Varlık paylaşılmış, ülke dışına çıkarılıyor. Yoksulluk inanılmaz boyutta, içecek suları yok. Çok fazla çıkar olduğu için uluslararası toplumdan tepki yok."
DARFUR’A VAR NİYE KONGO’YA YOK
Prof. Ertürk, uluslararası topluluğun yaklaşımını ikiyüzlü buluyor; "Darfur için kıyamet koparılıyor ama, Kongo konusunda bir vurdumduymazlık var. Sudan’da da insanlar yerlerinden oldu ama, en azından kamplarda yaşadıkları için can güvenlikleri var. Aslında orada da kamp dışına çıkıldığı zaman kadınlara tecavüz ediliyor."
Kongo’da, Hutular, milisler, asker ve polis, hepsi kadınlara tecavüz ediyor. Tecavüz artık bir yaşam biçimi haline gelmiş. Sivil halk arasında da yaygınlaşıyor. Mesela bir hırsız soymaya girdiği evde önce kadınlara tecavüz ediyor. Çatışmaların durmasından sonra da tecavüzün bir yaşam biçimi olarak devam etmesi tehlikesi mevcut.
Silahsızlanma süreci yaşanıyor ama, eski milislere orduya entegre olma imkanı tanınıyor. Adıyla sanıyla bilinen tecavüzcüler, suçu sabitler yüksek rütbelere getiriliyor. Mesela bir toplu tecavüz ve talan vakasından sonra yedi ordu mensubu yargılanıp mahkum oluyor, sonra topluca firar ediyorlar. Gardiyan, Ertürk’e anlatıyor: "Mahkumlardan birini yiyecek almaya yolladım. Baktık ki geri gelmiyor, arkasından bakmaya gittik. Ama giderken silahları bırakmıştık. Adamlar kaçmış."
Şimdi Yakın Ertürk’ün raporunda üç çözüm önerisi ön plana çıkıyor:
1- Suçluların cezalandırılacağı yönünde garanti. Tecavüzcülerin himaye edilmemesi için uluslararası baskı gerekiyor.
2- Güvenliğin tesisi. Ruandalı milislerin ülke dışına gönderilmesi gerekiyor. Çok zor ama, bu da uluslararası topluluğun sorumluluğu.
3- Şiddete maruz kalan kadınların bakımı, yaralarının sarılması. Şu anda hayatlarına devam edebilecek durumda değiller. Maddi destek sonuç vermiyor, çünkü paraların nereye gittiği belli değil. Acaba çeşitli Batılı donörlerin raportörün önerileri doğrultusunda parayı yönlendirebileceği yeni bir program oluşturulabilir mi?