Onlar çok cefa çekiyor ama Nobel filan alamıyor

Nobel mevsimi yine geldi çattı. Fizikçiler, kimyacılar pırıl pırıl buluşlarıyla geçen hafta Nobel'lerini aldılar. Ama bir de Nobel'le ödüllendirilmeyen, hiçbir pırıltı taşımayan, gayet pis bilimsel işler var. Bağırsak gazı koklayanlardan tutun da, malaryayla mücadele uğruna kendini binlerce kez Amazon sivrilerine sokturan araştırmacılara kadar nice cefakar bilim adamı şan şeref kazanmadan yaşayıp gidiyor.

Marie Curie lösemiden ölmüştü. İnsanlığın en önemli keşiflerinden birini yapmak, radyum elementini bulmak Curie'ye 1911'de Nobel Ödülü kazandırmış, ancak yaşamına da mal olmuştu. Radyum ışınlarına maruz kaldığı için zaten anemi ve katarakttan musdaripti.

Fizikçi Robert Mayer (1814-1878) termodinamiğin ilk yasasını geliştirmiş, ancak buluşunu matematiksel olarak kanıtlayamadığı için kendini pencereden aşağı atmış, hayatta kalmıştı.

Kuzey Kutbu'nda araştırma merkezi kurmak üzere keşif gezisine çıkan 25 bilim adamı Grönland yakınlarında mahsur kalınca birbirlerini yemeye başlamış, içlerinden sadece biri, fizikçi ve doğa bilimleri uzmanı Octave P. Pavy (1844 1884) açlıktan ölüm yolunu seçmişti.

Bilimin ne çileli bir iş olduğunu kanıtlayacak daha yığınla örnek var. Neyse ki bugün artık gelişen teknoloji sayesinde bilim adamları mesleklerini daha güvenli bir şekilde icra ediyorlar.

İLK SIRADA KOKU UZMANLARI VAR

Ancak bilimi parlak unvanlardan, onur verici ödüllerden soyutladığınız takdirde bazen geriye son derece tehlikeli, iğrenç ve çekilmez bir manzara kalıyor.

İşte Popular Science dergisi, bilimin iğrenç nesnelerle iştigal edilen alanlarını araştırmış ve en tiksinti verici olanlardan bir hit listesi oluşturmuş. Yüzlerce aday arasından ince eleyip sık dokuyarak, mide kaldırmayacak cinsten olanları belirlemişler.

Birinci sırada koku uzmanları var. Çoğunluğu, ağız çalkalama suyu üreten şirketlerde çalışan bu uzmanlar, kozmetik firmalarının laboratuvarlarında mütemadiyen çiçek damlalarını koklayan burunların tam zıddı bir iş yapıyorlar. Ürün kalitesi test edilsin diye, aklınıza gelebilecek her türlü pis kokuya maruz bırakılıyorlar. Sarmısaklı, soğanlı nefeslerle içli dışlı yaşıyorlar.

Bu onların rutin işi. Bir de ekstraları var. Minneapolis'ten Michael Levitt adlı bir gastroenterolog bir deney yapmaya karar veriyor ve iki koku uzmanıyla anlaşıyor. Sonra 16 denek buluyor ve bunlara kuru fasulye yediriyor. Denekler, dışarı sızma yapmayacak şekilde minik keselere yelleniyorlar. Sonra koku uzmanları önlerine en az yüz örneği alıp, bunları birer birer açarak derin bir şekilde burunlarına çekiyorlar. Her koklamadan sonra, üzümün bağını ifşa eden degüstatörler gibi kokuyu tanımlıyorlar ve evreka! Dr.Levitt, insan gazındaki ortak bileşeni keşfediyor: Hidrojen sülfit.

Dr. Levitt'in iddiasına göre hekimler hastalıklara teşhis koyarken kesinlikle insan gazına dikkat etmiyorlar. Oysa ki, gazın bileşimi çok önemli potansiyel bir tıbbi semptom. Örneğin hidrojen sülfit memeliler için son derece zehirli bir gaz ve birçok hastalığın yanı sıra kolitin oluşumunda da rol oynuyor.

Üreme ve yapay döllenme alanında çalışan araştırmacıların da sağlam birer mideye ihtiyacı var. Bu araştırmacılar, sperm elde etmek için boğalara ve domuzlara mastürbasyon yapıyorlar.

ARAŞTIRMACILAR KENDİLERİNİ SOKTURUYOR

Malaryayla mücadele eden bilim adamlarının ise hastalığı yayan sivrisineklerin huyunu suyunu iyice bellemesi gerekiyor. Sivriler içinde en azılısı ise Brezilya'da yaşayan ‘‘Anopheles darlingi’’. Bunlar Afrika'dakiler gibi ışığa gelmiyor. Araştırmacının hayvanı inceleyebilmesi için kendini sokturması gerekiyor. Sivri trafiğinin arttığı akşam saatlerinde araştırmacı çadır şeklindeki kapana oturuyor ve ziyafet başlıyor. Kıdemli araştırmacılardan Helge Zieler bir akşam üç saat içinde 500 darlingi toplamış ve bu arada tam 3 bin kez sokulmuş.

Tıbbi mesleklerde zaten iç bulandırıcı nesnelerle uğraşılması kaçınılmaz ama, bir de son derece çekici görünen felaket meslekler var. Örneğin astronotlar ve NASA'da izolasyon odası testi yapanlar.

Astronotların uzun uzay yolculuklarına nasıl tepki vereceğini ölçen yaşam destek birimlerinden sorumlu mühendisler, 91 gün süreyle penceresiz izolasyon odasında kalıyor, idrarlarını re-cycle edip içiyor, tam anlamıyla işkenceye maruz kalıyorlar. Üstelik fazla mesai ücreti de almıyorlar. ‘‘Astronotlar en azından yol alıyor. Biz ise yerimizde sayıyoruz’’ diye düşünüyorlar.

Ancak, güneş sistemindeki en iyi işi yaptıkları düşünülen astronotların hayatı da kolay değil. Mesele sadece ölüm riski değil. Büyüyünce astronot olacağım, diyen çocukları düş kırıklığına uğratacak cinsten cefalı bir iş bu. Bir kere hekimler reaksiyonlarını incelesin diye vücut ısıları düşürülmüş vaziyette santrifüjün içinde oturuyor, sürekli sonda takıyorlar. Karmaşık ve stresli bir ortamda bulundukları yetmiyormuş gibi, hayvanlar üzerinde bilimsel araştırmaların yapıldığı mekik seferlerinde sürekli maymun ve fare pisliği temizliyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları