Oysa o takım yabanlıktı, besbelli yeni dikilmişti. Son iki yıldır hiç üzerinden çıkarmadığı toz rengi eprimiş kıyafetin yanında çok da kral duruyordu. Ancak "çöpçünüzüm" popülizmi stilinde bulunduğu için beğenilmedi. Ahmedinejad çok kılıksız ve popülist bulunduğunu bilerek ya da bilmeyerek, "Dünyada nano teknolojide ilk 10 ülke arasındayız" diye övüne övüne çekti gitti. Her totaliter rejimde olduğu gibi, İran’ın devlet medya aygıtı da halkı her gün bilim ve teknolojide ne kadar ileri gittikleri haberleriyle besliyor. Sadece nükleer teknoloji değil, bunun nano kimyası, nano
fiziği, nano tıbbı var. Nano faslı bir yana, İran’ın gerçekten yol aldığı bir alan var; kök hücre. Embriyonik kök hücre araştırmalarında dünyanın en liberal ülkesi İran. Hıristiyan ve İslam aleminde etik nedenlerle onca direnç varken, çok çelişkili gibi görünse de öyle.
İran’a karşı ani öfke refleksi teslim aldı yine. Genç yıldız Gülşifte’yi tam Hollywood’a gidecekken İmam Humeyni Havalimanı’nda durdurdular diye sırasıyla şu düşünceler geçti aklımdan:
Leonardo DiCaprio ile oynadığı filmin fragmanında üç-beş saniye kızın başını açık gördüler diye yolunu kestiler. Ne olmuş yani? Nobel Barış Ödüllü Şirin Ebadi de İran’dan dışarı adımını attı mı, kafasındaki örtüyü atıyor. Resimlerinden görüyorlar. Ama kimse onu durdurmuyor. Gülşifte genç ve güzel, Şirin orta yaşta ve alımsız diye mi? Yoksa biri aktris, diğeri bilim kadını diye mi? Böyle çifte standart olur mu?
İran içlerinde kulaktan kulağa dolaşarak Batı basınına sızan Gülşifte vakası bizde de manşetlere çıktı. Tek gün. Sonra Gülşifte’nin başına neler geldiği önemli değildi. Ama geçen hafta AFP’nin geçtiği habere göre aslında havaalanında kimse kimseyi alıkoymamıştı. Gülşifte Farahani, yeni film anlaşmaları yapmak üzere çoktan Hollywood’a gitmişti.
Acaba hangisi doğru? Gülşifte Hollywood’a gitti mi, gitmedi mi?
Konu İran olunca hemen olumsuz habere inanmaya meylediyoruz. Çünkü Tahran rejimi o yöne meyletmemiz için elinden geleni yapıyor.
Çocuk yaşta gençler asılıyor, kadınlar saçı göründü diye sokaklardan toplanıp nezarethaneye atılıyor, cinsiyet eşitliği için Bir Milyon İmza kampanyası başlatan kadınlar hapis cezalarına çarptırılıyor.
Gülşifte vakasını unuttuktan iki gün sonra, Bir Milyon İmza kampanyasının öncü kadınlarından birinin daha hapis cezası kesinleşti. Zeyneb Bayzeydi’nin dört yıl hapis cezası onandı. Bir kadının hak ve özgürlük arayışının hapisle cezalandırılması yeterli bir zulüm değilmiş gibi, Batı medyası kadının bir Kürt feminist olarak mağduriyetini de ön plana çıkardı.
AMERİKA’DAN DAHA ÖZGÜRİran’da özgürlükler hep aslanın ağzında ama, kök hücre çalışmalarına gelince özgürlükler sonsuz. Amerikalı bilim adamlarını kıskandıracak kadar sınırsız. Kalp ve damar hastalıklarından Alzheimer’a birçok hastalığın tedavisinde en büyük umut, embriyonik kök hücre üretimi. Ancak bu çalışma embriyonun imhasını da içerdiğinden, inanç gereği etik engeller mevcut. Bu tartışma ABD ve İngiltere’de de var, İslam coğrafyasında da.
Ama İran’da yok. Dini lider Hameney’den icazet çıkalıberi, embriyodan kök hücre elde etmek helal. Kadınların saçını göstermesi haram ama, o helal. 2002 yılında ilk kez kısırlık tedavisi amacıyla başlıyor embriyo çalışmaları. Ama tabii ki insan klonlama söz konusu değil. Hameney, "Sakın ola ki, insanların ikiz organlarını üretirken, bütünüyle bir insanı yaratmaya kalkışmayın" diyerek orada sınırı koydu.
Embriyonik kök hücre araştırmasında en temel mesele, tek bir zigotun (döllenmiş yumurta) "insan" sayılıp sayılmayacağında. Katolik Kilisesi’ne göre döllenme başladığı an, insan hayatı da başlıyor. Dolayısıyla kök hücrenin çıkarılacağı embriyoyu imha etmek cinayet sayılıyor.
DÖLLENMİŞ YUMURTA MI, RUH MUŞii inancına göre ise insan 120’inci günde ruha büründüğü için, embriyonun imhası bir kürtaj sorunu oluşturmuyor. Ulemanın hiçbir itirazı olmuyor. ABD’de ise muhafazakarlar insan embriyosunu yok etmeyi cinayetle eş değerde tuttuğundan, Bush yönetimi embriyonik kök hücre araştırmalarına federal kasadan zırnık vermiyor.
İran’ın kök hücre çalışmaları Tahran’daki Royan Enstitüsü’nde yürütülüyor. Yabancı uzman ve bilim yazarları, çalışmaları yakından incelesin diye sürekli enstitüye davet edildiğinden, Amerikan ve İngiliz basınında çeşitli izlenim yazıları çıkıyor. Tamamı, baştan aşağı hayranlık satırlarıyla dolu.
Bakıyorsunuz, kemik iliğinden alınan hücreler kornea hücrelerine dönüştürülüyor, kalpten MS’e bütün hastalıkların tedavileri için fareler üzerinde deneyler yapılıyor, koyun kopyalanıyor.
Surrey Üniversitesi’nden fizik profesörü Jim Al-Khalili, Royan Enstitüsü’ne gitmiş, sonra The Guardian’da yazıyor izlenimlerini. Bir kere genetik alanında dünya ölçeğinde kaliteli çalışmalar yapıldığını anlatıyor. Ama hepsinden önemlisi, Katolik Kilisesi’nin prezervatif ve doğum kontrolüne bile karşı çıktığı ortamda, İran’daki bilimsel çalışmaların önünde hiçbir inanç engeli olmamasını öve öve bitiremiyor Al-Khalili.
Kiliseye göre hayatın başlangıcını şöyle sorguluyor: "Döllenmiş yumurta hayat kıvılcımı olarak yeterli görülüyor. Peki bu potansiyel, insan olabilmek için gerçekten yeterli midir? Bu mantıktan hareket edilirse, döllenmemiş yumurta da insan olma potansiyeli taşımıyor mu? Hatta her bir sperm hücresi bile..."
Royan Enstitüsü’nün din adamlarından kurulu etik komitesi, İslam öğretisine aykırı bulmadığı sürece bütün projeleri onaylıyor. Al-Khalili komitedeki imamlardan birine soruyor; "Kök hücre elde etmek için embriyo üretimi, tanrı rolüne soyunmak değil midir?" diye. Çünkü Katolik Kilisesi böyle olduğunu düşünüyor.
İmamın verdiği cevap şöyle oluyor: "Üretilen sadece bir öbek hücre, fetüs değil. O kadar yaygaraya ne gerek var."
Evet, İran kök hücre çalışmalarında çok liberal. Ama oraya kadar.