Daha büyücek Macaristan ise Euro’nun sonundaki o’ya aksan kondurmak istiyor. Hepsi de paralarına kendi dillerinin döndüğü ismi vereceklerini söylüyorlar. Brüksel ile asi başkentler arasında çok çetin müzakereler sürüyor. Avrupa Merkez Bankası tek para biriminde çokluk yaratılmasını kabul etmiyor, ancak özellikle Letonya "Dilim ulusal onurumdur" diyerek "eiro" uğruna Avrupa Mahkemesi’ne kadar gideceğini söylüyor.
Euro’yu Türkçe’ye uyarlarken uydurduğumuz "Avro" var ya, işte o sözcüğün fazla mantığı bulunmuyor. Ortak para biriminde ulusal dil kurallarını uygulamak için direten küçümen AB üyelerinin mantık silsilesini izlediğiniz takdirde, Euro’nun Türkçesi şöyle oluyor: Avru.
Çünkü Euro, "Europe" sözcüğünün ilk dört harfinden oluşuyor. Euro’ya karşı çıkanlar da kıta adının kendi dillerindeki karşılığını alıp, ilk harflerden kendilerine göre bir para birimi adı türetiyorlar.
Bu birim, Letonyalılara göre eiro (telaffuzu aero), Slovenyalılara göre evro, Maltalılara göre ewro, Litvanyalılara göre
euras. Çünkü Avrupa’ya sırasıyla, eiro-pa, evro-pa ve ewro-pa diyorlar. Litvanya’nın durumu biraz karışık; Moskova Temsilcimiz Nerdun Hacıoğlu’nun araştırmasına göre Litvanya dilindeki eiropa sözcüğünde a’nın üzerinde bulunan bir aksandan ötürü "eiropos" gibi farklı bir telaffuz ortaya çıkıyor ve para biriminin "euras" olması gerekiyor. Sadece "euras" da değil. Dilbilgisi kurallarına göre cümlenin gidişatına bağlı olarak "eurui", "eura" ve hatta "euro" bile olabiliyor.
Bir de Macarların itirazı var ki, onlar Euro’daki o’nun üzerine bir aksan oturtuyorlar. Ancak Avrupa Merkez Bankası, ilk dört seçenek bir yana, Macar’ın aksanlı o’sunu bile kabul etmiyor.
YENİ ÜYELERE ORTAK ÇÖZÜM
Euro ile ilgili ilk görüş ayrılığı, 1 Mayıs 2004 tarihinde 10 yeni üyenin AB’ye katılımından sonra patlak veriyor. Komisyon yetkilileri, tek para biriminin tek isimle anılması şartını da içeren üyelik anlaşmaları ve AB Anayasası’nda bazı çeviri hataları bulunduğunu fark ediyorlar. Daha doğrusu bu belgelerin çevirilerinde bazı yeni üyelerin Euro’yu diledikleri gibi yazdıklarını görüyorlar. 2004’ün ikinci yarısında AB dönem başkanlığını üstlenen Hollanda, yeni üyelerle bir uzlaşma yolu bulmak üzere elinden gelen çabayı harcıyor. Şunu öneriyor: Bütün ülkeler "eur" kökünü korusun, son harflerde kendi dillerine uyumlu olacak şekilde serbest bırakılsınlar.
Ancak nüfusları topu topu 3 milyon eden minicik Malta ve Letonya son harf özerkliğine yanaşmıyor ve esas meselesinin zaten kelimenin kökünde yattığını söyleyerek uzlaşmayı reddediyorlar. Sonra Litvanya da cepheye katılıyor ve "euras" şartı kabul edilmediği takdirde 29 Ekim 2004 tarihinde AB Anayasası’na imza koymayacağını söylüyor. AB Bakanlar Konseyi bu çıkışı bir şantaj olarak değerlendiriyor.
Litvanya Başbakanı Algirdas Brazauskas dönem başkanı Hollanda’ya yazdığı mektupta, "Litvanya dilinde gramer hatası yapmak anayasamıza aykırıdır. Bu aynı zamanda Litvanya dilinin doğal yapısına dışarıdan siyasi bir müdahale anlamına gelir" diyor. Hollanda, "O halde Euro’yu parantez içinde kullanın" diye bir uzlaşma önerisi getiriyor, ancak o da kabul edilmiyor.
Sonunda bu çatışmayı teknik bir sorun kabul edip, çözümü ileri bir tarihe bırakıyorlar. Litvanya da anayasayı imzalıyor.
AVRUPA MAHKEMESİ’NE GİDEN YOLHalen 300 milyon Avrupalının ceplerinde dolaşan Euro’lar daha henüz asi küçüklerin resmi para birimi değil. Kimi 2007’de, kimi de 2008’de ortak para birimine geçecek.
Letonya ve Litvanya’nın hassasiyeti, yıllarca Sovyet baskısı altında kalmış olmalarından kaynaklanıyor. Artık Rusça hakimiyetinden kurtulduklarından kendi dillerini en ufak sesli ayrıntısına kadar savunmayı bir ulusal kimlik meselesi sayıyorlar. AB’nin birlik içinde çeşitlilik ilkesinden hareketle, eiro ve euras’ın bir linguistik zenginlik olacağını savunuyorlar.
Letonya Hükümeti geçen ocak ayında kesin karar aldı. "Eu"yu telaffuz etme imkanı bulunmadığı için 1 Ocak 2008’de ortak para birimine geçildiğinde eiro ibaresi kullanılacak. Letonya, banknotlara eiro yazmayı düşünmüyor. Ancak mevzuat çevirilerinde "eu" ikiz seslisine yer verecek alfabetik imkanlara sahip olmadığını ileri sürüyor.
Bir dilbilimci olan ve hayatta olduğu sürece e ile u’nun asla yan yana gelemeyeceğini söyleyen Letonya Eğitim Bakanı Ina Druviete çok sert bir açıklama yaparak eiro yazımının kabul edilmemesi halinde davayı Avrupa Adalet Divanı’na götüreceklerini ilan etti; "Bu bir para meselesi değil, dil politikası. Dileyen Euro’yu kullanabilir, biz kullanmamakta kararlıyız. Eğer gerekirse haklarımızı Avrupa Mahkemesi’nde savunuruz" dedi.
Avrupa Merkez Bankası ise AB Komisyonu’na, "sakın pozisyonunuzdan şaşmayın, taviz vermeyin" diye mesaj gönderiyor. Çünkü tek para biriminin gerçekten tekil olması için bütün dillerdeki metinlerde ismin yalın haliyle geçmesi gerekiyor.
Malta’nın pozisyonu ise daha esnek. Ulusal Dil Konseyi de geçen hafta bir karar alarak, banknot ve madeni paralarla AB mevzuatında Euro’nun kullanılabileceğine, ancak gündelik hayatta "ewro"nun şart olduğuna hükmetti. Çünkü Malta dilinde e ve u seslilerinin art arda gelmesi mümkün değildi.
AB MERKEZ BANKASI KARARLIAB Komisyonu, banknot ve madeni paralar üzerinde Euro ibaresi bulunduğu sürece mevzuatta farklı yazımlara başvurulmasının sorun yaratıp yaratmayacağı konusunda pek emin değil. Ancak Avrupa Merkez Bankası, para üzerinde de, mevzuatta da farklı yazım görmek istemiyor.
İşin ilginç yanı, kısa süre öncesine kadar Avrupa Merkez Bankası’nın web sitesindeki linklerde Euro’nun her üye ülke dilindeki yazılışları yer alıyordu. Ancak banka yönetimi farkında değildi. Fransız Haber Ajansı para birimi ihtilafıyla ilgili araştırma yaparken, bu konuyu gündeme getirince banka yetkilileri de uyandı ve AFP’ye teşekkür edip bunları değiştirmeye başladılar.
AB’nin sesli uyumu sorununu 2007’ye kadar çözmesi gerekiyor ve bütün bu dil tartışması içinde, tek imtiyazlı ülke olarak Yunanistan öne çıkıyor. Alfabeleri farklı olduğu için Yunanlılar Euro’yu "evro" şeklinde telaffuz etme lüksüne sahipler.
Polonyalı muslukçu değil, dişçi Fransızlar, geçen yılki AB Anayasası referandumunda doğudaki yeni üyelerin hizmet sektöründe yaratacağı rekabetten korktukları için "hayır" oyu vermişlerdi. "Polonyalı muslukçu" kavramı da bu korkuyu anlatan bir sembol haline gelmişti. Sadece Fransa değil, diğer birçok AB üyesi de Letonyalı hemşire ve Slovak temizlikçilerden korktukları için doğulu işçilerin serbest dolaşımına yedi yıla kadar sınırlama getirme kararı almıştı. İngiltere, İsveç ve İrlanda hariç.
Geçenlerde yayınlanan bir AB raporuna göre bu üç ülke, sınırlama getirmediği için hiçbir zarar görmüş değil. Hizmet sektöründeki rekabet kimsenin ekonomisini batırmıyor. Ayrıca bu üç ülkenin halkı rekabete açılan sektörlerde daha ucuz ve kaliteli hizmet almaya başlıyor. Örneğin İsveç’te çok eleştirilen sağlık sektörü, Polonyalı dişçi baharı yaşıyor. Halk uzun kuyruklarda beklemeden yarı fiyatına kaliteli sağlık hizmeti alıyor. Stockholm’de açılan City Dental adlı diş kliniğinin tüm kadrosu Polonyalı hekimlerden oluşuyormuş.
Tabii İsveçli dişçiler bu durumdan hiç hoşnut kalmamış. İsveç sosyal modeli çöküyor mu diyorlar. Sağlık Bakanlığı ise piyasanın rekabete açılmasında yasalara aykırı bir durum olmadığını belirtiyor. Şimdi gazetelerde Polonyalı dişçilerin üçkağıtçı olduğu şeklinde haberler çıkıyor. İsveç’te vergiler fahiş düzeyde olduğu için, altı aylık çalışma süresini doldurduktan sonra Polonya’ya dönüp, yerlerini Polonya’dan yine altı aylık süre için gelecek yeni ekibe terk edeceklermiş.