Beş gazetenin beş dış haber editörü, İsrail'in doğusundan kuzeyine bütün sınırlarını karış karış geziyoruz. Hayır, İsrail ile Filistin özerk yönetimi topraklarını ayıran bariyer kesinlikle Berlin Duvarı'na benzemiyor.
İsrail'in Filistin topraklarından gelen canlı bombalardan korunmak adına çektiği telli-betonlu-hendekli çiti, ille de bir şeye benzetmek gerekiyorsa o girinti ve çıkıntılarıyla Norveç fiyordlarına benzetebilirsiniz.
Dünyanın herhangi bir yerinde var mıdır bilemiyorum ama, orada sınır yatırın ortasından geçiyor. Yer İsrail-Lübnan sınırı ve orta yerde bir mezar. İsrail'e göre orada 1600 yıl önce yaşamış bir haham yatıyor. Müslümanlara göre ise bir evliya.
İsrail'in iki buçuk yıl önce Lübnan'daki güvenlik kuşağından çekilmesi üzerine yatır ihtilafı doğuyor. BM gözlem gücünün bulunduğu bölgede sınır çizgisinin yatırın ortasından geçmesine karar verilmek suretiyle ihtilaf çözülüyor.
Sınır teftişlerine Kudüs'ten başlıyoruz. İsrail'in Filistin topraklarından gelen canlı bombalara karşı önlem olarak kuzeyde Beit Shean'dan güneyde Arad'a kadar çekmeye başladığı 230 km'lik duvarı Kudüs'e hakim tepelerden gözlüyoruz. Fiyordlar gibi kıvrım kıvrım, Filistin yerleşimlerine saplana saplana, bir mahalleyi diğerinden ayıra ayıra uzanıyor. Ufukta Ramallah görünüyor. Filistin Lideri Yaser Arafat'ın 20 aydır mahsur olduğu kent.
Filistin'e göre İsrail, Ortadoğu barışının Yol Haritası çerçevesinde kaldırmakla yükümlü olduğu Yahudi yerleşim birimlerini bu duvarla ebedi kılmaya çalışıyor. İsrail ise canlı bombalara karşı kendi halkının yaşama hakkını korumak adına, geçici bir güvenlik önlemi aldığını iddia ediyor. Bize Kudüs tepelerinde çarpıştığı her mevziyi tek tek gösteren emekli subay ‘‘Böyle duvar olur mu?’’ anlamına gelebilecek her türlü soruya itiraz ediyor: ‘‘Tabii barış olmasını isteriz ama, biz öldükten sonra değil. Önce yaşamımızı garanti altına alalım, sonra barışırız.’’
Zeytindağı'ndan bakıp eski Kudüs'e yeterince hayran kaldıktan sonra Harem ül Şerif'e giriyoruz. Art arda gelen intihar saldırılarından ötürü ortalıkta kimseler yok. Müslüman mısınız sorusuna evet cevabı verip, siz ne biçim Müslümansınız bakışına maruz kaldıktan sonra yeterince örtünerek önce Kubbet ül Sahra, sonra da Mescidi Aksa'ya adım atıyoruz.
PEYGAMBERLERİN AYAK BASMADIĞI KENT
Kudüs'ü bırakıp kuzeye yöneliyoruz. Yol üstünde Hayfa var. Hayfa İsrailli Arap ve Yahudilerin bir arada yaşadığı, ayrı ayrı mahallelerde değil, aynı sokakta kaynaşarak yaşadığı tek kent. Arap ve Yahudi mahallesi diye bir kavram mevcut değil. Gerçi burada da üç intihar saldırısı olmuş ama, doğal olarak ‘‘Burası neden böyle anormal huzurlu?’’ diye soruyoruz. Cevap şaka yollu: Çünkü buraya peygamberler hiç ayak basmamış.
Arap ve Yahudi okulları ayrı ayrı ama, bir arada İbranice konuşarak toplumsal yaşamı sürdürüyorlar. Arapça İsrail'in ikinci resmi dili. İsrailli Arapların nüfusa oranı yüzde 20.
İSRAİL'DE GÜVENLİ BÖLGE OLUR MU, OLUR
İsrail'in en güvenli yeri neresi biliyor musunuz? İşgal altındaki Golan Tepeleri. Tepenize bir göktaşı düşmediği sürece orada kılınıza zarar gelmesi mümkün değilmiş. Suriye sınırının tuhaflığı da burada. İki ülke teknik olarak savaş halinde, fakat sınır fazlasıyla güvenli. Suriye düzlüğüne hakim tepede dikilirken, İsrailli ordu sözcüsü durumu şöyle açıklıyor:
‘‘Bakın Şam yolu hemen şurada. Arabaya atladın mı yarım saat. Yani tankla da yarım saat. Bu nedenle burada tek el ateş edilmiyor.’’
Bağları ve elma bahçeleriyle bezeli yemyeşil Golan Tepeleri'ni görünce Suriye'nin bölgeyi neden geri istediğini, İsrail'in de Şam'ın ensesine dayanmış bölgeyi neden vermediğini kolayca anlıyorsunuz.
İSRAİL-BM-HİZBULLAH ÜÇGENİ
Hemen ötedeki Lübnan sınırı da şu sıralar sakin ama, hayat daha hareketli. Tablo şöyle:
İsrail tarafında Lübnan sınırını koruyan Golan Tugayı'nın kalesi, hemen burnunun dibinde tellerin ötesinde, İran ve Suriye destekli Hizbullah örgütünün gözetleme kulesi. Burada Hizbullah'ın sarı bayrağı dalgalanıyor. Ve yine Lübnan tarafında, Hizbullah kulesine nazır BM gözetleme kulesi. Tuhaf bir üçgen söz konusu. Şu sıra Hintli BM askerleri görev yapıyor. BM'nin gözetleme kulesindeki mavi sarıklı Hintli asker almış dürbünü bizi gözetliyor. İsrailli ordu sözcülerine göre BM'nin orada işe yaradığı yok. Hatta Hizbullah'la ‘‘Komşu sizde şeker var mı, bir fincan verir misin’’ tarzı bir alışveriş muhabbetine girdikleri için BM askerlerine hayli bozuluyorlar.
Biz tanık olmadık, sadece yerdeki taşları gördük ama anlatılanlara göre, İsrail gazetecileri bölgeye getirdiği zaman, Hizbullah kulesinden telefonla hemen köye haber salınıyormuş. Çoluk çocuk otobüslere dolup sınıra gelerek karşı tarafa taş yağdırıyorlarmış.
Başka bir tuhaf hikaye daha dinliyoruz. İsrail ordusu, Hizbullah militanları ve medya arasında çevrilen bir dolap. İkinci intifadanın başlamasından sonra Hizbullah hemen her gün saat beş sularında Filistinlilere destek vermek için İsrail topraklarına makineli tüfek ateşi açıyor. Amaç sadece gövde gösterisi yapmak. İsrail ordusu basın departmanı her gün aynı saatlerde televizyon kameralarını alıp bölgeye götürüyor. Televizyoncular o müthiş heyecanlı ruh halleri içinde, gövde gösterisinden ibaret ateşi görüntüleyip haberlerini geçmeye başlıyorlar: ‘‘Evet şu anda dünyanın en tehlikeli yerindeyiz. Burada müthiş çatışmalar oluyor...’’
İsrailli sözcüye, Hizbullah ateşi niye saat beşte açıyor diye soracak olursanız, Filistin televizyonundaki akşam haberlerine yetiştirmek için, diyor.