Paylaş
Dil şovenizminin öncüleri Fransızlar, şimdi de Almanca'yı kurtarmaya soyundu. Geçenlerde Le Figaro'da şöyle bir makale yayınlandı: ‘‘Goethe'nin diline İngilizce'yi bulaştırdılar. Bu gidişe dur diyecek kimse yok mu?’’
Artık iyice gündem dışı ama, elbet bir gün yeniden tartışmaya açılacak. Geçen hafta, Türkçe'yi kötü telaffuz ve yanlış yazımdan kurtarmak için bir Siyaset Meydanı tartışması yapıldı. Şöyle bir ana fikir çıktı: ‘‘Bu DJ ve VJ'ler istediklerini söylesinler ama, bunu yaparken Türkçe'yi doğru konuşsunlar...’’
İyi de adamın kafasında doğru dürüst ifade edilebilecek bir düşünce, bir mantık silsilesi yoksa, Türkçe'yi doğru konuşsa ne olur?
Şöyle bir sahne düşünün: Adamın biri sokak ortasında diğerinin yakasına yapışmış silkeliyor ve bağırıyor:
‘‘Ulan hem çarpıyorsun, hem de pardon diyorsun!’’
Ben böyle bir sahneye tanık oldum. Peki bu mantıksız cümle kusursuz bir Türkçe'yle kurulsa ne farkeder?
Doğru Türkçe, zihinsel eksiklikten kaynaklanan iletişimsizliği ortadan kaldırabilir mi?
Amerikan kültürünün yayılmasıyla birlikte İngilizce kavramların işgali her dilin başına belá olduğundan, bu tartışma dünyanın her yerinde yapılıyor. Ama tartışmanın içinde düşünce kıtlığı gibi bir sorun bulunmuyor. Konu daha çok, İngilizce'nin def edilmesinde odaklanıyor.
Hayli zaman önce bu konuya el atan Fransızlar, kültürlerini korumak için kendilerince bir çözüm bulup 1994'de yasa çıkardılar. Dönemin Kültür Bakanı Jacques Toubon'un adıyla anılan yasa reklamlarla, radyo ve televizyonda yabancı sözcük kullanılmasını yasaklıyor.
Almanya'da da geçen yıl bir dil reformu gerçekleştirildi. Daha doğrusu dile bazı yazım kolaylıkları getiren bir imla reformuydu bu. Örneğin Alman alfabesine 500 yıl önce giren ve çift ‘‘s’’yi karşılayan harf kaldırıldı. Yabancı sözcükler de Almanca yazım kurallarına göre yeniden düzenlendi. Örneğin ‘‘Restaurant’’, ‘‘Restorant’’ oldu, ‘‘Spaghetti’’ de ‘‘Spagetti’’ye dönüştü.
Tabii bu reform Fransızları tatmin etmedi. Tüm dilleri Amerikan etkisinden tamamen arındırmayı ilke edinen Fransızlara göre Almanların da radikal bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor. Bu görüş, geçenlerde Le Figaro gazetesinde yer alan uzunca bir makaleyle yazıya döküldü.
Yazara göre Almanlar Goethe'nin diline kesinlikle saygı duymuyor ve onlar artık ‘‘Denglisch’’ diye bir dil konuşuyordu. ‘‘Meslek’’ sözcüğü yerini tamamen ‘‘Job’’a bırakıyor; radyolarda ‘‘super power hits’’ çalınıyordu.
(Bizim radyoları duymasınlar. Hit listelerinde ‘‘The highest new entry’’ gibi çok daha sofistike söylemler var çünkü.)
Le Figaro'ya göre Almanlar, İngilizce'de varolmayan sözcükler de uyduruyorlar. Örneğin ABD'deki adı cellular phone olan cep telefonu Almanya'da ‘‘Handy’’ adını alıyor ve bu kavram dünyaya da yayılıyor.
(Bizde álásı var. Nereden çıktıysa hepsi de Latince takılı: Decorium, Carium, Discorium vb.)
Almanya'da Telekom'un ücret tarifeleri de tamamen İngilizce: Moonshine, Sunshine, Citycall, Germancall, Globalcall.
Reklámlar ise yakayı tamamen kaptırmış durumda. Genç kitleye daha kolay ulaşmak için çoğunlukla İngilizce sloganlar tercih ediliyor. (Aslında haksız da değiller. Almanca ifadeler o kadar uzun sürüyor ki, bu dil reklamın çabuk ve kestirme mesaj mantığına tamamen ters düşüyor.)
Örneğin Berliner Morgenpost gazetesinin reklam sloganı ‘‘Simply the Best’’. Volkswagen yeni çıkardığı kaplumbağa için ‘‘New Beetle’’ demeyi tercih ediyor.
Le Figaro, Goethe'nin dilini korumadıkları için Almanlara bir güzel çattıktan sonra, ‘‘Aslında dil şovenizmi yapmamalarının çok geçerli bir nedeni var’’ diyerek şu görüşü ileri sürüyor:
‘‘Geçmişteki Nazizm ayıbından utandıkları için her türlü milliyetçi duygudan kaçıyorlar. Dil, bir çeşit ulusal duyguyu ifade ediyor ve Hitler'den bu yana milli kimlikle ilişkisi olan herşey birer tabu.’’
Paylaş