Paylaş
Goethe ve Schiller klasiğiyle güzellik ve onurun doruklarına çıkmış, Nazi barbarlığıyla dibe vurmuş bir şehir; Weimar. Ayrı ayrı dönemlerde insan ruhunun ışığını da, sefilliğini de barındıran Weimar, bu yılın Avrupa kültür başkenti. Ama, keskin tezatları yüzünden eleştirilen bir başkent...
BUCHENWALD; ya da Kayın Ormanı. Gördüğüm ilk ve son toplama kampı oldu. İnsan öldürmek için böylesine örgütlü ve mükemmel bir mekan oluşturabilen o hastalıklı kafanın sefilliği dehşete düşürdü beni.
Koca orman suskundu; ne bir dal çıtırtısı, ne bir kuş ötüşü. Kasvetli kış havasında sadece hayaletlerin sessiz çığlıkları vardı.
Nazi kurbanlarının kaldığı barakalar kaldırılmıştı ama; krematoryumun sapasağlam taş fırınları, yanan insan bedenlerinden yükselen dumanları göğe salan baca, gaz odaları, Yahudilere ait tel halka çerçeveli yüzlerce gözlük, Çingene çocuklarına ait yüzlerce kurumuş kösele pabuç, Sovyet askerlerinin palaskaları, insan derilerinden abajur yapılmasına yarayan kesme-biçme aletleri...
Bu ürkünç dekora beş dakikalık mesafede Alman klasiğinin başkenti Weimar'ın varolabildiğine inanmak güçtü.
Goethe'nin orman cin ve perilerinin karıştığı o sarsıcı baladı Erlkönig'i yazarken muhtemelen ilham aldığı puslu orman dekoru, yıllar sonra 50 bin insanın öldürüldüğü, bir işkence ve kıyım cehennemine dönüşebilmişti.
Birkaç saat önce, birbirine çok yakın mesafedeki Goethe ve Schiller evlerini gezerken duyduğum heyecan, yerini korkunç bir düş kırıklığına bırakmıştı. Sanatsal yaratıcılık ve terör birbirine bu kadar yakın duramazdı.
Alman Filolojisi'de okurken, Goethe'nin klasik olgunluğuna Weimar'da eriştiğini; sonsuz insan sevgisi ve ruh güzelliğinin mitolojinin akışını değiştirdiği ‘‘Iphigenie Tauris'te’’yi bu şehirde yazdığını; Lotte'nin anısına rağmen bu şehirde yeniden aşık olup evlendiğini öğrenmiştim ama, Buchenwald gölgesinin şehrin bu kadar da üstünde olduğunu bilmiyordum.
Ben Weimar'ı birkaç yıl önce gördüm. O dönemde edindiğim izlenimin düş gücümün ürünü olmadığını şimdi iyice anlıyorum.
Bir zamanlar Demokratik Almanya sınırları içinde kalan Weimar, 1999 boyunca Avrupa kültür başkenti unvanını taşıyacak. Geçtiğimiz 19 Şubat'ta Almanya Cumhurbaşkanı Roman Herzog tarafından resmen başlatılan bir yıllık program süresince konserler, sergiler, tiyatro temsilleri, film gösterimleri birbirini izleyecek. Tabii ki Alman klasiğinin kurucuları Goethe, Schiller, Liszt, Wieland, Herder öne çıkarılarak.
Organizasyonun başkanlığını üstlenen Bernd Kaufmann, hazırladığı programla kentin ‘‘bütün ışıltı ve pisliğini’’ (Almanların deyişi böyle) gözler önüne serecek. Yani Buchenwald gerçeği gözardı edilmeyecek, tam tersine ısrarla vurgulanacak. Üçüncü bin yıla girerken, Weimar-Buchenwald ilişkisi ‘‘Uygarlığın çöküş modeli’’ olarak insanlığa sunulacak.
Ayrıca 28 Ağustos'ta Goethe'nin 250'inci doğumgünü kutlanacak.
Ne var ki medya bu konseptten memnun değil. Yerli ve yabancı basında, Buchenwald gerçeğinin bu kültürel şenliğe gölge düşürdüğü eleştirileri yapılıyor. Herkes hayaletleri unutmak istiyor. Bu arada olmadık teşhisler konuluyor; ‘‘Aslında Goethe demokrat değildi’’, ‘‘Goethe bütün zamanların en büyük Yeşil'iydi’’ gibi.
Boşuna eleştiriyorlar. Bu şehir insanı, insanın iki yüzünü anlatıyor.
Onun için de Goethe'nin doğabilim çizimleri Buchenwald ölüm kampında; Buchenwald tutsaklarının resimleri de Schiller Müzesi'nde sergileniyor.
En yüce değerler, en alçak emellerle iç içe geçiyor. Bence bu nesnel gerçeklik aynen böyle sergilenmek zorunda.
Paylaş