İnsan beyninin gelişimini erkeklere yontan teori şöyle der; 2 milyon yıl önce Afrika ve Asya'da yaşayan homo erectus erkeğinin av yeteneği sayesinde insanoğlu etle beslenmeye başlamış ve böylece modern insanın evrimi başlamıştır.
Yani kadınlar oturup mağarada çocuk bakarken, erkek cinsinin uğraşları sonucu, insan zeki bir yaratık haline gelmiştir. Ancak arkeolojik bulguları yeniden yorumlayan bazı araştırmacılara göre bu teori muhtemelen doğru değil. Çünkü erkeklerin aslında avlanmadığını gösteren kanıtlar var. Aileleri kimin beslediğine gelince, onun da yanıtı şu:
Meğerse adamlar cengaver birer avcı değil, aynı leş yiyici sırtlanlar gibi yağmacıymış. Şahsen atalarımıza sövmek niyetinde değilim ama, son arkeolojik yorum ve gözlemler, özetle bu cümleyi kurduruyor insana.
Kaynak; Evrimle ilgili araştırmaların yayınlandığı Journal of Human Evolution dergisi.
Araştırma sahibi, ABD'deki Utah Üniversitesi Arkeoloji Merkezi Direktörü James O'Connell.
Konu başlığı; Erkeklerin av yeteneği pek şüpheli, ailelerin gıda ihtiyaçlarını karşılayan kişiler büyükanneler olabilir.
O'Connell, bazı yeni bulgulara dayanarak, insan beyninin geçirdiği evrim ile av eti arasında kurulan ilişkinin abartılı olduğunu yazıyor. Yani geleneksel teoriye şüpheyle yaklaşıyor. Arkeolojik bulguların yanı sıra Doğu Afrika'daki çağdaş avcı-toplayıcı kabileler üzerindeki gözlemler de, aileyi besleme yoluyla evrime katkıda bulunan kişilerin erkekler değil, büyükanneler olabileceğini gösteren kuvvetli ipuçları veriyor.
Avlanma ve etoburluğun insan evrimini tetiklediği teorisi, büyük ölçüde, 2 milyon yıl kadar önce Afrika ve Asya'da yaşayan homo erectus kalıntıları üzerindeki incelemeden kaynaklanıyordu. Artık belini doğrultarak ayağa kalkmış, uzun kollu bu insanların beyinleri, selefleri homo habilis'e göre yüzde 50 daha büyüktü. Peki ama neden?
Büyük havyanlara ait kemik kalıntıları ile ilkel aletleri belirli bölgelerde bir arada bulan araştırmacılar, homo erectus erkeklerinin iri hayvanları avlamayı öğrendiği teorisini geliştirmişti. Bunlar avladıkları hayvanları eve götürüyor, kadın ve çocuklarla paylaşıyordu. Protein zengini et sayesinde beyinler gelişiyor, avlanma işi alet ve strateji geliştirmeyi gerektirdiğinden evrim süreci küçük beyinleri ayıklıyordu.
Ancak bazı araştırmacılar bu teoriye kuşkuyla yaklaşmaya başladılar. O'Connell yönetimindeki Utah Üniversitesi araştırma ekibi, iri hayvanlara ait kemiklerin bir arada bulunmasını bir de şu bakış açısıyla yorumladı: Erkekler, örneğin aslan gibi hayvanlar tarafından avlanmış iri yarı hayvanların leşlerine konuyordu. Çünkü bulunan kemiklerin üzerinde sadece taştan yapılmış alet izleri değil, diğer yağmacı hayvanların bıraktığı izler de bulunuyordu. Bu izler, modern leş yiyicilerin bıraktığı izlerle karşılaştırıldığında, kalıntılar bugünkülerle büyük bir benzerlik gösteriyordu.
Ayrıca kemik öbeklerinin bulunduğu yerler genellikle yağmacıların bulunduğu nehir kenarlarına yakın bölgelerdi.
OLSA OLSA TAŞ ATMIŞLARDIR
Bu arada 1980'lerde Doğu Afrika'daki Hadza kabilesini inceleyen araştırmacılar bir şeyi daha tespit etmişti; Taş Devri'ne göre çok daha gelişmiş ok ve yaylarla bile büyük hayvanların avlanabildiği pek nadir görülüyordu. Erkekler ancak ayda bir kere şöyle büyük bir parti vurabiliyordu ki, bu ganimetin koca bir aileyi bu kadar uzun süre beslemesi mümkün değildi.
Taş Devri erkeklerin elinde ok ve yay bulunmadığına göre onların işi daha da zordu. Bu nedenle ellerindeki taş aletler olsa olsa, leş yiyen yağmacıları kaçırmaya yarıyordu. Taş ve kemik kalıntılarının bir arada bulunma nedeni de buydu.
BÜYÜKANNE FAKTÖRÜ
Afrika'daki Hadza kabilesine yönelik bir başka gözlem de şu: Kabilenin yaşlı kadınları, çocuk bakan genç annelerin sırtındaki yükün hafifletilmesinde önemli rol üstleniyor. Kök bitkiler toplayıp, kaplumbağa ve küçük kemirgen hayvanları avlayarak ailenin gıda ihtiyacını karşılıyorlar.
Şimdi O'Connell, homo erectus büyükannelerinin de evin erzak işini üstlenmiş olabileceğini ileri sürüyor. Ancak bunun için biraz uzun ömür gerekiyor. Yani kızı doğum yaptığında, büyükannenin hayatta olmasını sağlayacak kadar uzun bir ömür. Tabii ki uzun bir ömür de, daha geç yaşlanmayı, daha büyük bir beden ve beyni gerektiriyor. Bunlar da modern insana doğru evrimin ana unsurları. Ve biz bunları büyükannelere borçluyuz.
O'Connell'in bu teorisi doğruysa, kadının evde çocuk baktığı, erkeğin de yiyecek getirdiği çekirdek aile modelinin tarih öncesinde pek de geçerli olmadığı sonucu ortaya çıkıyor.
Homo erectusun beden ölçüsündeki değişim de, kadınların evrim sürecinde sanıldığından daha önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Stanford Üniversitesi'nden antropolog Richard Klein, homo erectus öncesinde kadınların erkeklere göre çok daha ufak yapıda olduğunu, ancak homo erectus'la birlikte serpildiklerini söylüyor. Bu da onların, daha önce yapmadıkları bir işle uğraştıklarını gösteriyor. Örneğin yiyecek bulma işi.
Peki eğer anne ve büyükanneler, aileyi besleme işini yüklendiyse, o halde erkekler neden avcılık ve yağmacılık gibi tehlikeli işlere girişiyordu?
O'Connell şu yanıtı veriyor: Kadınları etkileyip sosyal statü sahibi olmak için. Kısacası gösteriş.
Evde büyükanne varsa çocuk hayatta kalıyor
İnsanın evrim sürecinde nine faktörünün önemini farkeden ilk bilim adamı James O'Connell değil. Tarihteki insan topluluklarıyla ilgili başka araştırmalar da, çocukların hayatta kalmasının büyük ölçüde, büyükannenin varlığına bağlı olduğunu gösteriyor.
Indiana Üniversitesi'nden antropolog Cheryl Jamison, bir Japon köyünün 1671-1871 yılları arasındaki belgelerinin tamamını bulmuş ve incelemişti. Bu belgelere göre, eğer evde bir büyükanne varsa, erkek çocukların küçük yaşta ölüm oranı yüzde 52 oranında düşüyordu. Ayrıca Ruth Mace ve Rebecca Sear adlı iki İngiliz araştırmacı da, 1950 - 1974 yılları arasında Gambia'nın kırsal bölgelerinde, büyükanne faktörünün çocuk ölümlerini yarı yarıya azalttığını tespit etmişlerdi.