Paylaş
2000’lere isim aranıyor
90'ları tamamladık ve bembeyaz bir sayfa açtık. Yaşadığımız yılın son iki hanesinde koskoca iki ‘‘0’’ duruyor. Peki, önümüzdeki on yılın öyküsü yazılırken bu döneme ne ad vereceğiz. ‘‘Sıfırlı yıllar’’ mı? Die Welt Gazetesi yeni döneme isim vermek için on-line anket başlattı.
ÇOK karakteristik özellikleri olan bir yüzyılı geride bıraktık. Öyle bir yüzyıl geçti ki, her on yılın ayrı bir hikayesi var. 20'ler, 60'lar, 90'lar deyince hep o hikayeler film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor. Yani artık hiçbir yüzyılın 60'ları, 90'ları olamayacak. Bu onlu yıllar, kendi öyküleriyle birlikte 20'inci Yüzyıl tarihine ait.
Dans ve eğlencenin altın yılları 20'ler ve sonunda patlak veren Büyük Buhran. Faşizmin iktidara geldiği savaş habercisi 30'lar, savaşla geçen karanlık 40'lar, ekonomik mucizeli ve danslı 50'ler... Ve 60'lar. Hiçbir yüzyılın 60'lı yılları, 20'inci Yüzyıla ait başkaldırı yıllarının isim hakkını elinden alamaz.
Çok dramatik siyasi gelişmeleriyle 90'ları tamamladıktan sonra şöyle bir soru çıkıyor ortaya: 1 Ocak 2000'den başlayarak tarih yeniden öyküler yazarken, o onlu yıllara ne isim verilecek. Örneğin önümüzdeki 10 yıla ‘‘sıfırlı yıllar’’ mı denilecek? Olabilir ama, ‘‘sıfır’’ hiçliği temsil ettiği için çok itici. ‘‘İlk on yıl’’ kavramı da biraz akademik kaçıyor. ‘‘İlk dönem’’ veya ‘‘erken dönem’’ gibi tanımlamalar da belirsiz kalıyor. Geçen yüzyılın tarihinden kopya çekmek de imkansız. Çünkü 20'inci Yüzyıl'ın ilk on yılı, kendi öyküsüne sahip olduğu için ‘‘savaş öncesi yıllar’’ diye tanımlanıyor.
Bu alanda İngilizce'nin belli bir avantajı var. ‘‘Sıfır’’, aynı alfabe harfi ‘‘O’’ diye söylendiği için ‘‘O-years’’ gibi bir kavram türeyebilir ama, başka diller açısından yabancı bir söylem olur. İşte bu nedenle Die Welt Gazetesi, Almanca bir kavram bulunabilmesi için okuyucuları arasında on-line anket başlattı. Peki Türkçe'de bir alternatif geliyor mu aklınıza?
Dünya tatile girse
1999'u kapatırken ivmesi birden fırlayan doğal afetler şunu gösteriyor: Global ekonominin hızını kesip yeryüzüne nefes aldırmak gerekiyor. Çevreciler, 2000'lerin yeni trendi olarak öneriyor bunu. Tamam, bu ekolojik uyarılar çok iç sıkıcı. Hiç eğlenceli değil. Ama gerçek.
‘ŞÖYLE sıkı bir bilgisayar kaosu olsa da dünya biraz nefes alsa.’’
Ne hain bir dilek, değil mi? Tepemize nükleer füzeler yağmasın, haberleşme, ulaşım aksamasın, elektrik-su kesilmesin diye dünyanın dört bir yanında milenyum virüsüne karşı önlemler alınırken adamın biri kalkmış, ille de dijital kıyamet yaşansın istiyordu.
Bu adamın adı David Suzuki. CBC'nin 50 ülkede yayınlanan ‘‘The Nature of Things’’ programının sunucusu, genetik uzmanı ve çevreci. Yeryüzü kaynaklarının tasarruflu kullanımı alanında önde gelen otoritelerden biri olarak kabul ediliyor. Birleşmiş Milletler çevre madalyası sahibi bir Kanadalı.
‘‘Çıplak Maymundan Süper Türlere’’ adlı son kitabında ormandan, havaya ve suya dünya kaynaklarının nasıl kirlenip tükendiğini, yeryüzünün bir-iki yıl içinde total bir ekolojik felaketle karşı karşıya kalacağını anlatıyor. Kitabında şunları yazıyor Suzuki:
Beş gezegen daha lazım Global ekonomi sayesinde refahın daha geniş kesimlere yayılması hedefleniyor. Ancak yeryüzündeki bütün insanların aynı refah düzeyine ulaşabilmesi için beş-altı gezegen daha gerekiyor. Yani dünyanın her yerinde aynı yaşam tarzını tutturmanın hiç yolu yok. Ama, herkes bizim gibi yaşamak istiyor.
Biz de çok yiyoruz Zenginlerin Üçüncü Dünyaya yönelik en keskin eleştirisi şu: Çok fazla doğuruyorsunuz. Tamam olabilir, ancak zenginler kaynakları daha fazla kullanıyor. Endüstrileşmiş bir ülkenin vatandaşı Çin'deki insana göre 20 kat, Bangladeş'teki insana göre de 100 kat daha fazla tüketiyor. Ve üstelik bütün Çinliler ve Hintliler bizim gibi tüketmek istiyor!
Günde 1 dolara yaşanır mı? Ekonomik faaliyetlerin artmasından bütün dünyanın yarar sağlayacağı söyleniyor. Ama Dünya Bankası'na göre dünyada 1.3 milyar insan, günde 1 dolardan daha az bir parayla geçiniyor. 3 milyar insan da 3 doların altında yaşam standardına sahip.
Ticaret palavrası Ticarette ülkelerin birbirine bağımlı olduğu sanılıyor. Oysa ki, hepimiz topyekün toprağa bağımlıyız. Çünkü giyim-kuşam, yiyecek-içeceği bırakın bilgisayar ve otomobiller bile topraktan gelip atık halinde toprağa gidiyor. Ve biz bunları hep hazırdan yiyoruz.
Kaynakları kısıtlı kullanın diyorlar. İyi ama, nereye kadar? Her birey kendi payına düşen ölçüyü nereden bilecek? Örneğin Amish'ler gibi uygarlıktan uzak mı yaşamamız gerekiyor? ABD'nin 22 eyaletiyle Kanada'nın Ontario eyaletinde yerleşim birimleri olan Amish'ler şu yasaklarla yaşıyor: Telefon, otomobil, elektrik, traktör, merkezi ısıtma, jeneratör.
Fatura sigorta şirketlerine
İklim bağlantılı afetler diğer doğal felaketleri üçe katladı. Geçen yıldan bu yana, Çin, Bangladeş ve Kanada'da rekor düzeyde sel afetleri yaşandı. Amerika kıtasındaki Mitch tayfunu ve Hindistan'daki siklon 10 bini aşkın can aldı. Sonra geçen aralık ayında Venezüela'daki korkunç sel felaketi ve Avrupa'nın kuzeyini kasıp kavuran dehşetli fırtına. Amerika ve Kanada'da iklim bağlantılı felaketler nedeniyle sigorta şirketleri, 1980'lerdeki rakamlara göre dört kat daha fazla ödemede bulundu.
Rio ruhunun ölümü
ÇEVRECİ kaygıların doğumu ve gelişimi tam 30 yıl sürdü. 1962 yılında Rachael Carson'un yazdığı ‘‘Sessiz İlkbahar’’ adlı kitapla uyanan çevreci bilinç 1992 yılında Rio de Janeiro'da toplanan çevre zirvesiyle doruğa ulaştı. Ardından 1600 bilimadamının imzaladığı ‘‘Dünya Bilimcileri İnsanlığı Uyarıyor’’ başlıklı bildiri yayınlandı. Bu çevreci ruhun giderek yeni mevziler kazanması beklenirken birdenbire yeni kavramlar ortaya çıkıverdi: Globalleşme, serbest ticaret, borçlar, bütçe açıkları, rekabet yeteneği, kárlılık ve enflasyon. Şimdi herkes gelecekte, global ekonomi içinde nasıl köşe kapacağını hesaplıyor.
Paylaş