160 km diyeti zayıflatıyor ama koşarak değil, yiyecek bulunmadığı için
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bugün Türkiye dahil, dünyanın dört bir yanında zincirleme yeşil protesto eylemleri yapılacak. Maksat, geçen pazartesi Montreal’de başlayan BM İklim Değişikliği Konferansı üzerinde baskı oluşsun.
Kyoto Protokolü’nün ilk zirvesi olan bu 12 günlük konferansa 180 ülkeden yaklaşık 10 bin kişi katılıyor. Türkiye ve ABD dahil protokolü imzalamayan ülkelere baskı olsun diye yeşiller meydanlara çıkacak. Ve bu sefer protestolar sadece zirve mekanında odaklanmayacak. ‘Global düşün, yerel davran’ sloganından hareketle eylemler yeryüzüne yayılacak. Çevreciler, global ısınmaya katkıda bulunan uçaklara binip Montreal’e gitmeyecek. İşte bu anti-nakliye bilincinin bir başka boyutu da iki Kanadalı’nın icat ettiği ‘160 km diyeti’. Bu diyet zayıflatıyor ama, rejim kurallarına uygun gıda bulmakta zorlandığınız için zayıflatıyor. Çünkü diyet, bulunduğunuz yerin 160 km yarıçapı dışında üretilen gıdaların tüketilmemesi esasına dayanıyor.
Ben şahsen insan oburluğunun iklim değişikliğine olan en büyük katkısının, sığırların atmosfere saldığı gazlar olduğunu sanıyordum.
Hani şu McDonald’s düşmanı çevrecilerin tezi; köftelere et olacak hayvanların çıkardığı gazlar sera etkisine, dolayısıyla global ısınmaya yol açıyor.
Ancak insan tıkınmasıyla iklim değişikliği ilişkisinde başka hesaplar da var. Örnek obez Amerika’dan. Hesaba göre ortalama bir Amerikan öğününe dahil olan gıdalar 2500-4000 km arasında yol katediyor ki, bu da yerel besinlerin tüketimi için harcanan petrol ürünlerinin 17 kat fazlasının kullanılmasına yol açıyor. Bu tüketim karbondioksit emisyonunu da aynı miktarda artırıyor. Sonra da bu artışın yol açtığı global ısınma Katrina gibi felaketler şeklinde geri dönüyor.
Meteoroloji uzmanlarına göre 2005’ten kasırga yorgunu olarak çıkacak Amerika’yı gelecek sezon daha fazla ve daha kuvvetli kasırgalar bekliyor. Kuraklık ve deniz seviyesindeki yükselme gibi global ısınmayla doğrudan bağlantılı iklim olayları da yeryüzünde milyonlarca canlıyı tehdit ediyor.
Bütün dünyanın Amerikalılar gibi beslenmesi halinde meydana gelecek felaketleri düşünün. Global ısınmanın önünü almak için 1997’de imzalanan Kyoto Protokolü’nden fazla masraflı diye 2001 yılında çekilen ABD, sera etkisi yaratan gazların atmosfere salınmasında yüzde 25’lik paya sahip. Atmosferdeki CO2 oranı, son 650 bin yılın en yüksek seviyesine çıkmış durumda. 2005 de bütün zamanların en sıcak yılı olarak kayıtlara geçmiş bulunuyor.
GIRTLAK FAKTÖRÜ
İklim değişikliğine yol açan hiç akla gelmeyen faktörler de var. İngilizlerin yaptığı araştırmaya göre dört kişilik bir ailenin bir yılda aldığı gıdanın üretim, işleme, paketleme ve dağıtımı tam sekiz ton karbondioksit emisyonu yaratıyor. Bu hacim, 2012 yılına kadar aşağı çekilmesi gereken emisyonun önemli bir bölümünü oluşturuyor.
İşte bu noktadan hareketle Kanadalı bir çift ‘160 km diyeti’ni icat etmiş. Diyetin orijinal adı aslında ‘100 mil diyeti’. Metrik sistemde 160 km. Kanada’nın Vancouver kentinde yaşayan Alisa Smith-J.B.MacKinnon çiftinin sekiz aydır denediği diyette ekmek kesinlikle yok. Karbonhidrat olduğu için değil, bulundukları yerin 160 km yarıçapı içinde buğday yetiştirilmediği için. Mönüde sığır eti, tavuk, domuz eti, yumurta, mevsiminde veya seradan salata ve domates var. Yılın geri kalan zamanlarında da havuç, şalgam, mantar ve kendi bahçelerinden patates. Marketteki muzlara, mangolara, diğer egzotik sebze-meyveye paydos. İri şalgamları oyup içini bu malzemelerle doldurarak sandviç yapıyorlar. Kış için sebze dondurmuşlar. Yemeklerde baharat yok, Çin’den geldiği için sarmısak da yok. Organik gıdaları da özellikle tercih ediyorlar. Çünkü bu ürünlerde, sera gazı üreten kimyasal gübre kullanılmıyor.
‘Kendimizi gönülsüz bir Atkins diyetinde gibi hissediyoruz’ diyor Alisa Smith. Malum o hiç beğenilmeyen diyet, proteine yükleniyor.
Diyette şeker ve kahve de yok. Çünkü Kanada’ya uzak tropikal iklimlerin ürünleri onlar. Yerli çilekle yapılan reçele de bu nedenle şeker yerine bal koymuşlar. Diyette pirinç de yok. Sonuçta altı haftada 7’şer kilo veriyorlar.
YEREL GIDA HAREKETİ
Kanada geçen yıl 20 milyar dolarlık gıda ithal etmiş. Bunun 5,8 milyar doları meyve ve sebzeye, 748 milyon doları kahveye gitmiş. Sadece Amerikan malı ithal kıvırcık salataya 274 milyon dolar ödenmiş. Gıdaların tümünün nakliyesi kamyon, tren, uçak ve şilep gibi fosil yakıtı yakan araçlarla yapılmış. Ontario Doğayı Koruma Konseyi Direktörü Chris Winter, insanların beslenmesiyle global ısınma arasında çok sıkı bir bağlantı bulunduğunu, yerel gıda hareketinin hükümetler ve iş dünyası tarafından teşvik edilmesi gerektiğini söylüyor. Şimdi bu beslenme konsepti Kanada’nın birçok kentinde sivil toplum örgütleri ve belediyeler tarafından tartışılıyor. ABD’de çevreciler yerel taze besin kullanılması için kampanyalar yürütüyorlar.
KYOTO GERÇEKLERİ
1997 tarihli Kyoto Protokolü’ne göre 140 ülke atmosfere saldığı sera gazı miktarlarında indirime gitmeyi kabul etti. Ancak anlaşma geçen şubat ayında yürürlüğe girebildi. Çünkü protokolü onaylayan ülkelerin toplam gaz emisyonunun, 1990 itibariyle en az yüzde 55 olması gerekiyordu. Bir yıl önce Rusya’nın da onayıyla bu rakama ulaşıldı.
Buna göre protokolü onaylayan 38 ülke, atmosfere saldıkları sera gazlarında 2012 yılına kadar, 1990’daki düzeyden toplam yüzde 5,2 oranında bir indirime gitmeyi kabul etti.
ABD indirime karşı çıkıyor. Bush Yönetimi’nin 2001’de protokolden çekilmesinden önce ABD de emisyonu yüzde 7 oranında kısmayı kabul etmişti.
ABD ve Avustralya gibi emisyon hacminde yüksek payı bulunan sanayileşmiş ülkelerin yanı sıra Türkiye de protokolü onaylamış değil. Çin ve Hindistan gibi hızlı büyüyen ekonomiler de aynı Türkiye gibi kalkınmayı etkileyeceği gerekçesiyle onay vermiyor.
En büyük iklim değişikliği felaketi Avrupa’da
Avrupa Çevre Ajansı’nın AB ülkeleriyle Türkiye’yi kapsayan son raporuna göre Avrupa, dünyanın doğal kaynaklarını kürenin kalan kısmından iki kat daha fazla tüketiyor. Avrupa’da son 5 bin yılda görülmedik bir iklim değişikliği gerçekleşiyor. 2050 yılına kadar, İsviçre’nin buzullarının dörtte üçü eriyecek. Avrupa’daki kentsel alanlar, 100 yıl içinde iki katına çıkacak. Hava yolculukları 2030’a kadar büyük olasılıkla ikiye katlanacak. Denizler, su kaynakları ve havanın kalitesi tehdit altında.