Paylaş
Doğum heyecanla beklenen bebek Elefantiyazis hastası olarak dünyaya gelir. Aile çok üzülür ama bebeklerine olan sevgileri eksilmez.
Bir yaşına girince ameliyat maratonu başlar. Bacağındaki fazla yağ dokuları ve kemik uzunluğu sebebiyle 25 yaşına kadar 18 ameliyat geçirir.
İpek’in fiziki görüntüsü diğer çocuklardan farklı değildir. Bu sebeple ne evde ne okulda engelli çocuk muamelesi görmez. Sadece ameliyatlarından dolayı yaz tatillerinde arkadaşlarından uzak kalır.
İlkokuldan sonra ortaokul ve lise eğitimine devam eder.
17 yaşında, ağustos ayında tatile memleketlerine giderler. Bir sabah İpek yatağından kalkamaz.
Aile şoka girer ama geçici bir durum olduğunu düşünürler, hemen tatillerini yarıda keserek uçakla İstanbul’a gelirler. Hastalığına bağlı olarak omurilik kanaması geçirmektedir.
Bir süre hastanede kalan İpek’in ailesine “kızlarının artık yürüyemeyeceği” söylenir.
İpek o günleri şöyle anlatıyor: “Ailem bana yürüyemeyeceğimi söyleyemedi hiçbir zaman. Çapa’da “Yapılacak bir şey yok” demişler ama ailem beni başka hastanelere götürdü. Ben ayağa kalkıp adım atamayınca artık bir daha yürüyemeyeceğimi anladım ve gerçeği kabullendim. Kardeşlerim, annem, babam ve akrabalarım hayatımı kolaylaştırmak adına seferber oldular. Ben onların destekleri karşısında kendimi daha güçlü olmak zorunda hissettim.”
İpek, tatile gitmeden önce üniversite imtihanlarına girmiş sonuçları bekliyordu, hastalığından dolayı tercih yapamaz ve iki yıl boyunca tedavi görür. Hastalık onu yatağa mahkûm etmiştir ama okuma azmi hastalığının çok üstündedir.
Evde kendi imkânlarıyla üniversite sınavlarına hazırlanır ve Sakarya Üniversitesi Matematik Bölümü’nü kazanır.
Baba, oyalanması için eve taşıdığı kitapları çalışarak kızının üniversiteyi kazanacağını hesap etmemiştir.
Babası şöyle anlatıyor o dönemi “İpek bizim için çok değerliydi, üzülmesini istemiyordum ama dört yıl boyunca ben bu çocuğu her gün okula nasıl getirip götürürüm diye düşünüyor işin içinden çıkamıyordum. Üstelik başka bir şehir. Yapamayacağımı düşündüm. Eşim, kızımızın okumasını çok istiyordu ama bana baskı yapmadı hiç. Akrabalarımız da bana “Haklısın. Zor, yapamazsın.” dediler. Topladım herkesi, İpek’i ikna etmeye çalıştık. “Gel bu sevdadan vazgeç.” dedik.
Ama İpek bana “Tamam, benim için çok şey yaptınız ama en ihtiyaç duyduğum zamanda yanımda olmayacak mısınız?” dedi ve biz onu değil, o bizi ikna eti.
İpek, kardeşlerinin de rızasını alır. Çünkü İpek’in okuması için onların da düzeni bozulacaktır.
İpek, rüyasında gördüğü bölümü tercih eder. Sakarya Üniversitesi Matematik Bölümü’ne kaydını yaptırır. Aile ikiye ayrılır. İpek, annesiyle Sakarya’ya taşınır; baba diğer çocuklarla beraber İstanbul’da kalır. Bir yılın sonunda bölümünü birincilikle bitirir İpek ve İstanbul Üniversitesi Matematik Bölümü’ne geçiş yapar.
Okula babası getirip götürür. Tüm akrabalar da İpek’in okula devam edebilmesi için aileye destek olurlar.
İpek okul dönemini şöyle anlatıyor. “Babam gündüzleri işe gittiğinden ikinci eğitime devam etmem gerekiyordu. Okulu, öğrencileri ve hocaları babam benden daha iyi tanıyordu.”
İpek okulunu ikincilikle bitirir.
Büyük bir heyecanla iş hayatına atılıp kariyer yapmak istemektedir. Lakin işverenleri ikna etmek, babayı ikna etmekten çok daha zordur.
Yaşadıklarını ondan dinleyelim: “İlk İş başvurumu yaptığımda çok heyecanlıydım. CV’mi çok beğenmişlerdi ama sadece o kadar. O günden sonra çaldığım tüm kapılardan takdir edilerek eli boş ayrıldım. Ulaşımımı sorun yapıyorlardı, hâlbuki her iş görüşmemde “Beni babam getirip götürecek” ve “İşime yakın adrese taşınacağım, yeter ki bana şans verin.” dememe rağmen kapılar yüzüme kapandı.Ben veya benim gibiler bunu hak etmiyoruz. Çevremdekiler bana ‘Evden iş yap.’ diyorlar, ben sosyalleşmek istiyorum, kariyer yapmak istiyorum. Okulumu çok zor şartlarda bitirdim ve bunun karşılığını görmek istiyorum. Beni her gün okula getirip götüren babama “Bak babacığım ben boşuna okumadım.” demek istiyorum ama insanlar çok katı.”
Evet, bu güzel kızın hikâyesi böyle sevgili okurlar. İpek şu anda Türkiye Beyazay Derneği’nde gönüllü olarak çalışıyor.
İpek ve onun gibiler takdir edilmek, acınmak istemiyorlar. “Allah yardımcıları olsun.” deyip geçiştirmekle de sorumluluğu atamayız üzerimizden. Allah’ın yardım eli yine insandır. Bu el bazen bir işveren olur, bazen bir arkadaş, bazen küçücük bir tebessüm.
Onların hayat karşısında gösterdikleri cesareti, biz de onlara karşı göstermeliyiz. Bunu yapmak “İPEKL”lere iyilik değil, insan olmanın verdiği bir sorumluluktur.
Paylaş