Hz. İbrahim'den Gülben Ergen'e HAC

HAC : "Ben geldim" demektir.

Haberin Devamı

Haccın tarihini, biz Türklerin hac ibadetini nasıl gördüğünü ve en son Gülben Ergen’in hac ziyaretini konuşalım istedim.

Öncelikle Kâbe’nin tarihinden başlayalım ve bunun için de Hz. İbrahim’in zamanına kısa bir yolculuk yapalım:”

Kâbe’nin yeri Nuh Tufanı’ndan sonra kaybolmuştur. Allah, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’e, inşa edecekleri Kâbe’nin yerini bildirir (Hacc/26).

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Kâbe’nin duvarlarını örerek mabedi tamamlarlar. Kâbe’nin yapımı bittikten sonra Allah, Hz. İbrahim’e, insanları Mekke’ye hac ibadetini yapmaları üzere davet etmesini emreder. (Hacc/27).

Haberin Devamı

Yeryüzünün ilk mabedine “küp” şeklinde olduğu için “Kâbe” adı verilir. İnsanlar ibadet için Kâbe’ye gelmeye başlar. Zaman geçtikçe hac ve umre ziyareti için gelenlerin sayısı çoğalır.

Hz. İbrahim, oğulları Hz.İshak ve Hz.İsmail sebebiyle iki büyük milletin atası olacaktır.

İsrailoğulları ve Araplar…

İsrailoğullarının soyu İshak’a dayanır. İshak’ın annesi “hür” Sare’dir. İsmail’in annesi “cariye” Hacer’dir. Yahudi doktrini Sare ve Hacer’den dolayı İshak ve çocuklarını, İsmail ve çocuklarından üstün tutar. Bu üstünlük iddiası günümüze kadar süregelmiştir.

İshak’ın soyundan gelenler de kutsal mekân olması sebebiyle Kâbe’yi ziyaret ederler. Fakat zamanla tek tanrıya olan ibadetin saflığı bozulmaya başlayınca İsrailoğulları Kâbe’yi ziyaret etmeyi bırakırlar.

Hz. İsmail’in soyundan gelenler Mekke’ye sığmayacak kadar çoğaldılar. Uzaklara göç edenler, Kâbe’den taşlar alıp memleketlerine götürüyorlar orada bu taşlara saygı gösteriyorlardı. (Bu sebeple Mekke’den herhangi taş, toprak alıp yanında taşımak ve saygı göstermek doğru bir davranış değildir.)

Haberin Devamı

Komşu putperest toplulukların da etkisiyle bu taşlara putlar eklendi ve hacılar putları Kâbe’ye taşımaya başladılar. Putlar Kâbe’nin etrafına yerleştirildi.

Mekke’de yaşayan Huzaalıların şefi, Suriye’den dönerken “Hubel” adlı putu yanında getirir ve “Baş Put” olarak Kâbe’nin içine koyar.

Putperestler, putlarının Allah ile insan arasında aracılık yaptığına inanıyordu ve gün geçtikçe Allah ile ilişkilerinin yerini putlar aldı.

Arapların çoğunluğu putperestti. Yapmış oldukları heykellere “İlâh” diye tapıyorlardı.

En önemli putlar ise Hubel, Lat, Menat ve Uzza idi. Mekke'de Kâbe ve civarına tam 360 tane put yerleştirilmişti.

Her kabilenin ayrı bir putu, her putun özel bir ziyaret günü vardı. Böylece yılın her gününde putlarını ziyarete gelenlerle dolup taşıyordu Mekke.

Haberin Devamı

Mekke, bir ticaret merkezi olduğu kadar, putperestliğin de merkezi haline gelmişti artık.

Arabistan'da putperestlerden başka, Musevi, Hıristiyan, Mecusî (ateşe tapan) ve Sabii dinlerine mensup kimseler de vardı.

Bunlardan başka, çok az sayıda, Hz. İbrahim'in tebliğinden o devre ulaşan dini esasları benimsemiş tek Tanrı inancında olan "Hanîfler” vardı.

Hac, Hz.İbrahim’in öğretisinden uzaklaşmıştı, hatta insanların bir kısmı Kâbe’yi çıplak tavaf ediyorlardı.

İslamiyet’e kadar hac bu şekilde devam etti.

Gelelim biz Türklerin Hac ibadetine yüklediği anlama… Hac ibadetine yüklediğimiz anlam diğer ibadetlerle karşılaştırıldığında çok farklıdır, zorlaştırıcıdır.

Haberin Devamı

Gelenekselleştirdiğimiz tabularımız vardır mesela.

Hac, bedenen ve madden gücü yeten Müslümana “yaş sınırı olmayan” farz bir ibadettir.

Ülkemizde bir Müslüman bedenen ve madden durumu müsait olsa bile yaşı otuzlarda-kırklardaysa haccı erteler.

Yetmişli yaşlara gelir ömrü boyunca heyecanla beklediği hacca gider ama farizalarını yerine getirmekte zorlanır. Görevlerini vekâleten yaptırır ve mahzun olup döner.

Umre ziyaretimde şahit olduğum bir olay; “Grubumuzda seksenli yaşlarda bir dedemiz vardı. Hasta ve yalnızdı. Görevliler tarafından bir kere umresi yaptırılmış ve gelene kadar mecburen “yirmi beş gün” otelinde kalmıştı.”

Hac gençken yapılması tavsiye edilen bir ibadet iken bizde bu şekilde olmasının nedeni nedir?

Haberin Devamı

Biz hac ibadetine oldukça saygılı bir milletiz. Yalnız bu saygıyı biraz abarttık. Bir insan hacca gittiyse döndüğünde “melek” olmasını bekleriz.

Yaşam tarzını değiştirmeli, hiçbir ibadetini ihmal etmemeli, ticaretle meşgul olmamalı, kimseyle kavga etmemeli, dünyalık işlerle kesinlikle meşgul olmamalı diye inanırız.

Hâl böyle olunca insanlar Kâbe’ye gitmekten korktu. “Bari ömrümün son deminde gideyim de haccım zayi olmasın.” diye düşündü.

Çok ilginç değil mi? Namaz kılandan, oruç tutandan hayat tarzını değiştirmesini beklemeyiz. Ama hacca/umreye gidenden başka bir insan olup dönmesini bekleriz.

Namaz kılarken yöneldiğimiz Kâbe ile ziyarete gittiğimiz Kâbe aynıdır. İnsanı değiştirmesi gereken bir ibadet varsa oda günde beş vakit yöneldiği Kâbe olmalıdır.

Kabul olmuş bir hac, insanı günahlarından arındırır, sıfır kilometre yapar ama kul hakkına girmişseniz, Kâbe’nin içinde kalsanız ne fayda!

Bu kadar manevi baskı altında hacca giden Gülben Ergen’i ve hacca/umreye giden diğer sanatçıları içtenlikle tebrik ediyorum.

“Allah’ın evini turistik ziyarete çevirdiler!” eleştirisini yapanlara da sadece şunu söylüyorum:

“Sana ne? Allah’ın evi değil mi? Ev sahibi, misafirini kabul etmişse sana-bana söz mü düşer?”

*Kurbanın kesmenin Kur’an’daki hükmü için Kevser Suresi’ni okumanızı tavsiye ederim.

Yazarın Tüm Yazıları