Paylaş
Gencecik bir genç kızın vahşice öldürülmesine duyduğumuz öfkeyi, şahsi öfkelerimizin önüne koyduk, olayı siyasileştirdik, ucuz kahramanlıklar yaptık.
Soma’da yaşanan ölümlerin bizleri acıda birleştirmediğini gördüğümde duyduğum hüznün kat be katını hissettim Özgecan’da…
Her acının bizleri biraz daha ayrıştırdığı insanlar olduk. Birbirimizi suçlasak da hepimizin bu ayrıştırmada sorumluluğu olduğu çok açık bir gerçek…
Şu üç tweet genel anlamıyla bize bir “Türkiye Tablosu” veriyor:
Ali Tezel’in; “Tecavüz eden sünni, tecavüz edilen alevi olunca Akitler sessiz kaldı, reisleri ve şürekâsında cenazeye bile gelmedi.”
Cemile Bayraktar’ın; “Müslüman ülke, tecavüz… fırsatçılığına soyunmayın, Amerika’da her iki dakikada bir kadın tecavüze uğruyor. Şimdi çenenizi kapatın.”
Nihat Doğan’ın; “Siz de mini eteği giyip soyunup laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksınız.”
Ali Tezel'in herhangi bir açıklaması olmadı.
Cemile Bayraktar’ın paylaşımının cımbızlandığını ve hedef saptırıldığına ilişkin açıklamasını okudum. Kendi adıma söyleyeyim, yaptığı açıklamayı yetersiz buldum. Tweeti zamansız ve gereksizdi.
Nihat Doğan ise tweetiyle ilgili açıklamalarıyla günden güne bizi şaşırtmaya devam ediyor. İsrail’den giriyor, Paralel Yapı’dan çıkıyor. Din’den girip, delikanlılıktan çıkıyor. Kendisini eleştiren sanatçı ve şahıslara verdiği seviyeli (!) cevaplarla da başlı başına bir konu…
Kendisine sormak istiyorum; “Madem bu kadar delikanlısın gelen tepkilerden sonra neden yazdığın tweeti sildin?”
…
Özgecan’ın ardından idam gündeme geldi. Ben de idamı savunanlardanım. “İdama hayır!” diyenleri de “İdama evet” diyenleri de ilgiyle takip ediyorum. Düşüncemi değiştirebilecek bir teze henüz rastlamadım.
Kader Eski Başkanı ve Eşitlik İzleme Kadın Grubu kurucusu Avukat Hülya Gülbahar’ın Ayşe Arman’la röportajı vardı Hürriyet’te.
“İdama hayır.” diyor Gülbahar. Özetle şöyle savunuyor düşüncesini; Bütün muhafazakâr ve otoriter iktidarlar idamı savunuyorlar… Çünkü idam; iktidarların, muhaliflerine gözdağı vermek için kullandıkları “devlet terörü”dür... Ve iki hafta önce İran’da, tecavüzcüsünü öldüren kadının idam edildiğini ve zina söz konusu olduğunda “sadece kadınların taşlandığını” söylüyor.
Böyle bir savunmanın kimi ikna edeceğini bilmiyorum. Ben ikna olmadım, algıladığım tek şey Hülya Hanım’ın koyu bir iktidar karşıtlığı. Türkiye’de kadını konuşurken İran’daki bir kadının taşlanma örneğini vermenin ne ilgisi vardır?
Evet, Türkiye’deki cinayetlerin sorumluluğu hükümetindir. Bu sorumluluğun içinde kadına karşı kullanılan şiddetin durdurulması için sert önlemler alınması var. Tecavüz suçlarına ağır yaptırımlar getirmesi var. Siyasilerin rahatsız edici “örnek kadın profili” var. Özellikle bu davranışın çok incitici olduğunu vurgulamak istiyorum. Hangi kutsal adına olursa olsun kimsenin kadına ayar verme hakkı yoktur. Hocaların vaazlarında kadınları rencide eden ve erkeği şiddete teşvik eden sözler var. Amenna…
Lakin “hunharca öldürülmeye karşı istenen idam cezasını” muhaliflere gözdağı vermek için kullanılacağı iddiası haklı olduğunuz bir alanda sizi haksız kılar.
Bizim konuştuğumuz idam cezası “hunharca, canavar hislerle, tasarlayarak insan öldürülme” suçunu kapsayabilir. Buna hükümetinden iktidarına, sivil toplum kuruluşlarından vatandaşa kadar kimsenin itirazı olacağını düşünmüyorum.
Hükümet, muhalefet ve sivil toplum kuruluşları bu konuda kavganın değil anlaşmanın mücadelesini vermelidir. Yalnız, hükümet sivil toplum kuruluşları arasında ayrım yapmamalıdır. Kendi görüşüne uymayan kadın derneklerini öteleyerek yapılacak çalışmaların bir anlamı olmadığını da özellikle vurgulamak istiyorum. Kadınlarla ilgili alınacak kararlarda her kesimin söz söyleme hakkı vardır. Aksi davranış adaletli olmaz ve ülkeye huzur getirmez.
Paylaş