Paylaş
Bugün babamı yazmak istedim. Onu tanımanızı ve dualarınıza katmanızı istedim.
Babası hayatta olan yetişkinlere “babanızı ne kadar tanıyorsunuz” diye sorsam “Tabii ki çok iyi” diyeceklerdir.
Bir kez daha düşünün derim. Çünkü ben de babamı çok iyi tanıdığımı zannederdim. Ta ki vefatından sonra, kitaplarının arasında bir günlük bulana kadar.
……….
Babam okumayı çok severdi. Hiçbir yere kitapsız gitmezdi. Okumayı çok sevdiğini biliyordum ama bunun için ne kadar mücadele verdiğini onun günlüğünü okuyunca anlayacaktım.
Askerde iken şöyle yazmış: “Şartlarım zor ama çok mutluyum, olduğum yerde kitap okuma imkânı bulabiliyorum.”
14-15 yaşlarında üvey annesinin zulmünden kaçıp İstanbul’a geldiğini yazmış. Kaçışından dolayı üvey annesini ve babasını değil, kendini suçlamış babasını üzdüğü için.
Hiç bilmediği İstanbul’a gelir gelmez ilim öğrenmek için hoca aramış. Önce kitap sonra ekmek almış kendine. İşçi emeklisiydi ama büyük bir kütüphane vardı evimizde. Kitapsız geçen bir günü yoktur hatıralarımda.
Annem babama “Bu kitaplarını koyacak yer bulamıyorum, alma artık.” derdi. Babam da annemi “Ben senin çiçeklerine karışıyor muyum?” diye cevaplardı. Ama yine de çiçek alır gelirdi eve. Öyle papatya filan değil, saksı çiçeği.
.....
İkiz kardeşimle çok güzel bir çocukluk yaşadık. Sadece biz değil sokağımızda ki arkadaşlarımız da. Hepimizi toplar lunaparka götürürdü. Arkadaşlarımıza ve bize harçlık verirdi.
İkiz kardeşimle bizi ayıramazdı. Harçlık verirken sorardı “Sana harçlık verdim mi?” diye.
Kararlarımıza her zaman saygılı oldu.
Annem otoriter bir kadındır, çok kızardı babama “Bu kızları çok şımartıyorsun!” diye. Babam “Korkma, onlar okuyacak, şımarmazlar.” derdi.
Biz babamızdan korkmadık hiç. Sevdik sadece.
Tüm çocukların seveceği bir babaydı. Cenazesinde sokağımızdaki tüm çocuklar ağladığında ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım.
....
Hayatın ve insanların ne kadar kötü olduğunu anlatamazdık ona. Öğretmen olarak kendini tanıtan biri tarafından dolandırılınca çok üzülmüştü. Giden parasına değil, söylenen yalan onu üzmüştü.
Komşumuzun hastaneye gidecek kimsesi yoksa sabah erkenden gider numara alırdı ona. Sonra gelir hastaneye götürürdü. Kızardık “Sen yaşlısın, yorma kendini bu kadar.” derdik. Dinlemezdi bizi.
Cenazesinde anladım bütün “yorgunluğuna değdiğini”. O herkese koşmuştu, herkes de ona koştu.
.....
Annemi çok severdi. İstanbul dışına çıkacağı zaman mahallemizin bakkalına tembih ederdi. Her gün bir dondurma muhakkak anneme gelirdi.
.....
Bir de Kâbe’ye gitmeyi çok severdi. Her gittiğinde bize kartpostallar gönderirdi. Bavul dolusu oyuncaklarla gelirdi. Annem “Çocuklar mı daha küçük yoksa sen mi bilmiyorum.” diye çıkışırdı.
Babam, ardında biriktirilmiş bir sürü iyilik bırakarak ayrıldı . Nereye gitsek bizi karşılayan hiç bitmeyen iyilikler. Ve hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını öğretti giderken.
Ve yaşadığı gibi ayrıldı aramızdan . Okurken, sessizce… Tıpkı duaları gibi…
Onun bizi Allah’a emanet ettiği gibi ben de onu “görüşünceye dek” Allah’a emanet ediyorum.
*Kasım 2014 tarihli yazım.
Paylaş