Yaklaşık dört yıldır engelli istihdamı alanında çalışıyorum. Engelli bireyleri yeteneklerine ve engellerine göre özel sektöre yerleştiriyoruz ve takibini yapıyoruz.
Devlet, EKPSS ve kura sistemiyle belirli sayıda engelliyi istihdam ediyor ve belli şartlarda kurumlara da engelli çalıştırmasını mecbur kılıyor.
Kurumlar da şartlarına uygun engelli arıyor. Bu aşamada “istisnalar hariç” bazı kurumlar haksızlık yapıyor.
Yaşadığım bir olayla örnek vereyim; Bir gün ofise tekerlekli sandalye kullanan bir genç kız geldi. Üniversiteyi dereceyle bitirmiş, pırıl pırıl bir insan. “Ben çalışmak, kariyer yapmak istiyorum.” dedi. Biz de işimizin gereği olarak kızı ortopedik engelliye uygun bir kuruma önerdik. Servisleri uygun olmadığı için babası her gün kızını getirip götürmeyi taahhüt etti. Fakat kurum tüm bunlara rağmen riski (!) göze alamadı ve kabul etmedi. Aradan bir yıl filan geçtikten sonra kızımız devlet memurluğunu kazandı ve görevlendirmesi yapıldı. Atandığı kurum, bir ay içinde servis ve çalışma ortamını ortopedik engelliye uygun hâle getirdi.
Özel kurumlar mümkün olduğunca fiziksel engeli az olan kişileri istihdam etmek istiyor. “Engeli görünmeyen engelli” mantığı hâkim maalesef. Bir kurum bana şu cevabı vermişti “VIP müşterilerimizin rahatsız olmasını istemiyoruz, bu yüzden de ortopedik engelli çalışan istemiyoruz, engeli görünmeyen engelli olsun mümkünse.”
Özel kurumların, engelli istihdamıyla ilgili hükümetin yapabileceği en güzel teşvik Korumalı İş Yeri Uygulaması olacaktır.
ENGELLİ MAAŞLARININ ESİR ETTİĞİ HAYATLAR…
Ülkemizde, çalışamayacak durumda olan engelliler maaşa bağlanır ve yakınları da bakım parası alır. Hükümet, geçtiğimiz yıllarda“engel durumuna bakılmaksızın, engellinin yaşadığı hanedeki gelir durumunu” baz alarak düzenlemeye gitti. Bu da çoğu engellinin maaşının kesilmesine neden oldu. Bununla da kalmadı, 18 yaşından büyük erkeklere “babasının SSK’sından yararlanamadığı için” GSS borcu çıktı. Bu uygulama, engelli kişiyi birey olarak kabul etmeyen yanlış bir uygulama ama hâlâ bir çözüme ulaşamadı maalesef (bu hususta çok fazla mağduriyet yaşanıyor). Umarım en kısa zamanda eski hâline geçiş yapılarak yaşanan mağduriyetler ortadan kaldırılır.
Telefonla aldığım randevuda yanlış anlaşılma olunca numara aldım ve sıramı beklemeye başladım. Fakat muayene odasına sırada bekleyen hastalardan ziyade jandarma eşliğindeki tutuklular ve hastane görevlilerin yanında getirdikleri yakınları giriyor. Ama öyle bir iki değil mümkün değil sıra ilerlemiyor. Herkes söyleniyor filan.
Nihayetinde hastane temizlik görevlisi olan bir adam yanındakilerle birlikte doktorun odasından çıkınca dayanamadım “Beyefendi bu kadar insan bekliyor, siz niye sıra beklemiyorsunuz?” diye sordum. “Ben burada çalışıyorum, niye bekleyeyim? Ağabeyimi muayene ettirdim.” dedi. “Sizin muayene olma önceliğiniz yok, yetkililere söyleyeceğim.” dediğimde ise “Kime istersen söyle…” havasını takınarak gitti.
Doktora nedenini sorunca aldığım cevabı buraya yazmak istemiyorum.
Durumu ALO 184’e bildirdim fakat görevlinin ismini bilmediğim için şikâyetimin geçerli olamayacağını ifade ettiler. Özel hastanelerde personelin ismi yazar fakat devlet hastanelerinde böyle bir uygulama yok maalesef.
Bu tarz olaylar o kadar sık yaşanıyor ve vatandaşlar o kadar bunalmış ki…
Hastanede 65 yaş üstünün ve 7 yaş altı çocukların muayene olma önceliği olduğu yazmasına rağmen tutukluların, çalışan yakınlarının önceliğe alınması nedir?
Bir vatandaş olarak sağlık alanında, bu kadar devrim yapmış bir kurumdan;
Devlet hastanelerindeki bu laubaliliğe bir son verilmesini,
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama Amerika, İsrail ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, ülkeler en temel politikalarını kendi vatandaşlarının emniyeti, huzuru ve özgürlüğü üzerine konumlandırılır. Ama Ortadoğu ülkeleri söz konusu olunca en temel politika “DİN”dir. Öncelikli sorun, dinin ılımlaştırılması veya diyaloga açık hâle getirilme çalışmalarıdır.
Halbuki İslam’ın ılımlaştırılmaya değil, akıllı inananlara ihtiyacı vardır.
Bugün “Müslümanların terörist olarak algılanması” planını ve programını kim yapmış olursa olsun, malzeme Müslümanlardır.
Ölen de öldürülen de aynı dinin farklı mezheplerine mensup olan Müslümanlardır.
Ümmet için ölmenin faziletiyle büyüyen çocukların, ölümden sonraki cenneti kazanabilmeleri için bu dünyalarını cehenneme dönüştürenlerin tuzaklarına düşen insanların ülkesidir; Ortadoğu.
İslam dünyasının, yarını için yapacağı en büyük yatırım; kendi çocuklarını, “ülkeleri için yaşamaları gerektiğine” inandırmaktır. İnsanlar bir birey olarak hayatlarının değerini, ümmet için hatta insanlık için yaşamanın ve yaşatmanın anlamını öğrendiği zaman radikalizm zaten doğal olarak bitecektir.
Suud, bugüne kadar ne Ortadoğu’da yaşanan zulme ses çıkarmıştır, ne yok olan hayatlara, ne de ülkesinde yaşayan kadınların gasp edilen özgürlüklerine. Yakın zamanda yoğun protestolara neden olan “kadınların araba kullanma yasağı”nın kaldırılmasını, ılımlı İslam’a geçecek olmalarının bir işareti olarak da görmüyorum.
Suud, Müslüman ülkeler arasında kadınların en çok baskı altında olduğu ülkedir. Önce kendi ülkesindeki kadınların özgürlüklerine ılımlı yaklaşsın, somut adımlar atsın…
İyi Parti, çok konuşulacağa benziyor. Eleştiriler filan elbette olması gerekenler. Bir de olmaması gerekenler var, mesela Ak Parti Milletvekili Mehmet Metiner’in yorumu gibi.
Metiner’in, bir iktidar partisinin milletvekili olarak kendisine düşen önce tebrik etmek sonra eleştirmektir. Zira parti kurarak söz sahibi olmak isteyenlerin, darbe girişimiyle söz sahibi olmak isteyenlerin yanında geçiş üstünlüğü vardır. Bunu da en çok iktidar partisi takdir etmelidir.
“İYİ Parti’nin arkasında kim var, kim destekliyor?” sorusunun cevabını ancak MİT verebilir. Varsa FETÖ ile bir bağlantısı, gerekeni yapar. Varsa bir bağlantı, adalet hüküm verir. Bu her şeyin altında FETÖ var dayatmasından gına geldi…
Nedense ülkemizde her siyasi parti kuruluşunun ardında bit yeniği aramak bizim olmazsa olmazlarımızdandır.
Geçtiğimiz haftalarda dünya gündemi Hollywood’un ABD’li film yapımcısı Harvey Weinstein’in cinsel taciz ve tecavüz haberleriyle çalkalandı. Birçok ünlü kadın oyuncu itiraflarda bulundu, yaşadıklarını paylaştı vs.
“Nedir bu kadınların erkeklerden çektiği?” demeye kalmadan en az 38 kadın daha yönetmen James Toback tarafından cinsel tacize uğradığını itiraf etti.
Bu itiraflardan sonra anladım ki kadına bu dünyada huzur yok arkadaş.
Weinstein olayından sonra ABD’li modacı Donna Karan “Önce kendimize bakmalıyız. Dünyada kadınlara yönelik muameleye dikkatli bakmalıyız. Haiti, Afrika ya da gelişmekte olan ülkelerde kadınların durumu çok zor. Ülkemizde durum farklı. Bence durum kendimizi nasıl sunduğumuzla da alakalı. Biz ne istiyoruz? Tüm bu cazibe ve cinselliği öne çıkararak biz aranıyor olabilir miyiz?” açıklamasını yaparak arkadaşına sahip çıktı.
Yalnız tecavüzcü de olsa bir insana olunabilecek en kötü destek ifadeleriydi. Tecavüzcü bir adam için kadının kendisini sunmasına gerek yoktur, zira her hareketi sunum olarak görür. Değil dekolte, çarşaf giyseydi o oyuncular için hiçbir şey değişmezdi. Bunu dünya anladı da Karan nasıl algılayamadı hayret “Hastalıklı bir ruha sahip” dese daha anlaşılır olurdu.
Neyse, benim konuyu kaleme alışımın sebebi başka.
Oyuncuların itiraflarını okudum, hemen hemen hepsinin devam eden tacizlere karşı sessiz kalmasının sebebi “kariyerlerinin bitecek olması” korkusu. Bu ne kadar geçerli bir nedendir bilemiyorum ama itiraflardan anlaşılıyor ki, Dünyanın en prestijli ödülü olan Oscar’ı almak bile kadının yaşadığı aşağılanmışlık duygusunu yok etmiyor.
Neye üzüldüm biliyor musunuz? Öyle elin Hollywood’undaki tecavüzlere mi üzülüyorsun diye yargılamayın. Düşünün; Amerika gibi bir ülkede yaşayan, bu kadar akıllı ve güçlü kadınlar, yıllarca sapık bir adamın tacizine sadece kariyerleri zarar görecek diye ses çıkaramıyorsa mahalle baskısı ve ölüm tehdidi altında olan kadınlar nasıl çıkaracak?
Gelin ben size üst düzey olmayan Ak Partili seçmenden gözlemlerimi aktarayım. Olayları değerlendirmenize naçizane bir katkım olur belki.
Dikkat ettiyseniz istifası istenen hiçbir başkanla ilgili halkta olumsuz bir tepki yok. Mesela “Biz Başkanımızı sandıkta seçtik, siz nasıl istifasını istersiniz?” veya klasik söylemimiz olan “Dik dur, eğilme! Millet seninle.” gibi protestolar yok.
Neden? Çünkü yerel veya genel seçimlerde vatandaş adaya değil, lidere oy veriyor. Bunu doğru bulur veya bulmazsınız ayrı ama gerçek olan bu.
Birçok yerde halkın istemediği ve sevmediği kişiler aday oluyor. Bunu da Ak Parti’nin üst yönetimi bir şekilde yolunu bularak yapıyor.
Sonra o kişiler Tayyip Bey sayesinde aday oluyor ve sonrasında da her yaptıkları yanlışın faturası doğal olarak şahıslarına değil Tayyip Bey’e kesiliyor. Yani bir anlamda Tayyip Bey’in vatandaş nezdindeki kredisini istismar ediyor.
Olaya böyle baktığınız zaman, Tayyip Bey’in istifaları istemesini doğru bulabilirsiniz ki bana göre doğru olanı yapıyor.
Burada Tayyip Bey’i eleştireceğim tek husus; bugüne kadar, özellikle bazı isimlere bu kadar müsamaha gösterilmesi ve Ak Parti seçmeninin bu isimlere mecbur bırakılmasıdır.
(Yalnız, Belediye Başkanlarının eğer suç dosyası varsa bunun istifaları neticesinde rafa kaldırılmasını adil bulmadığımın şerhini düşmek istiyorum. Adalet önünde kimse imtiyazlı değildir, olmamalıdır.)
Dünya’nın ve Türkiye’nin gündemine meydan okuyan, hayallerinin peşini bırakmayan, insan hayatını güzelleştirmek için çalışan ne kadar çok kadın varmış meğer ülkemde.
Arkadaşlarımla oluşturduğumuz Whatsapp grubumuzdaki bir arkadaşımızın arada sırada gruptakilere “Çok sıkıcısınız” demesi gibi görüyorum KADIN’ın varlığını. Bu yüzden “İyi ki varız” diyorum…
Bu hafta sizlere moda dünyasından bir isim tanıtacağım. Bir Türk kadınının başarısını okuyacak ve eminim siz de benim gibi gurur duyacaksınız.
Bağcılar Belediyesi’nin, 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü sebebiyle hazırlamış olduğu ve ünlü sanatçılarımızın da tasarımına katkıda bulunarak bizzat engelli gençler tarafından hayata geçirmesinin sağlandığı harika projesini okuyacaksınız.
Müftülerin yasalarla belirlenmiş olmasına rağmen küçük yaşta kız çocuklarını evlendirme ihtimalleri, sadece dini nikâhla olan birlikteliklerin çoğalma ihtimali vs.
Önce size bir şey söyleyeyim, boşuna müftülerin günahını almayın. Bugün İmam Hatip’e gidip dini bilgi sahibi olan gençler kendi aralarında dini nikâhlarını kendileri kıyıyor; değil müftülerin, ailelerin bile haberi olmuyor.
Her nikâh tartışmasında, olayın laiklik adına duyulan endişeye dönüşmesini haksızlık olarak görüyorum.
Hatırlarsanız bugünün tartışmalarını 2015 yılında resmi nikâh olmadan dini nikâh kıydıran ve kıyanlara yönelik hapis cezasının iptalinde yaşamıştık.
Dini nikâhın suiistimal edilmesini önlemek adına konulan bu yasağın, kişilerin özgürlüğünü bağlayıcı olduğunu ve yanlış olduğunu, ayrıca laiklikle bir ilgisinin olmadığını o gün de anlatamamıştık.
“Yetişkin olan kadın ve erkeğin cinsel birlikteliklerini ‘özgürlük’ olarak tanımlayalım ama bu birlikteliği dini nikâhla yapanlara hapis cezası verelim.” mantığını korku üzerinden savunanlar bugün yine aynı korkuyla kişilerin tercih hakkına karşı çıkıyorlar.
Evet, kadına yönelik arızalı bir algı durumu var ülkemizde ama bunun bütün sorumluluğunu müftülere yükleyip, kendilerine verilen yetkisini kötüye kullanacak öngörüsü neden?
Müftünün, devlet memuru olması laikliğe zarar vermiyor da, yasalar çerçevesinde resmi nikâh akdini yapması mı zarar veriyor? Madem bu kadar güvenilmez müftülerimiz var, o zaman Diyanet’i feshedelim.