Paylaş
Dehşete düştüm.
Sanki bir düğmeye basıldı ve beni seven, sevmeyen herkes mail atmaya başladı.
Tepkiler çeşitli ve ilginçti.
Yazanların yüzde 99’u da aynı tondan, aynı tür yazılara devam etmemi talep ediyordu.
Ben anladım ki, insanlar fena halde bıkmışlar, yılmışlar.
Çaktırmıyorlar ama olup bitenden gerçekten nefret ediyorlar.
Dışarıdan baktığınızda normal hayatlarını sürdürüyorlar.
Hatta, olup bitene ilgisiz gibi duruyorlar.
Gençler, kadınlar, üniversiteliler, emekliler, yurtdışında yaşayanlar, anneler, babalar, işçiler, patronlar...
Öyle böyle değil, müthiş bir tepki var.
Size yemin ederim, beyinlerinin bir tarafı isyan halinde.
Herkesin canına tak etmiş.
Bu da beni acayip umutlandırıyor.
Alttan alta kaynıyor bu ülke.
Bu, aynı zamanda korkutuyor da.
Çünkü herkes bir başkasından bekliyor, birilerinin harekete geçmesini, birilerinin bir şey yapmasını, birilerinin bir şey yazmasını...
Ve kesinlikle muhalefet yapan yazar okumak istiyorlar.
Kafa tutan.
“Yeter artık!” diyen.
Ben de bir an durdum.
Kendime baktım.
“Peki, bir gazeteci olarak ben n’apıyorum?” dedim.
Bunca yıl siyasete ne kadar bulaştım?
Bulaşmadım.
Peki, ne yaptım?
Yıllar yılı, size başka renkleri, hayatları, öyküleri taşıdım.
Röportajlarla, yazılarla, Yarım Kalan Hayatlar’la...
Kötü mi ettim?
Hayır asla!
Bu, kendime ihanet olur, yapamayacağım, çok emek verdim gazeteciliğime, tuğla tuğla ördüm.
Kendimi anlatırken de, pazar röportajlarıyla da aslında hep özgürlüklerden söz etmeye çalıştım.
Kendimce, ben de siyaset yaptım.
Farklı bir siyaset.
Başka türlü düşünebileceğimizi, yaşayabileceğimizi de göstermeye uğraştım.
Kenarda, kıyıda kalmış insanların hikâyelerini dayadım önünüze.
Artık anlayana...
Ama şimdi sanki bütün bunlar, LÜKS. Şu anda başka şeylere ihtiyaç var.
* * *
Ama ne yazık ki...
Şimdi geldiğim noktada, ben de bilmiyorum nasıl ilerlemem gerektiğini...
Kendi kendime, “Ya bir dakika biz ne yapıyoruz? Nasıl bir gazetecilik yapmamız gerekiyor?” sorusunun cevabını veremiyorum.
Ortalıkta esen rüzgâr kötü, herkes kendi içine kapanmış durumda.
Her şey, el yordamıyla ilerliyor.
Hislerle. İçgüdüsel.
En azından benim için öyle.
Ben de Jeanne D’arc değilim.
* * *
Dolduruşa gelmek de istemem, ki bizim kültürümüzde çok olan bir şey.
Zaman, akıllı davranma zamanı.
Zaman, dolduruşa gelmeden tepki gösterme zamanı.
Zaman, “Hayatımda her şey iyi giderken, neden mutsuzum ben? Bu memleketi kimseye kaptırmayacak kadar çok seviyorum, henüz nasıl bilmiyorum ama
mücadele edeceğim” deme zamanı.
Zaman, kazanılmış mevzileri koruyabilmek için itiraz etme zamanı.
Zaman, uyanma zamanı.
Sizin için öyle olmayabilir ama benim için öyle.
Uyandım ama henüz balığa gidemiyorum.
İnşallah o da olur...
Bikini de değişti, içindeki de
BU nedir ya!
Sözüm erkeklere, erkek yöneticilere, erkek editörlere...
Madem her şeyi tartışıyoruz bu ülkede, gelin bunu da tartışalım.
İnternet sitelerinde kadınların bedeniyle ilgili, “Şöyleydi, böyle oldu” diyen haberlerden, galerilerden söz ediyorum.
Ben sizin okurunuzum, kadın okurunuzum, ben de kilo alıp veriyorum, tıpkı o ünlü kadınlar gibi, tıpkı bütün insanlar gibi, tıpkı siz erkekler gibi, üstelik sizin bir açığınız daha var, biz kadınlara göre bir de kelleşiyorsunuz...
Ama biz fotoğraflarınızı basıp, “Böyle karizmatikti, şimdi karizmayı çizdirdi, yolunmuş tavuğa döndü” diye altına “yaratıcı” görüşlerimizi yazmıyoruz.
Belki bazı ünlü erkeklerin eski ve yeni yüz fotoğrafları yer alıyordur, “Robert Redford böyleydi, şöyle kırıştı” gibi.
Ama erkek bedenleri bu kadar sergilenmiyor.
Lütfen siz de yapmayın.
Bizim sitemizde de yapılıyor, onlardan da rica ediyorum.
Kulak verirler vermezler bilmiyorum ama bu tür yayınların haber sitelerinin ciddiyetine gölge düşürdüğüne inanıyorum.
Tamam eminim, çok tık alıyorsunuzdur ama bu aynı zamanda, hazzetmediğimiz bir “erkek duruşu” sergiliyor, “Erkek egemen toplum kadını eziyor” diyoruz,
“Aşağılıyor, hiçe sayıyor” inanın bu haberler de öyle...
Haber bile değil bunlar, geyik. Manası olmayan geyik.
Pınar Altuğ’un sarı bikinili iki fotoğrafı mesela...
Tepesinde, “Bikini de değişti, içindeki de” yazıyor.
Birinci karede Altuğ, daha ince görünüyor, “Bu fotoğraf, eşiyle geçen yıl çıktığı tatilde çekildi” yazıyor.
Sonraki fotoğrafta, “Güzel yıldız, hiçbir zaman zayıf değildi ama bu yılki kadar da kilolara teslim olmamıştı. Özellikle karın ve basen bölgesinde toplanan fazla kilolar dikkatlerden kaçmadı. Ne yazık ki o da, geçip giden yıllardan nasibi aldı.”
Ne fena.
Yaratıcı bile değil.
Kadın o karede çocuğuyla ilgileniyor mesela, eğilmiş, karnı kat kat olmuş.
E ne var?
O kadın, sadece o sarı bikiniden ya da içindekinden mi ibaret?
İçimden bu fotoğrafları basan erkek editörleri soyup, fotoğrafını çekip aynı şekilde sergilemek geliyor.
Altına da, “Gazeteciliğe başladığında tığ gibiydi, şimdi içkiden ve stresten bu hale geldi. Kafada da saç kalmadı. Ektirmek istiyor ama korkuyor...” yazmak.
Ne kadar acımasız ve sevimsiz değil mi? Yapmayalım.
Biz aynı saftayız.
Enerjimizi başka şeylere harcayalım.
Safsınız, ‘gri’siniz ve suçlusunuz!
Dediğim gibi tonlarca mail geldi. Buyurun Derya’nınkini birlikte okuyalım. O beni ve benim gibi düşünenleri eleştiriyor. Gri’liği yerin dibine batırıyor...
* * *
Bence “griler”dir asıl tehlikeli olanlar!
Çünkü duruşu belli değildir onların. Ne yapacakları belli olmaz. Pasif ve güvenilmezdirler.
Başkalarının vücudu, hayatı, özgürlüğü, sanat anlayışı hakkında karar vermeye kalkmak yanlıştır, kötüdür, “siyah”tır.
Bu hep ve her yerde böyledir.
Bunun yanlış olduğunu haykırmak, “beyaz”dır.
Peki bu arada, “griler” ne yapar?
Onlar gevşemiştir çünkü hiçbir şey onları rahatsız etmez, edemez.
Onlara dokunmayan yılan bin yaşamalıdır. Onlara göre, “Kişi hak ve özgürlüklerine karışılamaz... Ama kardeşim onlar da çok açık giyiniyorlar!”dır. “Sanat evrenseldir... Ama kardeşim o heykel de harbiden çirkindir!”, “Konuşma ve düşünme özgürlüğü vardır... Ama kardeşim onlar da Ergenekoncudur!”
Deliler gibi sinirliyim ve çığlık atmak istiyorum!!
Lütfen siz de yazarlar olarak “ama”larınızı artık atın... YETER!!
Bir insan kötüyse kötüdür. Yöneticiliği, aldığı kararlar, üslubu, geçmişte ve bugün yaptıkları kötüyse, kötüdür. Orta yolu yok.
Bütün bu olanlara izin verdiğimiz “GRİ” olduğumuz için, hepimiz suçluyuz!
Dün para için katil olanın, bugün anlayış abidesi olacağını düşündüyseniz, siz gerçekten safsınız!
Ve maalesef GRİ’siniz... (Derya.)
ARTIK BENİ DE BEYAZLARDAN SAY
Derya! Güzel yazmışsın. Eline sağlık. İçten yazmışsın. Hissederek. Belli ki gerçekten samimisin. Ne var ki, ben senden farklı tanımlıyorum, “gri”liği.
Kızma ama başımıza ne geldiyse, senin gibi “beyazlar”dan ve şu an kürtaj konusunu artık saçmalık noktasına getiren “siyahlar”dan kaynaklandığını düşünüyorum.
İki taraf da çok sert, biri “inançlı”, diğeri “ilkeli”, iki taraf da taviz vermedi, vermiyor.
Oysa hayat, ne sadece siyah ne beyaz.
Ne sadece iyiyiz ne sadece kötü Derya.
Ama bak şu konuda haklısın, geldiğimiz noktada görüyoruz ki, “gri” olmak bir işe yaramadı, yaramıyor.
Bu ülkede, lanet olsun ki, artık saf olmak, taraf olmak gerekiyor.
“Siyah” her şeyi gelip, yutuyor.
“Grilerin Kaybolduğu Türkiye” yazısında anlatmaya çalıştığım buydu.
“Bu siyahlık benim hayatıma, canıma kastederse dibine kadar beyaz olurum...”
Ama kalbimi soruyorsun, senin gibi keskin çizgilerle ayıramıyorum hiçbir şeyi.
Çok seviyorsam birini, gururlu mururlu da olamam. Köpek gibi, “Gitme” diye de yalvarırım.
Ama sana göre yavşaklık, öyle değil mi?
Bana göre insanlık. Böyle yaratıklarız, kusurlu, eksik, zaafları olan.
Kocam beni aldatsa kapıya da koyamam, ancak sevgimin geçmesi lazım. Sen yapabilirsin belki.
Neyse Derya, yaşayıp göreceğiz, beni de artık “beyazlar”dan say, bu ülkede “gri”lik sökmüyor geç de olsa anladım...
Paylaş