Görür görmez aşık oldum onun yüzüklerine. Sebebi yok. Aşk işte. Ve nedense, bu yüzüklerin mucidinin Ermeni olduğunu duyunca, hiç şaşırmadım. Hatta, bana tuhaf bir şekilde güven verdi.
"Tabii ya, kuyumcusu ustası dediğin Ermeni olmalı!" dedim kendi kendime. Bir dayanağı var mı? Yooo. Önyargı işte. Ama pozitif bir önyargı. Çünkü yaptıkları çok güzel.
Türkiye’de Ermeni cemaatinin gençleri genellikle üç mesleğe yönelirlermiş: Kaportacı, tiyatrocu, kuyumcu. Sevan onlardan, kuyumculardan. Okulla arası hiç iyi olmamış, ilkokul 5’teyken okumayı bırakmış, Kapalıçarşı’nın yolunu tutmuş. Ustasının yanında yetişmiş, artık dünyada kalmayan bir yöntemle (usta-çırak ilişkisi) kuyumcu olmuş. Hem müthiş bir zanaatkár hem de müthiş bir sanatkár. Sekiz koleksiyonu var: Bizans, Osmanlı, Hayvanlar, Kapılar, Aşk Merdiveni, Selçuklu ve Gözlük Koleksiyonları...
İnsan heyecanlanıyor onun yüzüklerini görünce. Bu tarz yüzükleri biz kiliselerin duvarlarında ikon olarak görüyorduk, ya da tarih kitaplarında padişah resimleri olarak. Ya da Osmanlı padişahlarının parmaklarında. Biraz absürd. Biraz "Daha neler!" dedirten ama insanda dokunma, yastığının altında saklama, çıkarıp çıkarıp bakma, öpüp koklama isteği uyandıran yüzükler. Yoksa sanat eseleri mi demeliyim?
Sevan Bıçakçı, dünya piyasalarında Türkiye’dekinden çok daha fazla tanınıyor, yüzükleri ciddi ve havalı yerlerde satılıyor. Çok da rağbet ve itibar görüyor. Ki, adam yılın mücevher tasarımcısı ödülünü kazanıyor. Ben bu yüzüklerin sanat eseri olduğuna inanıyorum. Ve nasıl resme yatırım yapılıyorsa, bunlara da öyle yatırım yapılmalı diyorum. Çünkü günün birinde çok çok kıymetlenecek. Benden söylemesi...
FİYATLARI 1500 DOLARLA 15 BİN DOLAR ARASINDA DEĞİŞİYOR
Siz bizim yerimizde olsanız, Sevan Bıçakçı yüzüklerinden alır, bir kenara koyar mıydınız?
- Koyardım dersem, kendi hayat felsefemle ters düşeceğim, böbürlenmiş gibi olacağım; koymazdım dersem kendi yüzüklerime ihanet etmiş olacağım. Bilemedim nasıl cevap vereceğimi... Koyanlar var...
Nedir bu yüzüklerin yatırım değeri?
- Yok. Değerli sayılan pek çok tablo da, aslında tuval, boya ve ahşaptan oluşuyor. İnsanların ona biçtikleri değere göre, yüzlerce bin dolara satılıyor. Bu yüzükler de öyle. Fiyatları 1500 dolar ile 15 bin dolar arasında değişiyor. Tabii istisnalar var.
Nasıl bir aileydi sizinki?
- Ben mama’ma ve babama aşık olarak büyümüş bir çocuğum. Babam tiyatrocu, mamam da şahane bir ev kadını. Allah’a şükür sevgilerini hiçbir zaman üzerimden eksik etmediler...
Nasıl bir semtte geçtiği çocukluğunuz?
- Süper bir semtte! Dünyanın en güzel semtidir Samatya. Bazen düşünüyorum, "Ben niye bu yüzükleri yapıyorum?" diye, bence bu bile çocukluğumun geçtiği yerle ilgili. Ben Yedikule surlarında saklambaç oynardım. Yorulur orada bir taşın üzerinde oturur, hayaller kurardım ya da denize bakardım. Bugün hálá, akşamüzeri bir surun tepesinden denizi seyretmek bana büyük keyif verir. Ben biraz daha altın varaklı bir adamım. Minimal bir tip değilim. O yüzden hikayesi olan, tarihi yerleri seviyorum. İstanbul’da bunun da en güzel örneklerini Samatya’da görürsünüz...
Nasıl bir çocuk? Haylaz mı? Okumak istemeyen bir çocuk mu?
- Başarısız bir çocuktum. Okumaktan sıkılırdım, hálá öyle, resim bakarım ben. Daha doğrusu, görselliği severim. Sınıfta hiç kalmadım ama pekiyi de almadım. Zaten beşinci sınıfa kadar okudum, sonra okuldan ayrıldım. Ben oldum olası, bir şeyleri kırar ve tekrar toparlardım. Babam da, bu yeteneğimi keşfetti. Beni rahmetle andığım Ustam Hovsep Çatak’ın yanına verdi. Her daim adını zikrederim. Bana oturmayı, kalkmayı, konuşmayı, saygıyı, sevgiyi hep ustam öğretti. Ve tabii bu sanatı...
Çıraklık ne kadar sürdü?
- Valla, 11- 12 yaşında girdim rahmetli ustamın yanına, ben 18’ken o vefat etti. Ama o zamana kadar beni çok iyi yetiştirmişti. Ustam, karşı komşumuzdu. Aslında kabusların en büyüğü! Ustamın yanında gün içinde hazır olda duruyoruz, akşam eve geliyoruz, top oynayacağız filan, usta balkonda oturuyor, haydaaa, yine hazır oldayız...
Bir çırak, ne kadar zamanda oluyor?
- Yeteneğinizle doğru orantılı. Ben hálá çırak kalmış, usta görünümünde nice insanlar tanıyorum.
Çıraktan sonra kalfa mı usta olunuyor?
- Evet ama biliyorsunuz değil mi, bunlar tamamen bize özgü şeyler. Almanya’ya gittiğinizde çırak mırak göremezsiniz. Her şey sistemli olduğu için, o çırak bile, 23 yaşında bir adamdır. Ama bizde çocuklar 5. sınıfın yaz tatilinden itibaren Çarşı’ya çıraklık eğitimi almaya giderler. Eskiden çok daha fazla vardı. Şimdi küçük çocuklar daha çok bilgisayarın başında. Bu dönemde çırak yetiştirmek de zor. Ama benim 12-13 senedir yanımda çalışan çırağım var.
İleride sizden daha iyi olacak mı?
- "Çırak ustasını geçmezse, sanat ölür" derler. Bunu ben yaptıysam, bundan daha iyisini bir başkası mutlaka yapacaktır. Ondan daha iyi yapan da çıkacaktır...
HOBİSİNDEN PARA KAZANAN ADAM
Ticarete basıyor mu sizin kafanız?
- İşte, şahane soru! Kesinlikle hayır. Ustam ölünce, 18 yaşında dükkan açtım ben. Bir insan bir dükkan açıp, bir gün olsun hesap yapmaz mı? Ben öyleydim. Çünkü hesap yaptığım zaman moralim bozuluyordu. En basit bir şeyi bile 45 dakikada hesaplıyordum. Kafam hiç basmıyor. Ama bana dersen ki, şu fotoğraf makinesini altından yapar mısın? Yaparım, sana flaşını da patlatırım. Ama desen ki, "Kaç gram altın kullandın? Kaç gramla başladın, kaç grama indin?" Öyle aval aval bakarım, bilmem. İlk başladığımda benden başka kimse yoktu, Allah’tan şimdi bir ekibim var, onlar arkamı topluyor...
Siz, yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?
- Bana "Sanatçıyım-manatçıyım" demek tuhaf geliyor. Ben evime ekmeğimi keyif aldığı hobisinden götüren bir adamım. O kadar seviyorum ki yaptığım işi, kendimi unutuyorum. Sabah sekiz ile akşam sekiz arasındaki zaman nereye gidiyor bilmiyorum. Şanslı bir adamım. Bebeğim de var, çok da güzel bir karım. E daha ne isterim?
Yüzüklerin modellerini önce kağıda mı çizersiniz?
- Hayır, benim kağıda dökme yeteneğim yok, ben resmi kafamda görüyorum. Kapalıçarşı’da iki grup insan var: 1) Tasarımcı grup. Onlar çizim yapıyor, mücevheri kağıda döküyorlar. 2) Sadekarlar. Terzi grubu yani. Onlar da mücevheri metal hale getiriyorlar. Ben sadekar olarak büyüdüm. Ama farklı bir stilim var benim. Ticari kaygım yok. Bu yüzüklerin hiçbirini "satarım" diye yapmadım, çünkü aslında satılacak şeyler değil. Ve her birinden ayrılırken kahroluyorum. Ticari olarak, bir tek taş gibi hemen paraya çeviremezsiniz. El işçiliği çok fazla. Ama insanlar kuyrukta...
Başlangıçta, marka taklidi yapan bir adamdınız...
- Doğru, "Yeter artık!" diyene kadar yaptım. Toptancılar geliyordu, bu işte iyi olduğumu da biliyorlardı, çeşitli firmaların katalog sayfalarını getiriyorlardı. Ben de yapıyordum. Ayıp bir şey aslında, birinin özgün eserini birebir kopya etmek, onun cebinden para almakla eşdeğer benim için. Ben vicdan azabı duyduğum için hepsine bir şekilde kendi yorumumu getiriyordum. Kadere bakın ki, şimdi benim yüzüklerimi taklit ediyorlar.
Hayatınızın dönüm noktası neydi? Bu ödülü almanız mı?
- Yok canım. Osmanlı yüzüklerini yapmaya karar vermem...
Neden?
- Yoksa, piyasa için taklit yapan bir adam olarak kalabilirdim. Ama Nesrin Takıl diye bir müşterim, şahane bir kadındır, Filiz Akın gibi de güzeldir, bana gaz verdi, "Sen çılgın bir adamsın, artık hayallerini gerçekleştir" dedi. Deyiş o deyiş. Bana uğur getiren ikinci bir kadın vardır: Güler Sabancı. Geldi aldı benim yüzüklerimden. Çıktığı bütün televizyon programlarında gösterdi, "Bunu Sevan yapıyor" dedi. Bana inandı. Birileri size inanınca, sizin de kendinize güveniniz geliyor. Daha bir şevkle çalışıyorsunuz...