Babamın doğum günüydü cuma günü, ben ağlamak istedim. Sebebi yok. Babam yaşlanıyor diye mi? Ben yaşlanıyorum diye mi? Ortada bir yaşlanma problemi var diye mi?
Sadece kuru kuru ‘‘Mutlu yıllar’’ dilemekle yetindim diye mi? ‘‘Kazık kadar kız oldum, babamın doğum gününde özel bir numara çekemedim’’ diye mi? Doğum anımdan itibaren aramızda var olan biraz mesafeli sevgiyi, o gün daha yoğun hissettim diye mi?
Babam, doğum günlerinde, hatta bütün özel günlerde insanların ilgiden, sevgisinden rahatsız olur ve köşe bucak kaçar.
Yoksa bu yüzden mi?
Onu anladığım için mi, anlamadığım için mi?
Belki de kızları tarafından bile yanağından öpülmesinden rahatsız olan bu adama için için üzüldüğüm için...
Bilmiyorum.
Gerçekten nedenini bilmiyorum.
Bütün bu sorulara verdiğim ‘‘Evet’’ ya da ‘‘Hayır’’ cevapları beni tatmin etmiyor.
Bildiğim bir tek gerçek var:
Beni yerli yersiz bir ağlama hissi bastırıyor.
*
Röportaj yapıyorum, karşımdaki şahane bir şey söylüyor.
Eni konu, altı üstü bir cümle.
Beynimdeki bütün röportaj dosyalarını fıldır fıldır açıyorum.
Bugüne kadar, bu konuda söylenmiş böyle çarpıcı bir şey yok benim kafamdaki kayıtlarda.
Sayfaları tek tek parmağımla kontrol ediyorum.
Valla yok!
Çok çok hoşuma gidiyor.
Bilmediğim bir şey öğreniyorum.
Karşımdakine sarılıp öpesim geliyor.
Nedenini bilmiyorum.
Hem seviniyorum.
Hem de hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.
*
Sabah küçük bir sandviç getiriyor yatağa.
Buzdolabında kalan son iki tost ekmeğini kızartmış, içine tereyağ sürmüş, salam koymuş, minicik turşular ve domatesler kesmiş, bir özenmiş, bir özenmiş.
Uyduruk malzemeden şahane bir tost yapıp, bana sunmuş.
Sabahın yedisinde!
Gözümü beyaz tabağa koyduğu tostun yanında duran üç tane nane yaprağına dikiyorum. O kadar güzel duruyorlar ki.
Şaşırıyor muyum?
Hayır.
Onun da beni en az benim onu sevdiğim kadar sevdiğini biliyorum.
Aşkımıza dibine kadar inanıyorum.
Sırf bu yüzden ağlamak istiyorum.
Neden bu kadar şanslıyım diye.
Bu adamı hak edecek ne yaptım diye?
Hüngür, şakır ağlamak istiyorum.
Birinin benim için bir şey yapması, üstelik bunu sevdiğim adamın yapması, ruhumu yakalıyor, beni yerçekiminden kurtarıp yukarı fırlatıyor, oralarda başım çok mu dönüyor nedir, ağlamak isteğiyle tekrar ayaklarımın üzerine düşüyorum.
O ise nane yapraklarını alıp bedenimde gezdiriyor.
Aklınca beni gıdıklıyor:
- Tost görünce ağlayan kadına da ilk kez rastlıyorum. Hadi ye!
*
Nálán, kendisiyle ilgili hoş bir şey mi anlatıyor, ‘‘Senin için inanılmaz sevindim’’ demek istiyorum. Dememe ramak kalıyor...
Küçük yeğenim Lárá kızıl saçlı, Tayland'da bayılmışlar ona. Saçlarına bakıp, ‘‘Red! Red! Beautiful’’ demişler, o da gördüğü bu ilgiden sevindirik olmuş, ablasının her zaman kendisinden daha güzel olduğunu düşünen bu küçük kız, Uzakdoğu macerasından sonra saçını kestirme fikrinden acilen vaz geçmiş. Şimdi her akşam kırmızı saçlarını fırçalıyormuş.
Suna telefonda bunları anlatınca...
Anlıyorsunuz artık bana ne olduğunu...
*
Sebepsiz yere ağlama krizi...
Bu aralar yakalandığım şey bu.
Neden geliyor bana bu sebepsiz ağlama krizleri?
İçime kaçtığım bir dönemde miyim acaba?
Gizli depresyon mu geçiriyorum?
Kendimden bile sakladığım bir sorunum mu var?
Gri havalar mı bende ağlama isteği uyandırıyor?
Yooo.
Karda da ağlamak istiyordum ben.
İyi akord edilmiş gitar gibi hissediyorum kendimi. Sinir uçlarım sanki o gitarın telleri. Ve açık. Bir dokunuş, duruma göre tellerimden farklı sesler çıkarıyor ama onların melodiye dönüşmesi hep ağlama şeklinde oluyor.
Tamam mı?
Dokunmayın, değmeyin tellerime...
Ağlarım.
Bu aralar ben gerçekten hassasım!
HAMİŞ: E bu da iyi. Bu yazıyı yazarken bile ağladım!
Faydalı röportaj
Kafayı taktığımdan mıdır nedir, bu aralar çocuklarla ilgili şeyler beni eskisinden daha fazla ilgilendiriyor. Amma zormuş bu çocuk dünyası! Ne hikayeler dinliyorum. Bir sürü tuhaf, acayip olay. İçinden nasıl çıkılır ben bilemedim. Anlatan annelere de hak verdim. Bu anneliğin babalığın okulu- mokulu yok ki, giresin başarıyla mezun olasın. Pek çok olayda anne- babalar ne yapacağını şaşırıyor, bir kısmı profesyonel yardım alıyor, bir kısmı da ‘‘N'apalım, bu da böyle bir çocuk işte’’ diye, şaşkın kalıyor. Ben de bu hafta bu alanda bir hizmet yapayım diye pedagog Feriha Dildar'la tanıştım. Anlattıklarından çok şey öğrendim. Faydalı biri diye sizinle de tanıştırayım dedim. Bu haftaki piyango böyle, bilgi verici bir röportaj okuyacaksınız...
HAMİŞ: Pedagoji eğitimi aldıktan sonra yüksek lisansını Tıp Fakültesi'nde tamamlayan Dildar, İngiltere'de çocuk odaklı aile yapısı üzerinde çalıştı. Şimdi de öğrendiklerini kapısını aşındıran yüzlerce anne babayla paylaşıyor.
HAMİŞ 2: Ne burada ne 11. sayfada boşanma meselesine girebildim. Dildar’ın bu konudaki yanıtları artık yarına...
Tabelada adınız yazmıyor. Neden?
- Bir insana ait olan yerle, bir ekibin oluşturduğu bir yer, çalışan adına bir farklılık yaratır...
‘‘One man show’’ değil yani!
- Değil.
Sizin burada iş bölümü nasıl?
- Bir arkadaşımız sadece okul ve akademik sorunlarla çalışır. Bir diğeri sadece ergenlerle, onlara psiko-terapi yapar. Bir başkası sadece otistik çocuklarla, öteki gelişimsel bozuklukları olan çocuklarla. Bir diğeri erken yaş çocukların duygusal sorunlarıyla. Yetişkinlere ve çiftlere terapi uygulayan bir arkadaşımız da var. Dolayısıyla, filancanın ismini tabelaya yazmaya gerek yok, o isim benim ismim olsa bile! Herkesin ortak bir katılımından söz ediyoruz.
Ayıptır sorması siz ne işe yarıyorsunuz!
- Çocuk merkezli aile terapisi yapıyorum. Yani problemi, sistem içinde oturtmaya çalışıyorum. Bazen, çocuğun sorunu gibi görünen bir şey, aslında o aile yapısının problemi olabilir...
Örnek vererek anlatırsanız ben daha iyi anlarım...
- Uyku sorunu olan bir çocuk, yatağa götürülemediği, uykuya dalmakta zorluk çektiği için terapiste getirilir. Arkasından ne çıkar? Disiplinle ilgili sorunu olan aile, anksiyeteli bir anne ya da enerjisi ve mesaisi eksik bir annelik-babalık. Tanımlanan sorunun, aile yapısı içinde nereye denk düştüğünü aileyle birlikte konuşuyoruz. Teşhisi koyuyorum, duruma göre arkadaşlarıma yönlendiriyorum. Bir çocuğu, haftada bir gün, bir saatle, iyi yapılmış müdahalelerle değiştirebilirsiniz. Ama anne-babanın da değişim göstermesi gerekiyor. Yoksa yaptığınız hiçbir şey işe yaramıyor. O yüzden onları birlikte alıyoruz. ‘‘Anneyi babayı başkası görsün. Ben çocukla işimi tek başıma götüreyim’’ diyen pedagoglar var ya da işi sadece aileyle götürenler. Biz olayı bir bütün olarak ele alıyoruz, aynı zamanda annelere babalara koçluk da yapıyoruz.
‘‘Başarı’’ denilen şeyin karşılığı ve ölçüsü ne sizin mesleğinizde?
- Anne babalar merak etmeyi öğrenirlerse ve çocuklarını anlama becerilerini geliştirirlerse ne álá. O zaman problemi de çözebilirler. Gerçi problem tanımı görecelidir. Nedir problem? Yaşamın aksaması. Bir aile için problem olmayan, ‘‘Nasıl olsa geçer canım’’ denilen bir şey, bir başka aile için problem olabilir. Parmak emmeden yatak ıslatmaya kadar. ‘‘Çocuğum 4 yaşında ama hálá altını bağlıyorum’’ diye gelen de var, ‘‘Benimki 12 yaşında hálá yatağına çiş yapıyor, ama bu önemli değil bizim problemimiz başka’’ diyen de. Benim için başarı, gelişimdir. Anne-baba ve çocuğun sorunu kendi içinde çözebilmesi. ‘‘Ben hep yanınızda olmayacağım’’ diyorum, ‘‘Kimse hayat boyu terapistiniz olamaz.’’ Anne-baba ve çocuk kendi içinde sorununuzu çözmeyi öğreneceksiniz. Ben size bir iki egzersiz yaptıracağım, sonra kendiniz devam edeceksiniz...