Gazeteci milleti kaprisli millet. Kolay değil yani onlara bir şey beğendirmek. Öyle her seyahate gitmezler. Bir de herkesle gitmezler. Çok sevdikleri, az sevdikleri, haz etmedikleri, hiç haz etmedikleri insanlar var.
Şimdi sen, fırsatını bulsa birbirlerini bıçaklayacak insanları bir arada bilmem kaç gün bir yere götürebilir misin? Götüremezsin. Kan çıkar. Demek istiyorum ki, bir denge tutturacaksın. Hoş bir ekip oluşturacaksın. Yaratıcı bir program sunucaksın. Kültürel olacak ama çok da sıkmayacak. Mutlaka haber değeri bulunacak. Allah kimseyi gazeteci milletini bir yerde ağırlamak zorunda bırakmasın. Zor yani.
O yüzden ilk tebrik DDF'e. Esra Ekmekçi ve Arhan Kayar, Absolut Türkiye adına (Cem Erdoğan ve Bülent Eksin) 7 gazeteciyi İsveç'teki Ice Hotel'e davet etti. Benim dışımda neredeyse herkes üst düzey gazeteci.
Biri, Neslihan Tokcan, işi başından aşkın, DBR Genel Müdürü, masasından kafasını kaldırıp bir yerlere gittiği görülmemiş, 23 tane dergiden sorumlu, ‘‘Ice Hotel'se gelirim’’ demiş. Diğeri, Efe Önbilgin, CNN Türk Genel Müdürü, nam-ı diğer ‘‘Doğan Grubu'nun en çekici erkeklerinden biri’’, e onun da işi ve trafiği başından aşkın, o da ‘‘Tamam’’ demiş. Ice Hotel bu, boru değil. Kaç kere görebilirsin hayatında. Haliyle insanın direnci kırılıyor. Gelmeye çalışırım diyor. Çünkü merak ediyor.
Bir diğeri, Dolly Deniz Alphan, Milliyet ek yayınlar yönetmeni, ben de bir ekte çalıştığım için, haftasonu ilavelerinde görev almanın ne zor bir şey olduğunu bilirim, hele o eklerin en sorumlu kişisiysen, o da ‘‘Kendimi zorlayıp iki gün kaçabilirim’’ demiş. Sonra tabii, Sabah Yazı İşleri Müdürü ve köşe yazarı Balçiçek Pamir var. Alem Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Berna Erten var. Vatan Gazetesi için çalışan, aynı zamanda Kyo My Friend markasını yaratan Bige Yalın var. Bir de ben.
Sıkı ekip yani. Uyumlu, dengeli, ahenkli.
Çatlak ses yok...
İşte bu arıza olmayan ekip, ayakta dikilmiş Ice Hotel'e bakıyoruz. Hafif şaşkınız. Sabah, Stockholm'den İsveç'in kuzeyindeki Kiruna şehrine uçmuşuz. Havaalanında karşılanmış, eksi 30 dereceye uygun kıyafetlerle sarıp sarmalanmış, ‘‘Otele transferiniz kar motorsikletleriyle gerçekleşecek. Buyrun. Siz kullanacaksınız’’ lafını duyunca hafif tırsmış ama inanılmaz bir deneyim yaşamış ve sonunda otele varmışız...
Of be ne zor oldu şu girizgahı yapmak!
Geçen hafta burada kalmıştım değil mi?
Hepimiz otele bakıyoruz. Ne görüyoruz? Muazzam bir şey arkadaşlar. Geceyi geçireceğimiz ama nasıl geçireceğimizi bilmediğimiz rüya otel bu. Buzdan bir yapı. Mavimsi bir rengi var. Her şey ama her şey buz. Girişi, duvarları, koridorları, odaları, yatakları, masaları, sandalyeleri, koltukları, lambaları, aklınıza ne gelirse...
7 ortaklı bu otelin işletmecisi ve sahiplerinden biri olan Jesper Anderson, şaşkınlığımızın geçmesini bekliyor ve oteli gezdiriyor: ‘‘Korkmayın bir B planı var’’ diyor, ‘‘Yani eğer eksi 8'de geceyi geçirmek istemezseniz, çok üşürseniz, otelin arkasında kabinlerimiz var. Orada kalabilirsiniz. Ama bugüne kadar bu deneyimi tepen ve kabine giden bir misafirimiz olmadı.’’
Her sene 4 ay bütün haşmetiyle dikilen, sonra eriyip giden bu otel, binlerce turist ağırlıyor. Tabii kafadan kontak olmayan sadece bir gece kalıyor. E yeter o kadar. Doğabilecek sağlık sebeplerinden dolayı -siz Eskimo değilsiniz- sadece bir gece kalmanız öneriliyor.
Otelin yanında bir kilise var. Pek çok çift tropik bir adada çıplak ayak evlenmek yerine buraya gelmeyi tercih ediyor. Benim alnıma silah dayamanız lazım. Impossible! Mümkün değil yani. Ama kilise çok estetik. Zaten her şey estetik. Orada sadece buzdan yapılmış bir otel, kilise ya da tiyatro görmüyorsunuz, bir açık hava müzesindesiniz.
Girdik şimdi otele. Buzdan bir resepsiyonun önündeyiz. Uzuuun koridorlar var. İnanılmaz heykeller. Labirent gibi.
Salak salak ellerimle duvarlara dokunuyorum. Hatta öpüyorum. Her şey su aslında, bunu düşünüyorum. Dudaklarım duvarlara yapışınca çekiyorum. Tuhaf bir his. Tarifi zor bir zevk veriyor bu otel insana.
Jesper Anderson, elindeki uyku tulumuyla bize gece nasıl uyuyacağımız hakkında bilgi veriyor: ‘‘Üzerinizdeki kalın kar giysilerini çıkaracaksınız. Eşofman ve bir kazakla bu uyku tulumunun içine gireceksiniz. Mümkünse iç çamaşırlarınız termal olsun. Mutlaka ayağınızda çorap ve kafanızda bereniz bulunsun. Fermuarı tepeye kadar çekin. Ayakkabılarınız yatağınızın yanında dursun. Ola ki tuvalete filan gitmeniz gerekir, bulmakta zorlanmayın yani...’’
Şimdi tabii düşünüyorsunuz değil mi, gece tuvalete gitmeniz gerekirse ne olur diye, ben de düşündüm. Önlemini alıyorsunuz. Çünkü buz otelin içinde tuvalet ve duş yok. Zaten saçma bir şekilde ihtiyacınız olmuyor. Beyin sanırım ‘‘Bu gece çiş yok!’’ komutu veriyor.
Nasıl heyecanlıyız anlatamam. Odaları geziyoruz. Hepsi farklı bir sanatçının elinden çıkmış. Hangimizin buz yatağı daha uçuk, kaçık, orijinal bunu tartışıyoruz. Kendimizi geceye hazırlıyoruz. Ama bu kadar yeter! Şimdi sauna zamanı. O kadar soğuğu yedikten sonra sauna çok iyi geliyor. Sonra Absolut Buz Bar macerası başlıyor. Evet, doğru tahmin ettiniz, bardaklar da buz. Dudaklarınızın izi çıkıyor. Ama ama ama Absolut'la yapılmış renk renk, çeşit çeşit kokteylin tadına varılmıyor. Soğuktan mıdır nedir, insan sarhoş da olmuyor.
Yani ben ne diyeyim ki size...
İyi ki gittim Buz Otel'e...
Deniz Alphan'la birlikte yan yana uyku tulumunda geçirdiğimiz o geceyi, yemin ederim unutmam mümkün değil.
Gecenin bir yarısı gözlerimi açıp, tavana diktiğimde, gördüğüm şey beni öylesine şok ediyordu ki, ‘‘Ben kimim? Öldüm mü? Neredeyim? İçinde bulunduğum bu beyazlık ne!’’ diyordum. Tepen buz ya, uyku sersemi, durumu önce kavrayamıyorsun ama nasıl bir rahatlık ve huzur...
Ertesi gün de mavi gözlü husky’lerin çektiği kızaklara bindik. Anlayacağınız, çocuklar gibi şendik. Absolut'a ve DDF'e teşekkür ederim. Bir gün denk düşerse sizin de o oteli görmenizi tavsiye ederim... Şiddetle... Ama cidden öyle.