Yakacık'taki pembe bina

Yakacık'ta kocaman pembe bir bina. Yolun kenarında bütün sempatikliğiyle dikiliyor. Yeşillikler içinde. Büyükler için bir anaokulunu hatırlatıyor.

Mutluluk, neşe, oyun, masum flörtler, dostluk, 24 saat güvenlik ve tabii sağlık kontrolü vaat ediyor. Ama bunları sonradan öğreniyorum. Henüz Yakacık Sitesi'ne ulaşmaya çalışıyorum. Kime sorsanız gösteriyor:

- Yaşlılar Yurdu nerede amca?

- Aha şurada! İlk defa gidiyorsunuz galiba... Oraya yaşlılar yurdu demek zor da! Allah, hepimize öyle bir yer nasip etsin. Tabii konaklayabilecek parayı da versin. Gözün kör olsun para! Siz bir gidin, görün, ne demek istediğimi anlayacaksınız...

Methini duyduğum şeylere şüpheyle bakarım. Bir bit yeniği vardır diye düşünürüm. Hele çok yazılıp çizilmişse. İyi de bakkal amcanın yalan söyleyecek hali yok. Darüşşafaka Cemiyeti'ne kıyak çekecek hali de. Basbayağı özeniyor işte. Bakalım ne demek istiyor?

***

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müzikal Bölümü öğrencileri (Haldun Dormen'in talebeleri) bir gösteri sunacaklar. Fikir hoşuma gidiyor, bayıla bayıla gelirim diyorum. Hayatının baharını yaşayan gençler, hayatının ikinci baharını yaşayanlara, önce maharetlerini sergileyecek, sonra da onları sahneye alıp, birlikte dans edecek, şarkı söyleyecek. Fikir şahane de, yaklaştıkça, inşallah mutsuz yaşlılar görmem diye geçiriyorum içimden. Güneşli bir yaz günü hüzünlenmeyi kim ister? Zaten yaşlılık hüzün verici bir şey. Üzüm gibi bir başına kalıyorsun. Kuruyorsun, büzülüyorsun, küçülüyorsun. Gençken içinde var olan o toplu iğne başı gibi olan yalnızlık duygusu giderek büyüyor, karnında kocaman bir delikle dolaşıyorsun. Nedense ben yaşlılığı böyle düşünüyorum. Eşittir yalnızlık. Bir ailen bile olsa giderek azalıyorsun, eksiliyorsun, tenhalaşıyorsun. O yüzden korkuyorum yaşlılıktan. Hastalıktan çok bu korkutuyor beni. Aklıma anneannem geliyor, babaannem geliyor. Etrafında çocukları, torunları olmasına rağmen kendi kozalarında, bizim ulaşamadığımız dünyalarında yaşıyorlar. Acaba iyi mi ediyorum güneşli bir günde bu pembe binaya gitmekle? Şimdi gösteriyi izlemekle kalmayacağım, bütün o insanlara bakacağım, onları inceleyeceğim, kendi yaşlılığımın ipuçlarını onların gözlerine görmeye çalışacağım. Salak! Havuza filan gitseydin ya. Niye bayıla bayıla gelirim dedin. Sevgilini de seni götürmesi için ikna ettin! Ne işin var hafta sonu yaşlılar için bir dinleme evinde!

***

Aman Tanrım burası da neresi? Önce kokusu. İnanılmaz güzel kokuyor. Hani kimsesizler yurdu, çocuk esirgeme kurumu, yaşlılar yurdu ya da hastanelere özgü tuhaf bir koku vardır ya, havada asılı durur, içiniz burkulur, mutsuzluğun, hüznün, acının, iyi gitmeyen bir şeylerin kokusudur o. Burada o yok. Nedir bu havadaki koku? Yasemin kokusu mu?

Ve ilk gördüğüm kare. Bir otel lobisini andıran girişinde 30'a yakın altın kız (en genci 60 yaşında, ama nasıl şıklar, bakımlılar) sohbet ediyorlar. Sanki Büyük Kulüp'te eğleniyorlar. Göz bebeklerinde en son göreceğiniz duygu yalnızlık. Nasıl da kendilerinden emin duruyorlar, birbirlerine laf atıyorlar ve her şeyle ilgililer. Biri, yanımdaki erkeğe ‘‘Evladım. Yoksa sen Haldun'un oğlu musun? Hık demiş burnundan düşmüşsün!’’ diyor. Ekliyor ‘‘Bu hanım kız kim? Gözüm bir yerden ıssırıyor. Kardeşin mi?’’ Panik içinde duruma el koyuyorum, ‘‘Allah yazdıysa bozsun! Sevgilisiyim’’ diyorum, ‘‘Ha sen o gazeteci kız mısın. Bende seni iri bir şey zannediyordum, öyle değilmişsin!’’ Bir seviniyorum, bir seviniyorum! Hemen sevgilime dönüp ‘‘Bak gördün mü? Ufak tefekmişim!’’ diyorum. Gizlemeye çalıştığı bir alayla cevap veriyor: ‘‘Zannettiğin gibi genç irisi değilsin. Ama biliyor musun, ufak tefek olduğunu söylemek de zor!’’

***

Gösteri başlayıncaya kadar vakit var. Darüşafaka Cemiyeti Başkanı Çetin Derkmen'in peşine takılıyoruz. Biraz etrafı dolaşıyoruz. Odaları görüncü bir şok daha yaşıyorum. Bir otel odası soğukluğu asla yok, iki geniş odası olan bir ev düşünün. Ve sizin orası. Bütün özel eşyalarınızı getiriyorsunuz. Yaptığınız bağış ölçüsünde (o paralar da Darüşşafaka Lisesi'nde burslu okuyan öğrencilere gidiyor) size farklı büyüklüklerde odalar tahsis ediliyor. Herkesin kapısında adı-soyadı yazıyor. Birbirlerine misafirliğe gidiyorlar, havuzda yüzüyorlar, spor yapıyorlar, kuaföre gidip güzelleşiyorlar ve tabii her türlü sağlık kontrolleri yapılıyor. Bir düğmeye basıyorsunuz, 30 ila 60 saniye içinde sevimli bir hemşire geliyor, ‘‘Size nasıl yardımcı olabilirim?’’ diyor. Yanınızdaki odada en yakın kız arkadaşınız yaşıyor, çapraz odada da beğendiğiniz ihtiyar delikanlı! Olay gerçekten Türkiye'de mi geçiyor? Asansörden dimdik yürüyen, jilet gibi giyinmiş yaşlıca bir beyle, sadece ama çok şık bir hanımefendi çıkıyor. Gülüşüyorlar. Orada tanışmışlar, yemeğe gidiyorlar. Vay be! Hayatımda ilk defa yaşlanmak beni korkutmuyor. Ama bu sefer yerini başka bir korku alıyor: Para kazanmak lazım. Bakkal amcanın neden ‘‘Paranın gözü kör olsun!’’ dediğini anlıyorum. Yakacık Sitesi gibi bir yerde ömrünüzün sonuna kadar yaşamak istiyorsanız, en az 200 bin dolar ödemeniz gerekiyor. Ya da Darüşşafaka'ya bir gayri menkulünüzü bağışlıyorsunuz.

Şahane insanlarla tanıştım ben orada, öykülerini dinledim, Cumartesi'ye yazacağım. Okuyun. Yaşlılık sizi korkutuyorsa özellikle okuyun. Çünkü hayata sıkı sıkı yapışan insanlar bunlar. Onlara yaşlı demek bile hakaret...

(Darüşşafaka Yakacık Sitesi telefon: 0216. 452.00.02)
Yazarın Tüm Yazıları