Vizem var bugün bana bulaşmayın!

BUGÜN vizem var.

Haberin Devamı

22 sene sonra tekrar üniversiteli oldum ya...
İlk sınavım birkaç saat sonra...
Heyecanlıyım.
Yok, aslında gerginim.
Yok, aslında korkuyorum galiba.
Hani pazar akşamları, ertesi gün okul var diye bir sıkıntı olur
ya insanın içinde, onunla cebelleşiyorum şu an...
Gülüyorum da bir taraftan
halime...

FİNALLERDE İZİN İSTİYORUM

Ben, o çoook eski günlere döndüm, fotokopilerle yaşıyorum, sınıf arkadaşlarımı arıyorum, 20’lik pırıl pırıl genç arkadaşlarım oldu, onlardan not dileniyorum, sağ olsunlar kırmıyorlar beni, “Aydın Fotokopi’ye git çektir, geri getir” diyorlar, ekliyorlar, “Bu hoca böyledir, o hoca şöyledir, aman şuna dikkat et”, tiyolar veriyorlar, aldığım ders notlarının altını çiziyorum, tekrar tekrar okuyorum, kuramları ezberlemeye çalışıyorum.
Sevgilim alay ediyor benimle,
“E sen arandın!” diyor.
Hiçbir şey kolay değil hayatta.
Ne kadar ekmek, o kadar köfte.
Çalışmadan bir halt olmuyor.
Valla bu gidişle finallerde sizden izin alacağım...
Çünkü kararlıyım, bitireceğim.

TUTKU DUYDUĞUN İŞİ YAP

Şunu fark ettim, insan büyüyünce sınav mınav kalmıyor.
Bu tür sınavlar yani...
Hani bir sınıfa girdiğin, bir hocanın sorular sorduğu, senin yanıtlar verdiğin...
Ama hayatın başka alanlarında bir sürü sınav veriyorsun.
Her türlü sınavı geçebilmenin sırrı, bence “tutku”da.
Tutku duyduğun insanla birlikte ol! Tutku duyduğun işi yap!
Gerisi hikâye.
Ben de kendimce bir sürü sınavı verip, kendimce geçip, bazen de çakıp, buralara kadar geldim...
Hayatımın bu döneminde ise, “yarım bıraktığım şeyler”i tamamlamak istiyorum.
Üniversiteye dönüp, kalan dört dersimi vermeye çalışmak da bunlardan biri.
22 yıl önce bıraktığım İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon bölümünü bitirebilmem için almam gereken derslerden biri “İzleyici Araştırmaları”.

ARAŞTIRMAM INSTAGRAM

Hocamız Seçkin Özmen.
Benim yaşımda.
Profesör olmasına ramak kalmış.
Dersleri eğlenceli.
Konusuna çok hâkim.
Derslerde beni görünce, sınıftakiler onun arkadaşı zannetmişler ya da haber için geldiğimi düşünmüşler. “Yok hayır” dedim, “Ben de sizin gibi öğrenciyim”...
Gayet katılımcı bir tipim, her konuda fikir beyan ediyorum, insanın her yaşta öğreneceği şeyler olması da beni büyülüyor.
“İzleyici Araştırmaları”, adından da anlaşılacağı üzere kitle iletişim araçlarıyla ilgili bir ders.
Herkes kendine bir araştırma konusu seçiyor, ben Instagram’ı seçtim.
Hoca sınavda önümüzdeki aylarda tamamlayacağımız araştırmamızın ana fikrini soracak.
Benim de ilk cümlem şu olacak:
“Bir kitle iletişim aracı olarak Instagram kullanımında, kaynak ve izleyici arasındaki iletişim sürecinin nasıl geliştiğini inceleyeceğim...”
Ana sorumla ilgili yan sorular çıkarmam gerekiyor.
Kaynak, yani Instagram hesabının sahibi mesajı nasıl oluşturuyor? Hangi konulara öncelik veriyor? Hangi sıklıkla fotoğraf koyuyor? Günde 3 tane mi, 5 tane mi? Kendi mi yapıyor, yardım mı alıyor? Vermek istediği mesaj nedir? Ve izleyici bunları nasıl alımlıyor...
Burada bir duralım!

AH O AKADEMİK DİL

“Alımlıyor”
gibi bir fiil bana yabancı.
Ama bilimsel dil böyle.
Akademik metinler bu şekilde yazılıyor.
“Bu bağlamda” gibi cümleler kurmak gerekiyor.
Benim yazdığım her şey ise “gazete dili”.
Ki gazetecilikte bize şöyle öğrettiler: “Basit yaz, anlaşılır yaz, ciğerimi ye!”
Meseleyi “küt” diye, dallanıp budaklandırmadan anlatabilmek, bizim meslekte maharet sayılır.
Derdini bir paragrafta anlatabilmelisin, hatta sadece başlıktan ne anlatmak istediğin anlaşılabilmeli...
Dahası şöyle espriler yapılır, “Üniversite tezi gibi olmuş bu yazı! Bir halt anlamak mümkün değil. Bir zahmet basitleştir”...
Ama üniversitede şimdi işler değişti, şimdi bana “Gazete diliyle yazma!” deniyor.
Beni en çok bu zorluyor.
Cümleleri “dir”li, “dır”lı bitirmem gerekiyor.
Bir de “kuramlar”la boğuşuyorum.
Bir sürü akademisyenin kuramı var, çalışmamın içine onlardan alıntı yapmam gerekiyor, “74’te bilmem kimin söylediği gibi” demem icap ediyor...

HERKES TEŞHİRCİ!

Yine de Instagram çalışması yapacağım için çok heyecanlıyım.
Bunun için belli kaynaklarla konuşacağım.
Yani onlarla röportajlar yapacağım. Bir sürü isim belirledim.
Bu arada Instagram yeni sevgilim.
Beni muazzam eğlendiriyor.
Ki ben bu işlere çok geç girdim, iki yıl filan sonra, yine de Twitter’da 600 bin, Instagram’da 96 bin takipçim var.
Ve aktifim.
Fotoğrafçı arkadaşım Emre Yunusoğlu’na küçük videolar hazırladık. Bugün bir tane var mesela, girin @armanayse adlı hesaba, izleyin, 15 saniyelik minik bir şey: “İşleyen demir ışıldar adlı sanatsal eserimiz!!!”
Instagram
, çektiğiniz fotoğrafları başkalarıyla paylaşmanızı sağlayan bir aplikasyondan ötesi aslında.
Kendi dünyanı başka
dünyalara açıyorsun, günlük hayatını, aileni, hayallerini, ilgi alanlarını, hatta olmak istediğin kadını ya da adamı...
Herkese açık bir “vitrin”...
Bir anlamda kendini “sergiliyorsun”, hatta “teşhir” ediyorsun...
Beni yıllarca suçladıkları şey yani!
Bana yabancı değil.
Ne kadar “ilginç” bir şekilde teşhir edersen, sana olan ilgi o
kadar artıyor.
O yüzden de insanlar gittikçe teşhirin dozunu arttırıyor.
Beğenilmek ve ilgi görmek için artık neredeyse yapılmayan şey kalmıyor. Geçenlerde birileri, morgda ölü bir bedenin yanında “selfie” çekti ve Instagram’a koydu.

SELFIE ÇILGINLIĞI

Aynı zamanda selfie çılgınlığı da yaşanıyor.
‘Selfie’n kadar konuş
durumları var...
Popoyu gösterenlere “belfie’, saçı sergileyenlere “helfie”, egzersiz sırasında çekilenlere “welfie”, kütüphanelerde kitapları birlikte çekilenlere “bookshelfie” deniyor.
Tüm dünyada, 90 milyon aktif Instagram kullanıcısı var, Türkiye’de de 3 milyondan fazla...
Ez cümle, çağın gerçeği.
Neyse ben artık öğrenciliğe geçiyorum ve kendimi ders notlarıma veriyorum.
Lütfen şans dileyin!!!

Yazarın Tüm Yazıları