Üvey babamı öz annemden daha çok seviyorum

Babamı ne kadar çok sevdiğimi, benim için ne kadar değerli olduğunu bütün dünyaya ilan etmek istiyorum.

Sokakta gördüğüm herkesin sırtına dokunup, ‘‘Biliyor musunuz, ben acayip şanslıyım. İşte bu adamın kızıyım!’’ demek istiyorum. Tutamıyorum yani kendimi. Elimde megafonla dolaşmak istiyorum: ‘‘Bir-iki. Bir-iki... Ben Özlem Özdem. Abdullah Kazandır'ın kızıyım. Onu öz annemden bile daha çok seviyorum. Bir-iki, bir-iki... Üstelik kendisi biyolojik değil, üvey babam!’’ Ama düşündüm ki, sizin köşeniz, megafon ya da borazandan daha çok işime yarar. Bizim hikayemizi yazar mısınız?

*

Hayatta en sevdiğim insanlar bu kadar direkt insanlar. Telefonun ucunda onlardan biri var. Ne söyleyecekse, kıvırtmadan söylüyor. Süslemiyor, eklemiyor. Babama özel bir hediye vermek istiyorum, diyor.

Bir kaç satır da olsa bizi yaz...

Tabiri caizse ‘‘borazancıbaşı’’ olmamı istiyor. Zaten bayıldığım şey...

Üstelik söz konusu bir baba-kız aşkı.

Hayır demem mümkün olmuyor.

*

Peki hadi başlayalım.

- Nasıl yani şimdi mi?

Evet, çünkü vakit yok karşılıklı konuşmaya. Gazete bağlanıyor...

- Ben anlatayım. Siz toparlayın ama. Hayatımda ilk kez röportaj veriyorum. Ve şansa bak ki, elimde alışveriş sepeti Migros'ta dolaşıyorum! Ben nereden bileyim küt diye sizinle konuşabileceğimi? Aradım çıktınız karşıma. 31 yaşındayım. Bir şirkette satış müdürüyüm. Evlendim ayrıldım. 10 yaşında bir oğlum var. Görme özürlü şahane bir velet. Berkay adı. Dedesiyle çok iyi anlaşıyor. Babamın beni büyüttüğü yetmiyormuş gibi şimdi de oğlumu büyütüyor!

Şunu bir baştan anlatır mısınız? Olay nerede geçiyor?

- İstanbul'da. Ben 1.5 yaşındayken annemle babam evleniyor. Yani eve, üvey baba geliyor! Herkes problem yaşayacağımızı düşünüyor. Üvey anne-üvey baba kavramı öyle bir şeydir ya, öz anne-baba gibi olamaz diye düşünülür ya. Palavra ki ne palavra! Sana sevgi verendir baban, emek verendir, ateşin varken tepende bekleyendir, ağlarken seni kucağına alıp bağrına basandır, seninle birlikte ağlayandır, senin için içi titreyendir, senin her şeyinle ilgilenendir. Onun genlerini taşıman, onun spermlerinden oluşman gerekmiyor yani...

Anneniz, Abdullah Bey ve siz...

- Yok hayır, babamın ilk evliliğinden 2 de kızı vardı. Hazır ablalara kondum. Hepimiz aynı evde yaşadık. Hiç problem olmadı. Çünkü kilit insan babamdı. Herkese karşı o kadar şefkatliydi ki. Hayal bile edemeyeceğiniz kadar. Birkaç ay geçmeden ona ‘‘Baba’’ demeye başladım. Önce ‘‘Baba’’ der, utanır odama kaçardım. Peşimden gelirdi, beni severdi. Sonradan ona baba dememin benim için ne kadar büyük bir mükafat olduğunu anladım. Ve bugün rahatlıkla itiraf edebiliyorum: Hayat boyu başıma gelen en iyi şey o! Hatta onu bazen annemden bile fazla sevdiğimi düşünüyorum...

Peki biyolojik babanız?

- Kopuk bir ilişki. Hissizim ona karşı. Babam o değil ki! Hiç olmadı ki! İşin tuhafı, babamın öz kızları bile hayat boyu içerledi: ‘‘Özlem'i hep bizden daha fazla sevdin!’’ O gün bugündür hiç ayrılmıyoruz...

Ama siz arada evlendiniz?

- Evet ama altlı üstlü oturuyorduk. Sonra koca gitti. Şimdi oğlumu da babam büyütüyor. Berkay da benim kadar şanslı...

Abdullah Bey'in biyolojik babanız olmadığını ne zaman öğrendiniz?

- Gizlemediler ki. Çok küçükken öğrendim. Değişen bir şey olmadı. Sadece soyadımın farklı olması babamı üzerdi. Asker kökenlidir. Askeriye'ye girerken, soyadımız aynı olmadığı için zaman zaman beni almak istemezlerdi. kahrolurdu, ‘‘Ama o benim kızım...’’ derdi. Hatta evlenirken, pek çok insan onun öz kızı olmadığımı öğrenecek diye nikah memurundan rica ettim: ‘‘İsmimi söylerken, Abdullah Kazandır kızı Özlem Kazandır der misiniz? Babam için.’’ ‘‘Yapmamam gerekiyor ama yapacağım’’ dedi. Ve babam o anonsu duyduğunda mutluluktan ağladı... İşte ben böyle bir adamın kızıyım. Zaman zaman biyolojik babaların beş para etmediğini de bilirim... Onu çok sevdiğimi yazın olur mu?.. Dolu dolu yazın... Babalar Günü'nü kutladığımı... İyi ki onun kızı olduğumu... Ve onunla çok gurur duyduğumu...

HAMİŞ: Bir gün erken oldu ama bu vesileyle diğer bütün şahane babaların (başta kendi babam Mehmet'in, isminin gazetelerde yazılmasından hoşlanmayan sevgilimin, Muhittin'in, güzel eniştem Keko'nun, Melih'in, Sinan'ın, Tuğrul'un ve şimdi aklıma gelmeyen diğerlerinin) Babalar Günü'nü kutlarım. Bütün bir yıl değil belki ama yarın şımartılmayı kesinlikle hak ediyorsunuz!


Baba Kangal öyküleri


Kendim için bir güzellik yaptım. İzmir'e gittim ve şu yaşadığımız coğrafyanın en renkli, en bilge, en hoş, en baba adamıyla tanıştım. Zaten ‘‘Baba Kangal’’ onun adı. Daha fazla ayrıntı vermiyorum, yarın okuyacaksınız röportajını. Bugün yazdığı bir öyküyle idare edin...

HAMİŞ: Bu 73'lük şahane delikanlının böyle tonla köpek öyküsü var. İnsanı hem güldürüyor hem ağlatıyor. Onlar benim elimde, gözüm gibi bakıyorum. Ciddiye alacak bir yayınevi arıyorum. Okuduklarım benim ruhuma iyi geliyorsa, mutlaka başkalarının ruhuna da iyi gelir diye düşünüyorum. Üstelik kaleme alan kişi sadece bir köpek sever değil, Türk Çoban Köpekleri konusunda İngilizce'ye çevrilen bir araştırma kitabının yazarı. 70'şinden sonra da öykü yazmaya sardırmış. İyi ki de yapmış...


YA KANGALLAR YA BEN


(Sen git kangallar kalsın!..)


Kadınları severim. Sanırım onlar da beni sever. 5 defa resmen evlendim. Bir o kadarı da, son aşamada benimle evlenmekten vazgeçti. Gerekçeleri hep aynı; sınır tanımaz özgürlük anlayışım ve köpek kokmam. Dayanamıyorlarmış. Ha! Bir ufak kusurum daha varmış; kendime tanıdığım ölçüde özgürlüğü onlara tanımıyormuşum.

İlk ayrıldığımda sudan çıkmış balığa döndüm. Üzüntüden ölecek gibi oldum. İkincide ölmeyecek kadar üzüldüm. Üçüncüde üzüntüm nezle gibiydi, çok sürmedi, çabucak geçiverdi. Dördüncüde ise üzüldüm mü, üzülmedim mi, pek anlayamadım. Birkaç kadeh yuvarladım, geçti gitti. Beşincide ise birkaç kadehi üzüntüden değil, sevinçten yuvarladım! Zaten, ‘‘Bu da gitse de altıncıyı alsam’’ diye düşünüyordum. Altıncısı olmadı. Birliktelik uyumluysa, dünyada cenneti yaşarsın, değilse cehennemin provasını yaparsın. Yalnızlık iyi bir şey değildir ama kötü bir birliktelikten çok daha iyidir. Yürümeyen birliktelik adamı aşındırır, aşındırır; sonunda da eritir. Yok olur gidersin...

Son ayrılığın son duruşmasında:

- Kardeşim, sen de evlenip evlenip ayrılmayı adet haline getirmişsin! diyen hakime,

- Hiçbir davayı ben açmadım. Hep onlar boşadılar. Köpek kokuyormuşum da deyiverdim!

Bir kadınla, eş ya da sevgili fark etmez, bir yastığa yıllarca baş koyarsın. Sevilip sevilmediğini yani sevginin dozunu anlayamaz, tam olarak bilemezsin. Annenin, babanın, kardeşlerinin, hatta çocuklarının da seni ne ölçüde sevdiğini kestiremezsin. Ama bir sevgiye inanırsın. İnanmaktan öte bilirsin: Köpeğin, koşulsuz olarak seni sever. Öyle olunca da bu sevginin aşanını, en azından eşitini arar durursun. Ama bulman çok güçtür. Eşlerimden biri:

- Ya ben ya kangallar! dedi.

Sonra da kangallar kaldı, o gidiverdi...

Bir gün yakın arkadaşım Dr. Cafer'le telefonda konuşuyorduk.

Üzgün olduğu ses tonundan belliydi.

- Abi, nişanlım beni terk etti. Köpek kokuyormuşum, diye dertlendi.

Sonunda köpek kokusunu kadın kokusuna yeğleyen birine daha rastlamıştım. Demek, evrende tek acayip numune ben değildim! Belki başkaları da vardır. Ama ben Dr. Cafer'den başkasına rastlamadım. Onun adına üzüldüm.

Bizde okuyucular mutlu sonla biten öykülere bayılır.

Ne de olsa ninelerimizden Keloğlan masalları dinleyerek büyüdük.

Bir zaman sonra Dr. Cafer beni tekrar aradı:

- Abi, nihayet evlenebildim.

- Ya köpek kokusu, o ne oldu?

- Ona lavanta kokusu gibi geliyormuş, öyle söylüyor.

Onun adına sevindim.

Kim bilir; belki bir gün ben de öyle birine rastlarım...
Yazarın Tüm Yazıları