Yılan gibi dar incecik sokaklar, sürpriz meydanlar, olağanüstü güzel yapılar, toprak renkli binalar, ahşap pancurlar, sütunlar, çeşmeler, heykeller, her tarafta cafe'ler, güzel şarap ve öldürücü bir sıcak...
Haftasonu buralarda değildim, palmiyesi bol, sıcak, çok sıcak bir yerdeydim. Anlatmak istemiyorum. Ama uykularımın sokak çalgıcılarıyla bölündüğü bu haftasonunu unutmak da istemiyorum.
Uykuların kralıdır yaz uykuları.
Hele akşam üstü şekerlemeleri.
Canımı veririm.
Hayat dışarıda devam eder ve siz içeride beyaz çarşafların serinliğinde öylece yatarsınız.
Zaten en sevdiğim şeydir, insanlar mühim şeylerle cebelleşirken, kestirmek. Ya da onlar çalışırken/ alış veriş yaparken/ yemek yerken/ yani yapılması gereken bir şeyle meşgulken, yapılması gerekmeyen bir şeyi yapmak; koklaşmak, öpüşmek, sevişmek. Koştura koştura ‘‘Hadi otele gidelim’’ demek. Gölgelerin uzamasını beklemek.
Tepede pervane hoş olurdu.
Ama bizim odamızda yoktu.
Klima vardı.
İşte öyle bir anda, yani tilki bayılması vaziyetlerindeyken, fişi bir süreliğine çekmişken, bir müzik çalınır kulağınıza.
Göz kapaklarınızı aralarsınız.
Dikkat kesilir, dinlersiniz.
Sonra kafanızı yana çevirirsiniz, sevgilinizle göz göze gelirsiniz, ‘‘Rüya değil ben de duyuyorum’’ der gözleriyle ve birden o otel odasının penceresine doğru koşar, ahşap kepenkleri sonuna kadar açarsınız.
Hayatı yine içinize alırsınız.
Hem güneş hem o müzik dolar odanın içine.
Belinize kadar sarkarsınız.
Çocuklar gibi neşelenirsiniz.
‘‘Ne şahane bakar mısın şunlara’’ dersiniz.
Sevgiliniz de gelir, belinizden sarılır, hafif hafif yaylanarak birlikte mırıldanırsınız o melodiyi.
Keman çalan bir baba-oğulu, bir otel odasının ikinci katından, o dar sokaklara, damlara, çatılara bakarken dinlemek romantizmin Allah'ıdır.
Yaşadığınızın kanıtıdır.
Ve o kareyi, o anı hep hatırlamak istersiniz.
‘‘Unutmak istemiyorum’’ diye geldim ben Roma'dan çünkü böyle bir defom var, her şeyi unutuyorum. Ve Yonca G.E'nin mail'ini buldum posta kutumda. Onun sorunu da hiçbir şeyi unutamamak. Sizinle paylaşıyorum...
Unutmak istiyorum
Geçenlerde bir arkadaşım dayanamadı. ‘‘Yani inanamıyorum sana’’ dedi. ‘‘Ben ilkokula başladığım günü bile hatırlayamazken, sen nasıl oluyor da, dedenin traş oluşunu hatırlıyorsun? Dört yaşındasın. Onun kucağında oturuyorsun. Hayran hayran ona bakıyorsun...’’
Hem de öyle net hatırlıyorum ki!
Kısa sahneler ama hepsi sarih.
Benim de sorunum bu: Unutamamak.
B 12 vitamininin eksikliği insanlarda unutkanlık yapıyormuş. Bende hangi vitaminin fazlalığı var ki, her şeyi hatırlıyorum?
Peki neyi mi unutmak istiyorum?
Bir daha karşılaşma şansımın olmadığı, karşılaşsak da ‘‘imkanı yok beni hatırlamaz’’ dediğim insanları mesela. Ama hepsinin hem ismini hem de soyadını hatırlıyorum. Şaka gibi. Ralph Meier gibi. 87 yazında yaptığımız gemi seyahatindeki Alman turistlerden biri. Yahu senin ne işin var benim aklımda?
Bir daha çevirme şansımın olmadığı, çevirsem de kimseyi bulamayacağım telefon numaralarını da unutmak istiyorum.
Beyoğlu'nda bir İtalyan restoranında, yanımda oturan adamın, bana aşık olduğu kadını anlattığı anı unutmak istiyorum. Elinde ona aldığı çiçek, yüreği güm güm atarken, evinin sokağına girişinde, acaba onu balkonda bekliyor mu diye merak ettiğini ve bunu bana anlatırken gözlerinin dolduğunu unutmak istiyorum.
Attila İlhan'ın ‘‘Ayrılık da Sevdaya Dahil’’ şiirinin tamamını unutmak istiyorum. Aklımda şu kalsın yeter: ‘‘Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili...’’
14 Şubat 2001'de yani bir Sevgililer Günü sabahında, henüz 6 aylık bebeğimi, küçücük bedenine kocaman gelen, o iğrenç yeşil ameliyat giysisiyle, buz gibi bir ameliyathanenin kapısında, anestezi uzmanının kucağına bırakışımı unutmak istiyorum. Aynı günün gecesinde, kızım yoğun bakımdayken, onun ağrıdan sızlayan başını koyacak yer bulamadığını gördükten sonra, yorgun zihnimin bana hediyesi olan sinir krizini ve tüm hastaneyi ayağa kaldırışımı unutmak istiyorum. Gülhane Tıp Akademisi'nde, Çocuk Hastalıkları Bölüm Başkanı'nın odasına kucağımda kızımla girip, ona doğum ve yaşam öykümüzü anlatırken, adamın bir süre bizi dinleyip, beni, kızımı ve hislerimizi hiçe sayarak:
- Bu çocukta zeka geriliği var dediğini unutmak istiyorum.
23 Nisan 95'i ise tamamen unutmak istiyorum.
Neden mi?
Bırakın, o da bana kalsın!
Pardon ne dediniz? Bizi biz yapan bu anılar mı? Haklısınız. Ama istediğimizi unutup, istediğimizi hatırlayabilsek iyi olmaz mıydı? Şimdi siz de bir düşünün bakalım, neleri silmek isterdiniz hafızanızdan? Ama sonra bana gelmeyin. Çünkü ben nasıl unutulur bilmiyorum... (Yonca G.E)