Paylaş
Şansa bak, telefon çalıyor, hayatımın aşkı arıyor:
“Affet, son anda acil bir toplantı çıktı. İstersen eve dön, seni oradan alayım...”
*
O kadar de keyfim yerinde ki...
“Yok ben seni beklerim burada” dedim.
“Ama bak sarhoş olma” dedi.
Gülerek “Hadi sen işine bak, anca gidersin” dedim.
İşte o sırada tanıştım Caroline’le.
“Az önce Türkçe mi konuştunuz?” dedi.
“Evet.”
Tuhaf bir bulut geçti yüzünden.
İngilizmiş, iş gezisi için Dubai’ye kocasının peşinden gelmiş.
Koca toplantıda, karısı da sahildeki barda.
Biz arkadaş olduk onunla.
İki kadın güzel içer...
Ve ben severim, hızlı, zeki, komik kadınlarla sohbeti...
“Nereden bildiniz Türkçe konuştuğumu?”
Türkçe cevap verdi:
“İlk aşkım Türk’tü, ondan öğrendim...”
“Vayyyy” dedim.
Kırık bir Türkçeydi ama anlaşılıyordu. Margaritamdan bir yudum aldım, Caroline’den hikâyenin gerisini beklemeye başladım.
“Tam 19 yaşındaydım onunla İstanbul’da tanıştığımda...” dedi.
Hidromel diye bir diskotek vardı hani, hatırlarsınız, orada tanışmışlar. Şahane bir teni, uzun saçları ve kahverengi gözleri varmış...
“Müthiş güzel bir erkekti, görür görmez âşık oldum. O da bana oldu. Ben Türkiye’ye sırt çantasıyla gezmeye gelmiş bir balerindim. Aslında Kapadokya’ya gitmeye niyetliydim ama o genç adamla tanışınca, akan sular durdu. Ailesiyle tanıştım, evlerinde kaldım. Müthiş kibardı, olağanüstü bir âşıktı...”
“Peki sonra ne oldu?” dedim.
“Evlenme teklif etti. Ama o 23’tü, ben 19. Çok âşıktım ama yine de o yaşta evlenmemem gerektiğini bilecek kadar aklım başımdaydı. Reddettim, onun kalbini kırdım. Ve yoluma devam ettim. Ama bak, bugün 48 yaşındayım, birkaç kelime Türkçe duyunca bile aklıma Ufuk geliyor...”
“Ufuk mu?.. Ufuk kim?..” dedim.
“Adı Ufuk’tu... Ufuk Akdeniz” dedi.
“Hâlâ görüşüyor musunuz?”
“Yok canım izini kaybettim. Oysa benden sonra hayatında neler oldu bilmek isterdim” dedi.
“Size neler oldu?” dedim.
“Ben önce bir Portekizliyle evlendim, Lizbon’a yerleştim, iki oğlum oldu, babaları tam 40 yaşında kalpten öldü. Nasıl bir şok yaşadığımı tahmin edersin. İki minik bebe ve ben. Yıllar sonra tekrar âşık oldum, İngiliz gibi olmayan bir İngiliz’e, oğularıma baba oldu, evlendik, bir de ondan çocuğum oldu. Ona da anlattım Ufuk’u. Ama facebook’ta da baktım, bulamadım, hayatta mı değil mi onu da bilemiyorum...”
“Hayattaysa ben size onu bulurum” dedim.
“Nasıl?” dedi.
“Boş verin nasıl olduğunu” dedim, “Hadi gelin içelim, aşklara, erkeklere...”
HAMİŞ: Sevgili Ufuk Akdeniz, artık uzun saçlı bir erkek olmadığınız kesin ama hâlâ kibar ve yakışıklı olduğunuzu düşünüyorum. Carolina da öyle düşünüyor. Yanlış anlamayın, kadın kocasını seviyor, başınıza musallat olmaya niyeti yok, sadece
neler yaşadığınızı ve şimdi neye benzediğinizi merak ediyor. Hayattaysanız ve bu satırları okursanız, bana ulaşın, Caroline’in e-mail’ini vereyim. Sevgiler...
Bu topraklarda 1554’ten beri Türk kahvesi içilir!
Şimdi siz istemez misiniz? Şu başlıktaki sloganın Türkiye’deki bütün kafelerin, restoranların mönülerinde yazmasını? Ben isterim valla. Bunun için çaba da sarf ederim. Hadi gelin hep birlikte edelim. Türk kahvesinin önce Türkiye’de, sonra bütün dünyada hak ettiği yere gelmesi için el ele verelim...
Esra (Kohen), benim arkadaşım...
Üniversitede aynı evi paylaştık, o kadar yakın arkadaşım...
O Boğaziçi İşletme mezunu, eski bir bankacı...
Bir süredir, “Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmaları Derneği”ni anlatıyor.
“Nasıl yani Esra, sen o derneğin toplantılarına mı gidiyorsun?” dedim gülerek.
Demez olaydım!
“Ne demek nasıl yani?” dedi, “Evet ben Türk kahvesini seviyorum ve yaşatmak istiyorum, o yüzden de gittim bu derneğin yönetim kuruluna girdim...”
Baktım ki, ciddi...
Baktım ki, kanının son damlasına kadar derneğini koruyor...
Sustum...
*
Esas olan, kaybetmekte olduğumuz kültüre sahip çıkmakmış.
Türk kahvesini, dünyada hak ettiği yere getirmekmiş.
Neden dünyada bütün Starbucks’larda Türk kahvesi servis edilmesinmiş?
Neden bir İtalyan yemeğini yedikten sonra Türk kahvesi ısmarlanmasınmış?
Neden espresso kadar tanınmasınmış?
Düşündüm, Esra haklı...
Onu bu derneğe üye olduğu için ti’ye aldığıma bin pişman oldum.
“Emrindeyim, ne yapabilirim söyle” dedim.
Bu sefer o güldü.
*
“Sadece kahvenin, Türklerin en önemli geleneksel miraslarından biri olduğunu yaz” dedi, ekledi: “Bir kere ismi ‘Türk kahvesi’. İsminde Türk olan ve bu kadar günlük hayatın içinde olan başka bir ürün yok. Türk kahvesi tanındıkça, Türkiye tanınıyor. Kahve, dünyada petrolden sonra en fazla ticareti yapılan ürün. Japonya’da resmi kahve günü bile var: 1 Ekim! Bizde niye olmasın? Kahve dünyada en popüler içecek, her sene 400 milyar fincan kahve tüketiliyor. Kahve kokusu, dünyada en fazla tanınan 10 kokudan biri. Son üç yüzyıldır Batı dünyasının yüzde 90’ı çaydan kahveye geçmiş. Ve bu ürünün, dünya merkezi tarih profesörleri tarafından üzerinde yaşadığımız topraklar olarak gösteriliyor. Türkler, 14. yüzyılda kahveyi kavurmaya ve öğütmeye başlamış, 1600’lerde de, dünyanın en büyük kahve dağıtıcısıymış. Evine kahve getirmeyen koca ayıplanırmış. Haklı olarak, ‘Bu topraklarda 1554’ten beri Türk kahvesi içilir’ gururunu paylaşmak ve yaşatmak istiyoruz. Restoranların içecek mönülerine bu sloganı koyarak farkındalık yaratmak istiyoruz. Türk kahvesi daha çok içilsin istiyoruz. Tabii bu arada, en iyi kahve nasıl pişirilir ve en doğru şekilde nasıl servis edilir, bunun için de bir standart çalışması yapıyoruz. Çünkü bu konuda kabul edilmiş bir standart yok, ‘orta şekerli kahve’ denince, kaç kaşık şeker konulacak? Ama mesela espresso’yla ilgili standart var” dedi...
*
“Tamam” dedim. “Sus” dedim.
“Yazıyorum” dedim.
GAY NİŞANI
Sizi bir gay dostu olarak görüyor ve bu yüzden daha da çok seviyorum. Ayın 13’ünde -yani bugün- sevgilimle nişanlanacağız. Evde bir parti vereceğiz. Evin ufaklığından dolayı, 20 kadar gay ve lez arkadaşımız geliyor. Bunu sizinle paylaşmak istedik. Biz de varız bu ülkede. Ve her şeye rağmen, çok da mutluyuz... (Can-Cem)
- Tabii ki varsınız, hep de var olacaksınız. İkinizi de çok kutluyorum. Çok eğlenin, bana da fotoğraf gönderin. Ev de gerçekten ufakmış hani! 20 kişi sığıyorsa şahane... Gülün, sarhoş olun, sonra sakın araba kullanmayın... Öptüm...
Arda’nın sinema kapatması
Ben de Melike (Karakartal) ve Ayşe (Özyılmazel) gibi düşünüyorum.
İnsan, sevgilisi için sinema kapatabilir.
Hiçbir sorun yok.
Lokanta da kapatabilir, gece kulübü de.
Kesinlikle kıro ve görgüsüzce gelmiyor.
Hatta romantik bile sayılabilir.
Örnekleri de vardır dünya edebiyatında, sinema literatüründe...
*
Ama tabii Ahmet Hakan’a fena halde katıldığım bir nokta var.
İnsan, henüz 22 yaşında hayalini bile kuramayacağı bir sürü şeye sahip olursa, istese de istemese de hazımsız-görgüsüz davranabilir.
Allah aşkına adam 22 yaşında ve Aston Martin’i var!
İnsan kafayı yemez de ne yapar?
Look’ta yayınlanan röportajında okudum, çıktığı kızı annesiyle babasıyla tanıştırmayan, bunu tasvip etmeyen, o kızın eve girip çıkmasını normal karşılamayan...
Sadece evleneceği kıza evinin kapılarını açan...
“İyi kız hasletleri” olarak, bir sürü şeyin yanında iyi yemek yapsın, ev hanımı olsun, evi çekip çevirsin, iyi temizlesin gibi şeyleri sayan bir adam...
Ne kadar romantik olabilir ben bilemiyorum!..
Paylaş