Paylaş
Samsun’un Çarşamba ilçesi Kumköy İlkokulu’nda öğretmenlik yapan Dilek Livaneli, insana o kadar umut veren bir kadın ki… Yaptıkları da gerçekten inanılır gibi değil. Zaten sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın ilgisini çekmiş durumda. Uluslararası sempozyumlara davet ediliyor, Kumköy’de uyguladığı yöntemleri anlatması isteniyor. Defalarca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, Mesleğinde Fark Yaratan Öğretmen seçildi. Okulunu Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yılın öğretmeni unvanıyla temsil etti. Sabancı ve Aydın Doğan Vakfı’ndan ödüller aldı. Veeee Varkey Gems Vakfı Küresel Öğretmen Ödülü Komitesi’nin seçtiği “Dünyada En İyi 50 Öğretmen” arasında yer aldı. Dile kolay, dünyanın en iyi 50 öğretmeninden biri seçildi!!!
Mesleğine deli gibi tutkuyla bir bağlı bir kadın o… 2008’den beri de Çarşamba ilçesi Kumköy İlkokulu’ndaki görevine devam ediyor. Sadece pırıl pırıl öğrenciler yetiştirmekle kalmadı, bütün köyü kalkındırdı…
Dilek Öğretmen’e hizmetlerinden ötürü bir kadın olarak, bir anne olarak ben de teşekkür ediyorum.
Yaşasın mutlu ve özgür beyinli çocuklar yetiştirmek isteyen yeni nesil Cumhuriyet kadınları!
Siz modern Çalıkuşu musunuz?
- Aynen öyle! Kırsal bölgeye ışık saçmak için elinizden geleni yapıyorsanız, “Modern Çalıkuşu” olmuşsunuz demektir...
Peki sizin hayattaki amacınız ne?
- Dilek Öğretmen’leri çoğaltmak! ‘Kırsal Eğitim Modelimi, Türkiye başta olmak üzere dünyada yaygınlaştırabilmek…
14 yıldır köy öğretmenliği yapıyorsunuz! Sizi alkışlıyorum, Sadece Türkiye değil dünya çapında ödüller de aldınız. Mesela “Dünyanın En İyi 50 Öğretmeni”nden biri seçildiniz. Bu ödül, öğretmenliğin Nobel’i gibi bir şey. Sizce hangi özelliklerinizle bu ödülü aldınız?
- Galiba çok yönlülük ve çalışkanlık. Ama her şeyden önemlisi sevgi… Hangi meslekten olursa olsun, insan işini sevdiği zaman daha üretken ve daha yaratıcı oluyor…
Şaşırdınız mı?
- Ödülü alınca mı? Hem de nasıl! Dünyanın En İyi 50 Öğretmeni arasına seçilen ilk ve tek Türk öğretmen olabileceğimi hayal bile edemezdim! 127 ülke ve 5 bin öğretmen arasında küçücük bir köy okulu öğretmeninin dünya ölçeğinde değerlendirilmesi… Beni müthiş gururlandırdı! Havalara uçtum! Bir başka heyecanlandıran şeyse, her yıl Dubai’de düzenlenen Dünya Eğitim Sempozyumu’nda 3 yıl üst üste Türkiye’yi temsil etmem oldu. Bu gurur bana yeter…
SADECE ÇOCUKLARI DEĞİL ANNELERİNİ DE EĞİTİYORUM
Köy öğretmenliği maceranız nasıl başladı?
- Samsun’a atandığımda, memleketimizde böylesine uçsuz bucaksız köyler olduğunu bilmiyordum. Mesleğimin ilk günü, yemyeşil bir yol, müthiş güzel bir patika, olağanüstü bir manzara ve ileride bütün haşmetiyle dalganan bir bayrak gördüm… İnanılmaz duygulandım! Hatta ağlamaya başladım. Benim öğretmenlik yapacağım okul orasıydı. Sonra pencereden gülerek bakan, koşarak bana gelen, ”Yaşasın köyümüze öğretmen gelmiş!” diyen, sarılan çocukları görünce, “İşte bu ya!” dedim. Gözyaşlarımı silip onlara sarıldım…
Herkes büyük bir şehre, büyük bir okula kapağı atmak isterken siz tersini seçtiniz. Bir köy okulu istediniz. Neden?
- Çünkü asıl köydeki çocukların, köydeki insanların gerçek eğitimcilere ihtiyacı var…
Siz eğitimin kırsaldan başlaması gerektiğine inanıyorsunuz…
- Evet, çünkü kırsal bölge insanının enerjisine hayranım. Keşfedilmeyi bekleyen, gerçek eğitime aç, köyde yaşayan, son derece zeki, o kadar çok çocuk, genç ve kadın var ki anlatamam.
Sizin felsefeniz: Eğitim, öğretim, üretim…
- Doğru, tam da buna inanıyorum. Biri diğerinden ayrı olmamalı. Özellikle kırsalda bu çok önemli. Örneğin, ben öğrencilerimi esnek sınıf modeli, duvarsız eğitim, sosyal hayatın çeşitlendirilmesi ve özgüven çalışmalarını temel alarak eğitirken, öğrencilerimin anneleri için de bir meslek eğitimi ve üretim sahası oluşturmaya çalıştım. Sadece eğitim değil, ülke kalkınması da köylerden başlamalı. Benim köyümde 20 kadın, ayakkabı sayası üretiyor, 20 kadın yapma çiçek ve keçe tasarımı yapıyor. Bırakın 40 kadını, her köyde 10 kadın çalışsa, ekonomideki hareketlenmeyi düşünün…
KUMKÖY’ÜN EFSANE DİLEK ÖĞRETMENİ
Sizin köy okullarında yaşadığınız sıkıntılar nelerdi?
- En önemlisi, öğrenci sayısı az diye kapanmasıydı. 10’un altına düşüyor, okul kapanıyor ve beni başka bir köye veriyorlardı. Ama ben ilkokul öğretmeniyim. Yetiştirdiğim çocukların mezuniyetini görmem lazım. Ama bu süreç işlemiyordu. O zaman, “Köyleri ve köy okullarını cazip hale getirelim ve köyden kente göçü engellemeye gayret edelim!” dedim. Fiziksel koşulların yetersizliği, ulaşım sorunları, halkın birleştirilmiş sınıf eğitimine karşı önyargısı gibi sıkıntılar olsa da yeter ki isteyin... Her şeyin çözümünü buluyorsunuz…
Mesela nasıl çözümler buldunuz?
- Çözümü, halka ulaşmakta buldum. Bir mıknatıs etkisi yaratarak, elbirliği, güçbirliğiyle, köy halkını okula çekerek… Gerek milli bayram koluyla, gerek sanatsal gösterilerle, gerek etkinliklere onları da katarak, her şeye dahil ederek. Özellikle anneler, okulun bir parçası haline geldiler…
Siz Kumköy’de müthiş şeyler yaptınız. Tek tek anlatır mısınız?
- “Okulum Gençleşiyor” projesiyle, önce okulun fiziksel donanımını yeniledim. Köyde, bir hobi sınıfı ve 2000’den fazla kitapla bir kütüphane oluşturdum. Oyun parkı, spor aletleri, futbol, voleybol, basketbol sahalarıyla hem öğrencileri hem de köy halkını sporla buluşturdum. Türkiye’de ilk defa bir köy okulunda, etkileşimli tahta eşliğinde, her öğrenciye laptop ve tabletlerle “interaktif sınıf” yaptım. Samsun’da ilk defa bir köy okulu, bir hizmetlisi olmamasına rağmen, hijyen kurallarına uyma kriterlerine göre “Beyaz Bayrak” almaya hak kazandı. Biz köy okuluyuz, bizim yemekhanemiz yok, kantinimiz yok ama annelerimiz var! Her gün bir anne, 30 çocuğa yetecek şekilde sıcak yemek yapıyor benim okulumda. Dumanı üstünde çorbalar getiriyorlar…
Müthiş! Siz her şeyi devletten beklememek gerektiğinin canlı örneğisiniz. Nasıl yaptınız bunca şeyi?
- Şartları zorladım. Tabii ki devlet belli ödenekler sunuyor, köy okullarını sıraya sokuyor ama benim onu bekleyecek mecalim yoktu! Sosyal girişimcilik ruhuyla bir değişim süreci başlattım. Yardımlar alarak... Yeri geldi direndim, yeri geldi dilendim. Kapıdan kovdular, bacadan girdim. “Yaa bu kadın ne kadar çok konuşuyor, ne kadar çok şey istiyor!” dediler. Ama yılmadım. Çünkü ben kendim için hiçbir şey istemedim, okulum için istedim, köydeki öğrencilerim ve köy halkı için istedim. En küçük esnaftan en büyük işadamlarına kadar ulaşmaya çalıştım. Mail’ler attım, videolar gönderdim, mektuplar yazdım, telefon açtım…
İKİ YIL İÇİNDE KÖYDE OKUMA-YAZMA BİLMEYEN KADIN KALMADI
Köy çapında ne tür yenilikler gerçekleştirdiniz?
- Köyde okuma-yazma bilmeyen kadınlara, okul çıkışları okuma-yazma öğrettim. İki yıl boyunca köyde, okuma-yazma bilmeyen kadın kalmadı. Annelere, aile eğitimi kursları başlattım. Bir velimiz ortaokulu dışarıdan bitirdi. Köyde ilk defa bir kadın sürücü ehliyeti aldı. Belki bir tane ama bana verdiği haz inanılmaz. Hiç sinemaya gitmemiş, gidememiş köy kadınlarını ilk kez sinemaya, tiyatroya ve operaya götürdüm. Köyde, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü Etkinlikleri” düzenleyip, köy kadınlarıyla şiir dinletisi yaptım. “Köyde opera ve sanat buluşması” yapıldı. “Dünya Vatandaşlığı” projesiyle, köyümüze her yaz farklı ülkelerden gönüllü eğitmenler getirtip, İngilizce kamp yapıyoruz. Eğitmenlerimiz her gece farklı bir ailenin evinde kalıyor ve kültür köprüsü kuruyoruz…
İLKLERİ YAŞATAN ÖĞRETMEN
Öğrencilerinize hangi ilkleri yaşattınız?
- Öğrencilerimi ilk kez tiyatro, sinema, opera, müze, lunapark, uzay gözlemevi ile tanıştırıp, bowling, yelken, golf, at biniciliği ve buz pateni gibi spor dallarında deneyim kazanmalarına yardımcı oldum. “Anne-Çocuk El Ele” projesiyle 36 kadını ve çocukları ilk kez uçağa bindirip, Ankara ve İstanbul’a kültür turları düzenledim. Tamamen hayal ortaklarımız sayesinde. Sıra İzmir’de. Belki sizin sayenizde bir hayal ortağı daha buluruz…
MUTLU ÇOCUK ÖĞRENİR
Siz, mutlu çocukların mu öğreneceğine inanıyorsunuz?
- Evet. Bana göre bir öğretmenin en büyük hedefi, mutlu çocuk yetiştirmek olmalı. Mutlu çocuktan korkmayın, mutlu çocuk nasıl olsa öğrenir. Mutlu çocuk, kaygıdan uzaktır. Kaygıdan uzak çocuk daha çabuk ve istekli öğrenir…
Peki siz çocuklardan en çok ne öğrendiniz?
- Biri, sebepsiz mutluluk. Çocuklar sebepsiz mutlu olabiliyor, bu müthiş bir şey. Diğeri de sürekli bir şeylerle meşgul olma isteği. Bu hallerine de bayılıyorum. Ben de onlardan öğrendiğim ilkelerle yoluma devam ediyorum. Öğretmenlik bir yolculuk…
ÖĞRETMENİM, ATATÜRK BÜSTÜMÜZÜ ALTIN SANIP ÇALMASINLAR!
Eşinizle, Atatürk büstünü getirip yerleştirme hikâyeniz var, anlatır mısınız?
- Okulumuzda yoktu. Biz de eşimle Atatürk büstünü gece yarısı askeriyeden aldık, kaidesini kurduk, yerleştirdik ve altın sarısı varakladık. Sabah, öğrenciler okula geldiler ve yıllardır derslerde dinledikleri Atatürk, bir büst şeklinde bahçedeydi! Öğrencilerim çok heyecanlandılar. Bir kısmı şaşkındı, bir kısmı “Öğretmenim, büstümüzü altın sanıp çalmasınlar!” dedi. Öyle tatlılar ki. Ve ders anlatırken pencereden görüyordum, köy halkından da insanlar gelip Atatürk büstümüzü dikkatlice inceliyorlardı. Çevresindeki çiçekleri sulayanlar oluyordu…
MEZUN ETTİĞİM ÖĞRENCİLERİM GİTTİKLERİ YERLERDE OKUL BİRİNCİSİ OLDULAR
“Dilek öğretmen ne zaman ders yapıyor?” diyenlere cevabınız ne oldu?
- En güzel cevap, öğrencilerimin başarıları oldu. Yapılan bilgi yarışmalarında dereceler aldılar. Bursluluk sınavını kazanan öğrencilerim oldu. Mezun ettiğim öğrencilerim gittikleri okullarda okul birincisi oldu. Üstelik beş sınıf bir arada, dört sınıf bir arada eğitim gördükleri halde. Onlar yaşayarak öğrendiler, gezerek, görerek, eğlenerek öğrendiler. Akademik başarı; öğretmenin asli görevi. Önemli olan, bunun üstüne bir şeyler koyabilmek. Ben öğrencilerime bilgi yüklemesinden çok, bilgiye nasıl ulaşacaklarını, matematik problemlerinden önce hayattaki problemleri nasıl çözmeleri gerektiğini öğretiyorum. Test-matik öğrenciler değil, özgüveni tam, kendini iyi ifade edebilen öğrenciler yetiştirmek istiyorum…
HOLDİNG PATRONU DEĞİLİM AMA GÜÇLÜYÜM, ÇÜNKÜ ÖĞRETMENİM!
6000 öğretmen adayıyla bir araya geldiniz, onlara vermek istediğiniz en önemli mesaj ne?
- Öğretmen, iz bırakır. Olumlu ya da olumsuz. Bu da öğretmenin kendi elinde. Türkiye’de öğretmen kendi saygınlığını kendi yaratıyor. Konferanslarda da söylüyorum: Ben, belki çok büyük bir holdingin patronu değilim, bir CEO da değilim. Ama tek bir çağrıyla, 15 dakika içinde benden hiçbir karşılık gözetmeyen tüm köy halkını, okulun bahçesine toplayabiliyorum. Bu, çok büyük bir güç. Bu, öğretmenliğin gücü. Bu, onlara verdiğim güvenin gücü. Öğretmen adaylarına verebileceğim en önemli mesaj bu. Öğretmenliğin gücünün farkına varsınlar!
Kumköy’de henüz gerçekleştirmediğiniz bir hayaliniz var mı?
- Ben kendimi değerlendirirken, sahip olmadıklarımla değil, sahip olduklarımla neler yaptığıma baktım… Elimde ne vardı? Köy okulu, köy çocuğu ve köy kadını. “Onlarla ne yapabilirim? Onlarla çıtayı ne kadar yükseltebilirim?”in üstüne gittim hep. Eğer günün birinde Türkiye’de ciddi bir eğitim reformu gerçekleşirse, bu reformun kaynağının Kumköy’deki eğitimle anılmasını isterim. Aynen 19 Mayıs denildiğinde Samsun’un akla gelmesi gibi…
Paylaş