Bir geyikle başlayıp bugünlere gelmiş bir site. Türkiye’de yapılmış en yaratıcı sitelerden biri. Bin yıldır var, sürekli konuşulur, hatta biraz insafsızca olacak ama "Ekşi Sözlük’te tıklandığın kadar varsın!" diyen psikiyatrlar bile çıktı. Hep merak ettim bu sitenin yaratıcısı kim diye: Sedat Kapanoğlu. Onun karakteri bu. Herkesin yaptığının aynısını yapmak istemeyen biri. Bence şahaneliği oradan geliyor. Aynılaşmadan hoşlanmayan, farklılıkların artmasını isteyen biri. Ülkemizin fikir huvuzunda renk renk, çeşit çeşit balıkların özgürce yüzebilmesini arzulayan biri.
Sizin hikayenizde bir tuhaflık yok mu? ÖSS’yi kazanamadınız ama Seattle’da Microsoft Windows Yazılım ekibinde yazılım mühendisi olarak çalışıyorsunuz.- Tuhaflık bende değil, ÖSS’de! Sınavda bana tek hücrelileri, iç açı toplamlarını, Ömer Seyfettin’i filan sordular. Oysa ben bilgisayar mühendisi olmak istiyordum! Beş altı denemeden sonra özel bir üniversitenin bilgisayar mühendisliğini kazandım ama o sırada çalışıyordum.
Yani? - Yani devamsızlıktan atıldım! Üniversite eğitimim yok.
Microsoft’a nasıl kabul edildiniz peki? - Microsoft bildiğimiz şirketlere benzemiyor. Diplomaya değil, yeteneğe ve potansiyele bakıyor. Ama burada da işe girmek kolay değil. O kadar ki, insanları işe alırken sordukları sorular kitaplara konu oluyor, "Fuji Dağ’ını nasıl taşırsınız?" gibi sorular soruyorlar mesela. Bana da tuhaf sorular sordular. Microsoft’a girebilmiş olmam, tamamen yazılım geliştirmeye beslediğim kişisel tutkuyla alakalı. Kendimi bildiğim bileli bu konuyla fevkalade yakından ilgiliyim.
İnsanın çocukken bilgisayar yazılımına ilgi duyması nasıl bir şey? - Normal bir şey. Resme ya da müziğe ilgi duymaktan çok da farklı sayılmaz. Hayal gücünüzü, somut bir esere dönüştüren enstrüman bilgisayar. Bende öyle oldu yani. İlkokuldayken abim beni üniversitenin bilgi işlem laboratuvarına götürürdü. Oradaki öğrenciler ve öğretim görevlileri program yazdığıma inanmazlar, gelip bakarlar ve arkadaşlarını çağırırlardı "Bak bak, burada ne var!" diye.
Bilgisayardan kafasını kaldıramayan bir çocuk muydunuz? - Tam tersine, sokaklarda top peşinde koşturan bir çocuktum. Ama eve gelince en az birkaç saatimi bilgisayar karşısında geçirirdim. Bunun da sonradan çok faydasını gördüm.
HAYAL ETMEKTEN HEP KEYİF ALDIM
"
Fırlama" bir çocuk mu? - Son derece "fırlama" ve zeki kardeşler arasında büyüdüm. Bunun bana ilham verdiğini söyleyebilirim ama kendime "fırlama" demem güç. Biz beş kardeşiz, ben en küçükleriyim. Ailenin en sakin ve en uyumlu çocuğu olduğumu söylerler. Ama tabii ki, yapılmamış şeyleri yapmaktan keyif alan biriyim. Bu da bence "çılgınlık" ya da "fırlamalık" değil. Tam tersine akılcı olan bu.
Sizin kafanız hep mi başka türlü çalıştı? - Bilmiyorum ki. Bir şeyler üretmekten ve hayal etmekten hep keyif aldım. Eski evimizde, babamın bir atölyesi vardı. Bize bir kaç oyuncak aldıktan sonra, daha fazlasını isteyince, o atölyede kendi başımıza o oyuncakları nasıl yapabileceğimizi gösterirdi. Mengenede tahta kılıç törpülerdim mesela. Abilerim daha karmaşık şeyler yapmayı becerirlerdi, tahtadan tabanca, tüfek gibi. Galiba "Kendin de yapabilirsin kıvılcımı"nı ben babamdan ve kardeşlerimden aldım. Hayal ettiklerimi somutlaştırıp başkalarıyla paylaşabilmek bana kendimi iyi hissettiriyor. Bu açıdan yazılım güzel bir seçenek. Hele web sitelerinde, hitap edebildiğiniz kitle çok daha geniş, tabii ki insanın hoşuna gidiyor. Gerçi benim yaptıklarım öyle çok uç ve devrimsel şeyler değil. Ama varolanı takip etmeye alışık bir toplum olduğumuz için farklı gelmiş olabilir.
Hep benzersiz olmak, orijinal olmaya çalışmak zor değil mi? - Ben bunun için özellikle bir çaba sarf etmiyorum ki. Ama halihazırda üstünden çok gidilmiş bir yoldan, tekrar tekrar gitmeyi de gereksiz buluyorum. Hani bir şarkı, kimse onu sevmiyorken güzel gelir de, herkes sevip ne kadar güzel olduğundan bahsedince "Ayağa düştü, arabesk oldu!" deyip soğuruz ya, o hesap. Ben de bir işin yapanı çoksa, aynısını yapmaktan hoşlanmıyorum.
Bir yerlerde okudum, "Bizim ülkemizdeki trend, aynılaşmak" diyorsunuz... - Evet, çünkü bizde fikir özgürlüğü, ağzımızdan çıkan lafın sonuçlarından korkmamızı gerektirecek kadar vahim durumda. Sadece kendi görüşünü sesli dile getirdi diye hakkında soruşturma açılan insanlar var. Ortada bir yasa olmasa da, kendi görüşünü söyleyeni, toplum olarak dışlamaya hazırız. "Ya sev ya terk et" diyoruz. Haliyle bu millete, bu topluma gönül bağı besleyen; sırf toplumla, milletle bağına zeval gelmesin diye "aynılaşıyor." Aksi halde "vatan haini" diyorlar. Kim vatan haini olmak ister ki? Hem vatan hainine kız da vermezler! O da aynı fikri savunuyor mecburen. Aidiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor. Bu aynılaşma da, milletimizin fikir havuzunda sadece iki üç tür balığın yüzebilmesine yol açıyor. Haliyle o kadar az türden, yepyeni ve çok daha güzel bir tür çıkmasını, renkli ve zengin bir tropik fikir okyanusuna sahip olmayı bekleyemeyiz. Aykırı görüşlerin varlığının bir tehdit olmadığını, bir görüşün var olmasının onu kabul etmek anlamına gelmediğini benimsememiz gerekiyor. Ama nerdeee?
Ben bugüne kadar "bilgisayarcı"lara hep "uzaylı" muamelesi yaptım. Bize benzemeyen, farklı bir dil konuşan, fazla zeki insanlar... Öyle midir gerçekten? - Herhangi bir konuya çok vakit ayırıp, o konuda kendini geliştirmiş diğer insanlardan farklı değiliz. Siz nasıl milyon adet köşe yazısı yazdıktan sonra, artık bugün bir köşe yazısını sokakta yürür gibi büyük bir rahatlık ve kendine güvenle yazıyorsanız, bu, bilgisayarla uğraşanlar için de geçerli.
İyi bir bilgisayarcı ya da yazılımcı olmak için ne tür özelliklere sahip olmak gerekiyor? Mesela matematiği kötü biri, bu işleri yapabilir mi? - Bir kere matematiği kötü biri, matematiğini her zaman iyileştirebilir. Bence bilgi, önceden depolanıp, "Tamam, kung fu biliyorum, hayata hazırım!" şeklinde kullanılan bir şey değil, olmamalı. Tam tersine, sürekli ihtiyaca göre yenilenip tazelenen, ekleme yapılan bir şey olmalı. Ben Microsoft’ta mesela, her gün yeni bir şey öğreniyorum, bu işin bir tepe noktası varsa, ben kendimi hálá başlarda görüyorum. Diğer yandan üniversite eğitimini şiddetle tavsiye ederim. Sık sık "Üniversiteye gitmesem de sizin gibi olabilir miyim?" sorusuyla karşılaşıyorum. Benimki bu işin kolayı varken, zor yoldan yapmaya çalışmak. Üniversitede hocaların hazır öğrettiği şeyleri, ben kendi kendime öğrenmek zorunda kaldım, tabii daha uzun sürdü ve zahmetli oldu. Bugün keşke iç açıları çalışsaydım, Ömer Seyfettin’e göz gezdirseydim diyorum! Diğer yandan tutkulu bir ilginiz olduğu sürece yazılım geliştirme, bence istisnasız herkesin yapabileceği bir şey. Babamın bir arkadaşı 60 yaşında bilgisayara ilgi duyup programlama öğrenmişti. Çamaşır makinesini ılık suda yıkamaya programlamak da basit boyutta program yazmaktır.
Bazı insanlar eletronik alet kullanamaz. Kafası basmaz. "Bilgisayarcılar" bunun tersi mi? - Bence böyle bir şey artık kalmadı. Bilgisayarcılar diye bir ayrım da gitgide bulanıklaşıyor artık. Artık "yazılımcı", "hacker", "network admin" gibi tabirler revaçta. Zira herkes orasından burasından az biraz bilgisayarcı oldu.
KADINLARIN BİLGİSAYAR PROGRAMLAMAYA İHTİYAÇLARI YOK ERKEĞİ PROGRAMLASALAR YETER! Seattle’da yaşam nasıl? Keyif alıyor musunuz orada yaşamaktan? - Amerika geneli için aynısını söyleyemem ama Seattle ve civarının doğası çok güzel. Ben Microsoft kampusuna yakın oturuyorum, kasaba gibi yemyeşil, sakin, sessiz bir yer. Bu tarz hayatı seven insan için birebir. İnsanı ezmeyen oturmuş bir bürokrasisi var, fatura, maaş kuyruklarında hayatınız geçmiyor, yaşamaya vaktiniz kalıyor. Keyfim yerinde yani. Buna rağmen Türkiye özlemi mutlaka oluyor. Her Türkiye’ye gittiğimde kendimi askerden dönmüş gibi hissediyorum!
Bilgisayar yazılımı yapan bir adamın sevgilisi ne iş yapar? - Muhtemelen yazılımcı değildir! Kızların bilgisayarı programlamaya ihtiyaçları yok, erkeği programlasalar yeter! Ama hayatı, bilgisayar başında geçen adamın ana sosyalleşme kanalı bilgisayar oluyor. O yüzden öyle ya da böyle bilgisayarla haşır neşir biri olma ihtimali yüksek. Fena da olmaz yani.
Bir gün Türkiye’ye dönecek misiniz? - Niyetim o. Başka bir ülkede yaşamak, kendi ülkenizde neyin yanlış neyin doğru olduğunu daha iyi görmenizi sağlıyor. Kanıksadığınız bir yığın şeyin düzeltilmesi halinde, hayatınızın ne kadar olumlu yönde değişebileceğini görüyorsunuz. Bu konuda net bir resim elde edene kadar burada kalmanın bana faydası olduğunu düşünüyorum.
Yeni yazarlar fevri oluyor büyüyünce geçiyor!
Ekşi Sözlük’ün geyik olarak başladığı doğru mu? - Evet. "Dur ya bir yapayım, bayağı eğlenceli olacak" dedim. Arkadaşlara mesaj attım: "Şöyle bir şey yaptım, gelin..."
O geyikten bugünkü noktaya nasıl gelindi? -1995 yılında yazdığım amatör yazılara tuhaf "Bkz"ler vererek, o başlıklar altında ayrıntılı bilgilerin olduğu fikriyle, öyle saçma ve devasa bir bilgi kaynağı hayaliyle eğleniyordum. Sonra 1997 yılında Douglas Adams’ın "Otostopçunun Galaksi Rehberi"ni okudum. O da aynı şeyden bahsediyordu, çok keyif aldım. O sırada internet Türkiye’de yaygınlaşmaya başlamıştı. 1999’da zaten o dönemki kız arkadaşımla beraber "Sour times" isminde bir site yapıyorduk "Dur şunu da ekleyeyim" dedim. Yapması zaten yarım saat sürmedi, basit bir şey. Arkadaşlar arkadaşlarını çağırdı -o zamanlar bu fikir herkes için çok yeni ve heyecan vericiydi- ve derken çığ gibi büyüdü. Sonunda sitenin geri kalanını tamamen kaldırıp, siteyi sadece sözlükten ibaret hale getirdik. Evrile evrile bugunkü haline geldi.
Yazarlık hakkı nasıl veriliyor? - Önce "çaylak" olarak başlıyorsunuz. Yazdıklarınız sadece "moderatör" adını verdiğimiz denetçiler tarafından görülüyor. 10 giriş yaptıktan sonra bir kuyruğa giriyorsunuz moderatörler yazdıklarınızın Ekşi Sözlük formatına uyup uymadığına bakıyor.
Yani her isteyen yazar olabiliyor. - Elbette. Başvurulardaki yığılmalardan dolayı, yazar alımlarını zaman zaman kapattığımız oluyordu. Bu ister istemez bir "seçkinler kulübü" olarak algılandı. Oysa alakası yok.
Hakaret içeren yazılar kim tarafından denetleniyor? - Herkes tarafından. Okurlar şikayet arabiriminden bize ihbar edebiliyorlar. Yazarlar, moderatörlere mesaj atabiliyorlar. "Gammaz" adını verdiğimiz sözlük grubu, bunları otomatik bir arabirimden daha çabuk yapabiliyor. Moderatörler, hakaret ya da eleştiri sınırında olup olmadığında kararsız kaldıkları durumlarda, konuyu gönüllü hukuk uzmanlarından oluşan "praetor" adındaki danışmanlara devrediyorlar. Onlar sakınca doğurduğuna karar verirlerse giriş siliniyor.
Yazarlarınızı size şikayet edenler oluyor mu? - Sürekli. Sadece dışardan değil, yazarların kendileri de birbirlerini şikayet ediyorlar! Sözlükte belli bir görüşü kayırmadığımızdan her görüşteki insanlar arasında sürekli kıvılcımlanmalar oluyor. Bunları sadece hukuki ya da sözlük formatıyla ilgiliyse değerlendiriyoruz. Buna rağmen, karşıt görüşlerdeki yazarlar, aralarındaki diyaloğu sağduyularıyla "ölçülü" tutabiliyorlar. Sözlük kültürüne oldukça yerleşti bu artık. Ama yeni yazarlar fevri oluyor. O da büyüyünce geçer.
"Yaşasın kötülük!" gibi bir site Ekşi Sözlük! İnsanların ti’ye alındığı, dalga geçildiği bir platform. Sahibi olarak Nuri Alço gibi hissetmiyor musunuz kendinizi? - Haşa! Ekşi Sözlük hem ti’ye alabildiğiniz hem göklere çıkarabildiğiniz bir yer. İkisinin de örneklerine bolca rastlamak mümkün. Sadece biz, eleştiriye alışık bir millet değiliz. Kültürümüzde başkasının kusurunu yüzüne vurup, onu utandırmamak var. O yüzden eleştiriye karşı, onun saldırgan olduğuna dair bir anlayışımız var. Halbuki eleştiri, kendimizi geliştirebilmemiz için eşsiz bir nimet. Bu konuda sadece yakın çevremize güvenirsek, hep "kusursuz" olduğumuz sanrısıyla yaşamak zorunda kalırız. Bir insanı ister kinayeli olsun, ister dolaysız olsun eleştirmek, eleştirdiğiniz insan için bir rehberdir. Sanatçılar kendilerine "menajer" tutarlar, zira onların işi sanatçının eksiğini gediğini fark edip düzeltmektir. Zannediliyor ki "Haksız eleştiri saygınlığı bozar." Yok öyle bir şey. Okur, zaten eleştirinin haksızlığını haklılığını ayırt edebilmelidir. Okuduğumuzu ölçüp tartarak okumayı, bilgiyi filtreleyerek özümsemeyi artık öğrenmemiz lazım. Birine "kötü adam" deyince, o "kötü" olmuyor. Bunu fark edersek, iki yılda uzaya çıkarız! Tabii yıl olarak "Hıncal yılı"nı kastediyorum!..