Ne demeye çalıştığını müsaadenizle, röportajı yapan kişi olarak, ben anlatmaya çalışayım:
"Benim artık bu taraklarda bezim yok" demek istiyordu. "Bu harala gürele içinde yer almak istemiyorum. Gündeme oturmak için çeşitli numaralar çekmek istemiyorum. Artık böyle bir ruh halinde değilim. Buna ihtiyacım da yok." Ve muhtemelen "Beni ilgilendiren şeyler, talk show sahiplerinin ilgisini çekmiyor, o yüzden çıksam da onları kesmeyecek" demeye getiriyordu.
Ben onu anladım.
Dediği, "Ben herkesi, her şeyi aştım" değildi.
Burnu büyüklük yapmıyordu.
Kimseyi küçümsemeye çalışmıyordu.
Kibirli bir söyleyiş de değildi.
Derdi başkaydı.
Ama n’oldu?
Ortaya bir magazin savaşı çıktı.
Okan Bayülgen,"Onu programa çağırmama nedenim, talk show’a uygun olmayışı" dedi, "Konuşan bir insan değil. Şimdiye kadar bütün söyledikleri şunlar: ’Sizi çok özledim, duygularımız sevişiyor, dudu dudu, kuzu kuzu, muck muck... 10 küsur senedir söyledikleri 5 ünlemden ileri gitmemiş bir adamla ne konuşabilirsin?"
Bence, bu haksızlık!
Gerçekten haksızlık.
Bu sözler, Okan’a hiç yakışmıyor.
Kaldı ki, gerçeği de yansıtmıyor.
Kimseyle dalaşmasına gerek yok, zaten çok iyi programlar yapıyor, işine baksın.
Tarkan’ı da rahat bıraksın!!!
Hıncal Uluç neden terk edilir?
PEK çok şey öğrendim Hıncal Uluç’tan.
Hálá öğreniyorum.
Yazılarından, anlattıklarından, anılarından.
Ama pazar günkü yazısını okuyunca önce kafam karıştı.
Hayat boyu terk edildiğini anlatıyor. Kadınları sevmiş, kadınlar da onu sevmiş ama işte bir şekilde terk edilmiş: "Hayatım boyu çok sevdim. Deliler gibi sevdim. Ama hepsi terk ettiler beni. Çekip gittiler. Çok düşündüm. Hálá da düşünürüm. ’Gitme’ desem ne olurdu? ’Dön’ desem dönerler miydi? Yaşam felsefesi, ’Bir gün pişman olacaksan, yaptıkların için ol, yapmadıklarından değil. Çünkü yapmadığın zaman neler kaybettiğini hiçbir zaman bilemezsin’ olan ben, niye ’Dön’ demedim hiç birine..."
Diyor.
Sonra da iki g’den söz ediyor:
Gurur ve güven.
Onu terk eden kadınlara dur diyememiş, dese belki de kalırlarmış.
Ama işte gururu ve güveni engel olmuş.
Hıncal Uluç, bana da öğüt verirken, eski eşi Holly’nin peşinden neden Amerika’ya gitmediğini şöyle anlatmıştı: "Orada nobody olurdum, ama burada biriyim, Hıncal’ım!"
İtiraf etmeliyim ki, şaşırmıştım, gencim ya, insan, kendini her yerde yeniden var edebilir diye düşünüyordum, hálá da öyle düşünüyorum...
Ama terk edilmek üzerine yazdığı o pazar yazısını ikinci kez okuyunca, meseleyi çaktım:
Hıncal Uluç’un gururu ve özgüveni...
Ki buna ego da deniyor...
Bir başkasını, mesela bir kadını, kendisinden daha fazla sevmesini engellediği için...
Kadınlar sürekli onu terk ediyor!
Pis ispiyoncu!
DÜNKÜ haberi gördünüz mü? Samsun’da yaşanıyor. İki devlet memuru, kendi aralarında msn’de yazışıyorlar. İçeriği kişisel.
Ve ne oluyor?
İmzasız bir mektup, derhal bu arkadaşları ihbar ediyor.
Yetkililer de "Şayet doğruysa, affedilir yanı yok. Gereği yapılacaktır!" diye azarlıyorlar.
İki devlet memuru da "Biz yapmadık" diyorlar ve hesap vermek zorunda kalıyorlar.
Bence esas hesap vermesi, utanması ve herkesin içinde "Ben bir aşağılık lağım faresiyim!" demesi gereken, o imzasız mektubun sahibi...
Ortada bir ahlaksızlık varsa, en büyük ahlaksızlık budur!