Ya “ortalama” bir yol tercih seçip, kurallara bağlı kalacaksın, o zaman “saygın” olacaksın ya da kuralları kabul etmeyeceksin, “Benim kendi kurallarım var!” diyeceksin ve yaylım ateş altında kalacaksın. Artık nereden yara alırsan... * Sizi bilmem... Ama Hande Ataizi, güzel ve seksi bir kadın olmasının yanı sıra iyi bir oyuncu. İlk uzun metrajlı filmiyle (Mum Kokulu Kadınlar), Altın Portakal aldı. Ruhsar ve Melekler Adası dizilerinde sıkı bir oyunculuk sergiledi. Ne var ki, özel hayatıyla da gündemde olan biri. İstese de istemese de, o bir “magazin figürü”. Sevgilileri, ilişkileri, bir günlük evliliği, tuvaletin penceresinde sıkışması, seksapeli, fiziği, bedeni... Her şeyi, her şeyi... Ama tüm bunlar, onun iyi bir oyuncu olmasının önünde engel değil. Ne var ki, az gelişmiş bir ülkede yaşıyoruz. Değerler ona göre belirleniyor. İçinde seksi sahneler barındıran bir oyunda oynuyorsan ve Türkan Şoray değilsen, zaten kafadan suçlusun. Hafifsin, yollusun, her türlü eleştiri karşında, kafanı öne eğip, dinleyeceksin. “Sana kariyerini kurtardık, Cihan Ünal’la oynama fırsatı verdik ama sen değerlendiremedin!” diyecekler, sen özür dileyeceksin. Niye? Çünkü Cihan Ünal, 24 yıllık devlet memuru diye. Erkek diye. Çok daha tecrübeli diye. Güzel memeleri yok diye :--)) Yaşı büyük diye. Cihan Ünal’ın oyunculuğunun değerini zaten kendi izleyicileri verir. Madem bu oyunda birlikte oynuyorlar, demek ki o seksi ve cüretkâr oyuncuya ihtiyaçları var. İster sanat aşkına, ister müşteri aşkına, ister para aşkına. Sonra peki o oyuncuyu, seksi diye neden küçümseye kalkıyorlar? Bir aksilik olduğunda, hemen seksiliğini, magazin figürlüğünü devreye sokuyorlar. Neden, “Bir benim kariyerimi bakın, bir onunkine” diyorlar? Madem bu kadar yüksek kariyerliler, neden tek kişilik bir oyun oynayıp kapalı gişe gitmeyi denemiyorlar? * Başlangıçta birbirlerinden gayet güzel yararlandılar. Hande, Cihan Ünal’dan. Cihan Ünal da Hande’den. Win win teorisi. Bütün magazin sayfalarında onların fotoğrafları vardı. Başta Tiyatro İstanbul olmak üzere, herkes durumdan memnundu. 60 oyun oynadılar birlikte. Bu kadın da dangalak değil herhalde, neden son oyunda vazgeçsin? Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş, bir oyun daha dayanabilirdi, neden dayanmadı? Sizce gerçekten şımarıklık mı? Haklı gerekçesi olmaz mı? Tahammül sınırlarının ötesinde şeyler yaşanmış olamaz mı? Bir insanın haklı gerekçeleri varsa, bir hafta önce, “Önleminizi alın, ben son oyuna gelmeyeceğim” diyemez mi? Ben ki, iş ahlakı konusunda son derece tutucuyum, bir söz verdinse iki elin kanda olsa tutacaksın, ama bu olayda Hande’ye haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Ya da şöyle diyeyim: Hande Ataizi’nin ağzıyla kuş tutsa da, haklı olduğuna kimseyi inandıramayacağını biliyorum. Az gelişmiş bir ülkenin evlatlarıyız biz. Ve kadına bakışımız belli. Bizler, kafadan, o profildeki bir kadına karşıyız. Üstelik erkeğin, kadının güzelliğinden etkilenmesini de normal kabul edecek bir yapıdayız. Ne yaparsa yapsın Hande suçlu yani. Ne söylese o suçlu. “Hoşuma gitmeyen şeyler yaşandı” dese de, “Sinir krizi geçirdim” dese de, “Tüm bunlardan dolayı özür dileyen mesaj attı” dese, ama “Daha fazlasına tahammül edemedim, hakkımda yazılacak olası şeyleri bilmeme rağmen gitmedim ama oyuna bir hafta kala haber verdim, beni ikna etmeye çalıştılar, edemeyeceklerini anlayınca da tepeme bindiler” dese de... O haksız. Söylüyorum doğuştan suçlu! Ne acayip bir ülkeyiz, şu an herkes ileri geri konuşuyor, tanıyan tanımayan yorum yapıyor. Özellikle ahlakçılar devrede. Kimi, “Konsantrasyon eksikliği var” diyor. Kimi, “İş ahlakı yok” diyor. Deme hakkını buluyor kendinde. O da susuyor. Bence haklı. Sus Hande sus. Konuşsan da, anlamayacaklar. Kadın olmak zor. Az gelişmiş bir ülkede kadın olmak daha da zor.