Dün Nail Keçili'nin Kartal Özel Tip Cezaevi anıları vardı, bugün sıra Ulucanlar'dan tutukluk notlarında...
Keçili, cezaevinde yaşadıklarını iki kitapta topladı. Mahkeme devam ettiğinden henüz piyasaya çıkmayan kitaplarını, İngilizce, Almanca Fransızca olarak da bastırmayı düşünüyor.
Peşine düştüğüm gardiyanı, dehliz gibi koridorlarda takip ederken, hayal dünyasında gibiydim. Kafamı tavana çarpmamaya çalışıyordum. Sanki birazdan önüme ayakları prangalı, birbirine zincirlenmiş adamlar çıkacaktı. Hayatımda ilk defa bu kadar çok korktuğumu anladım!
Tam bir söz söyleceğim, gırtlağım tıkanıyor, yeniden ağlamaya başlıyorum. ‘‘Bak’’ dedi Müdür Bey, ‘‘Zaman içinde alışacaksın. Bu koridorda üç koğuş var. Birinde Murat Demirel kalıyor. İstersen seni Murat'ın koğuşuna vereyim. En iyisi odur...’’
‘‘Televizyonlardan izliyorduk seni. Geleceğini biliyorduk. Yerini bile hazırladık’’ dedi Murat Demirel. Sonra 15 metre karelik avluya çıktık. Beni orta yere oturttular. Murat Demirel, hafifçe şakalaşarak elektrikli makinayla saçlarımı sıfır numara kesti...
Egebank olayında hiç hata kabul etmeyen Murat Demirel'i yakından tanımayanlar, ona 35 yaşında diyemezler. Üzerine sinmiş, herşeyi bilen tecrübeli ifadesi ve görüntüsüyle, bana bile orta yaşlı bir insanı çağrıştırmakta...
Nev-i şahsına münhasır, benim bile hala doğru dürüst tanıyamadığım biri. Başını omuzunuza dayayarak şefkat isteyen bir Murat Demirel'in, beş dakika sonra ‘‘Benim paramla yaşıyorsun. Sana artık para vermeyeceğim. Başının çaresine bak...’’ demesine hayret etmemek gerekir. Randevularına geç gidişi, insanları bekletme huyu, bence hep bu hükmetme alışkanlığından kaynaklanıyor. Temel karakteri ‘‘ben merkezcilik’’ üzerine inşa edilmiş bu genç adam, buna karşılık inanılmaz merhametli.
Benim iş ilişkisinde bulunduğum patron ve yöneticileri, kişisel dostlarımdan ayırmam çok zor. Tanıtım sorumluluğunu üstlendiğim bir kuruluşun sahip ve yöneticileriyle mesafeli duramam. Reklamını yaptığım ürün ve hizmeti, o işin patronunun kişiliğinden soyutlayamam. O patron, malın dümenindeki kişi. Onunla ne kadar yakın durursam, başarılı olma şansım da o kadar artır.
Anlayamadığım, Ayşe'nin (Demirel) neden hapse atıldığı. Bana yazdığı notlardan çıkardığım, en büyük arzularından biri şu: ‘‘Sizlerle hiç olmazsa ayda bir kez, bir saat buluşabilsek ve biraz medenice konuşabilsek, entelektüel konulardan söz açabilsek..’’ Ama elimizden bir şey gelmiyor.
Zaman içinde kendi sistemimizi kurduk. Murat'la ben yağsız, tutsuz tahıl pişiriyoruz. Sabah, yulafa talim ettikten sonra da, gün boyu bir öğün yiyoruz. Ömrüm boyunca vaktimin bir saniyesini bile boşa harcamamak için çırpınan ve bu konuda başarıya ulaşan ben, şimdi vakit geçirmenin yollarını arıyorum!
Volta, çok ciddi kuralları olan bir ritüel. Bir veya bir kaç kişi volta atarken, onlara katılmak için müsaade isteniyor. Dönüşlerde mutlaka yüz yüze gelmek gerekiyor. Üç kişi yürüyorsanız, ortadaki voltacı bir dönüşte bir yüze, öteki dönüşte öteki yüze dönmek zorunda...
Muhteşem bir soba yakma eğitimi gördüm! Sobayı doğru yakmak, iyi randıman almak bir hüner! Boruları sık sık sökmek, içlerindeki kurumları temizlemek ise ayrı bir azap...
Geçen gün duyduğum hoparlörle mal satmaya çalışan satıcının sesi bile beni nasıl heyecanlandırdı, anlatamam! Oysa Arnavutköy'deki evimde yaşarken, hoparlörle zerzevat, kavun, kapruz satan seyyar satıcıların seslerinden rahatsız olur, haporlörlerini kısmalarını söylerdim.
Burada dengeyi bulamazsan, hemen yersin şişi bir tarafına! Senden istenenleri yerine getirmezsen, adamı şişenin üzerine oturtup bir de fotoğrafını çekerler. Hatta seni soyarlar, arkana bir adam geçirip bu kez de öylesini çekerler...
Kabadayıların neden hapishane hayatından sonra daha güçlendiklerini, daha doğrusu, hapishane hayatının nasıl kabadayı yetiştirdiğini burada bariz bir şekilde anlıyor insan...
Bir seferinde Ertuğrul Özkök'e, acı bir ironiyle ‘‘Dilersen buraya bir muhabir yolla. Kısa süreli bir suç işlesin, içeri girsin ve gerçek hapishane hayatını görsün...’’ diye mektup yazdım. Çünkü buradaki hayat, dünyanın gerçekten dip noktası. Dışarıdaki birinin bu hayatı hayal bile etmesi mümkün değil!
Gazete sayfaları, ekranlar bu kadar alehiyinize haberlerle dolarsa yapabileceğiniz tek şey var: Kendinizi gebertmek! Bunu da kolay sanmayın, çok büyük cesaret ister. Becerebilirseniz ne ala... Yoksa burada herşeyinizi kaybetmiş, sakat bir adam olarak çıkarsınız. Ondan sonra da nasıl yaşayacağınız Allah bilir!
Hapishaneden çıktıktan sonra ‘‘Ey yüce devletim’’ diyorsun, ‘‘Sen beni insan gibi yaşatmıyorsan, siyasilerin piyonu yapıyorsan, ben de kendi başımını çaresine bakarım’’. Böylece gayri resmi kanun yapıcı oluyorsun. Kanun yıkıcı oluyorsun. Ama usulünü bildiğin için de bir daha hapse girmiyorsun. Girsen bile süresini biliyorsun. Adaletsizlik insanı başka bir insana dönüştürüyor...