Melis K.’nın hikayesi aslında hepimizin bildiği acıklı, hüzünlü bir hikaye. Bir sürü var onlardan bu ülkede. Baskı kuran, ezen, sert bir baba ve zavallı çaresiz bir anne. Ve onların biricik kızı. Melis K. işte o kızlardan biri. Ne yapıyor? Önüne çıkan ilk etkileyici erkeğe áşık oluyor ve 19 yaşında ailesinden, özellikle de babasından "kurtulmak" için evleniyor. 23 yaşında oğlu Mert’i doğuruyor, 27 yaşında da boşanıyor. 8 yıl boyunca maddi manevi bütün desteğini
çeken, ona sırt çeviren babası bu habere pek seviniyor ve şöyle diyor: "Gençsin, her şeye yeniden başlayabilirsin. Sana her türlü desteği veririm. Ama geçmişe sünger çek. O çocuğu da sonsuza kadar unut..." 750 YTL maaş alan 27 yaşındaki bu kadın şimdi kara kara düşünüyor, "Bu parayla oğluma nasıl bakarım? Babamın teklifini kabul edersem de aynada kendi yüzüme nasıl bakarım?" Sizin bu konudaki görüşlerinizi önemsiyorum, lütfen bana yazın...
Sizi tanıyabilir miyiz?- Ben Melis. 81 Adana doğumluyum. Tek çocuğum. Varlıklı bir ailede büyüdüm. Babam, Tarsus Amerikan ve Galatasaray, amcalarım Saint Joseph ve Alman Lisesi mezunu, üçü de teknik üniversiteli. Annem ise daha mazbut bir aileden geliyor, Ticaret Lisesi’ni bitirmiş, bankada memur olarak çalışırken, babamla tanışıp evlenmiş. Annem çok güzel bir kadın.
Nasıl bir çocukluk?- Tedirgin.
Neden öyle?- Öyle işte. Yemek yerken kolumu masaya dayadım diye beni odama yollayacak kadar acımasız ve sert bir baba. Şefkatli değil. Aslında baba gibi değil. Ona hiç "Babacım" demedim mesela. Bizim ailede kimse birbirine sarılmaz zaten, dokunmak yoktur, hep bir tedirginlik, sevgisizlik... Babamın en sevdiği şey, karavanla Avrupa’yı gezmekti, çocukluğumun bütün yazları öyle geçti, annem, babam ve ben.
E bu güzelmiş!- Benim için değil. Yaz tatillerinden hep nefret ettim. Çünkü babamla 3 ay dipdibeydik. Yaptığım her şey ona batardı.
Agresiftir benim babam; insanı ezer, üzerinde baskı kurar. Kendini böcek gibi hissedersin.Kıyafetin, yaşam tarzın, arkadaşların, okuduğun kitaplar, hepsi kötü, hepsi yanlıştır. Sürekli seni cehaletle suçlar. Ben şu lafları duyarak büyüdüm: "Ne işin var o pespaye insanlarla? O kız kim ki? Zaten sen hayatın boyunca arabesk takıldın!.."
Anneniz peki? Onunla ilişkileriniz...- Biz hiç anne-kız olamadık ki! Bir kere de "Bu konuda Melis haklı!" de... Asla! Ne yazık ki hep babamın tarafındaydı. Ama kızamıyorum da, 5 çocuklu dar gelirli bir aileden geliyor, rahat bir yaşam istediği için babamın sözünden çıkmıyor, onun istediği kadın oluyor, buna karşılık o da istediği hayatı yaşıyor.
Küçükken nasıl bir gelecek hayal ediyordunuz?- Gelecek mi? Benim böyle bir hayalim olamazdı ki. Babam beni karşısına aldı, "Ne okumak istiyorsun?" dedi, her zamanki gibi cevap vermemi bile beklemeden, "İngiliz dili ve edebiyatı okuman yerinde olur!" dedi ve beni İngiltere’de Brighton Üniversitesi’ne yazdırdı. Ama tabii kader ağlarını örmüştü...
Nasıl yani?- Lise sondayken okuldan atıldım ben...
Bunu nasıl becerdiniz?- Sorma, gırgır olsun diye okul servisini kullandım. İçinde arkadaşlarım vardı. Kaza- maza olmadı ama yine de beni okuldan attılar. Kolejden düz liseye geçtim. Zaten İngiltere’ye gidecektim, çok da umurumda değildi. İşte orada tanıştım Fikret’le... Daha doğrusu Fikret Hoca’yla... Hayatımın en büyük aşkıyla...
Edebiyat öğretmenimizdi. Bütün kızlar ona aşıktı. Siyah dar pantolon ve siyah gömlek giyer, kırmızı kravat takardı.
Öğretmen demeye bin şahit isterdi, moda dergilerinden fırlamış gibiydi. Bir gün basketbol oynarken, "Seninle bir şey konuşabilir miyiz?" dedi, "Buyurun hocam, dersim boş" dedim, "Yok dışarıda" dedi. Nefesim kesildi, ölecektim heyecandan.
Sizden kaç yaş büyüktü bu Fikret Hoca?- 14. Bir kafede buluştuk.
Hiç kıvırmadan direkt girdi meseleye, "Biliyorum yaptığım çok sakıncalı ve tehlikeli ama senden çok hoşlanıyorum, seninle birlikte olmak istiyorum!" dedi. Açık sözlülüğünden, cesaretinden ve cüretinden ne kadar etkilendiğimi anlatamam. Bir de daha 18 yaşındayım. Eridim gittim tabii...
Ama siz İngiltere’ye gidecektiniz...- Evet evet gittim ama aklım yakışıklı edebiyat hocamda. Sürekli yazışıyoruz, telefonlaşıyoruz. Arkadaşlarım okuldan sonra pub’a gidiyor, o ise bana "Hayır sen gitmeyeceksin, evde oturup ders çalışacaksın!" diyor. Benim bir hoşuma gitsin, nihayet bana sahip çıkan biri var... Fikret babam oldu, annem oldu, kardeşim oldu, arkadaşım oldu, sevgilim oldu... Bir bayramda gizlice İstanbul’a geldim. Hiç unutmuyorum; Kadıköy’de boğa heykelinin önünde buluştuk, birbirimize sarıldık, sonra vapura bindik, öpüştük, öpüştük, öpüştük. Bir yüzük çıkardı cebinden, "Bunu hiç çıkarma olur mu?" dedi. O kadar şefkatliydi ki, saçlarımı punkçılar gibi kırmızıya boyatmıştım, ses çıkarmadığı gibi "Yakışmış" dedi.
Ailenizin haberi var mıydı bu İstanbul kaçamağından?- Deli misin? Yok tabii. Fakat şöyle tuhaf bir şey oldu. Annem tarot meraklısıdır, Rezzan Kiraz’a gidiyor ve benim için tarot baktırıyor. Rezzan Kiraz da sanırım iyi şeyler görmüyor. Bir panik annem aradı beni, "Hayatında biri mi var, söyle lütfen" dedi, benim de boşluğuma geldi, birden annemle sırdaş olabileceğimizi filan zannettim ve başladım edebiyat hocamla yaşadığım o müthiş aşkı anlatmaya. Hiç sesini çıkarmadı, dinledi dinledi, "Tamam Meliscim" dedi. Annemle telefonu kapattıktan biraz sonra beni babam aradı: "Hemen Adana’ya dönüyorsun! İngiltere maceran bitti!" dedi, buz gibi bir sesle.
Sonra?- Sonra... Onlardan habersiz ilk uçakla Adana’ya uçtum. Fikret karşıladı beni, apar topar memleketi Elbistan’a götürdü.
Kırmızı saçlarım ve dövmelerimle kendimi bir masada buldum, nikahımız kıyıldı. Etraftakiler bana uzaylıymışım gibi baktılar, hatta bana "Uzaylı gelin" ismini taktılar. Oradan annemi aradım, bir umut beni tebrik eder diye, "Ben evlendim" dedim, 42 yaşındaki annem ağlamaya başladı ve o gün menopoza girdi.
Niye evlenmiştiniz?- Bilsem... O kadar baskı yaptılar ki, kurtuluş bu zannettim. Ama şu anda yaptığım en salakça şeyin bu olduğunu söyleyebilirim. 19 yaşında evlenmenin bir manası olabilir mi? Git adamla beraber ol ama niye evleniyorsun... Neden? Babam yüzünden! O farkında olmadan beni buna zorladı...
Peki ailenin diğer fertlerinin reaksiyonu...- Babam telefonda "Ya şimdi eve dönersin ya da seni hayatımdan, mirasımdan, her şeyimden mahrum ederim!" dedi. Dedem ise, "Sakin olalım, beğenmesek de bu adamı eş olarak seçti, bari Adana’da kulüpte bir davet verelim, iki aile kaynaşsın" dedi.
Sizinkiler eşinizin ailesini küçümsüyor muydu?- Hem de nasıl. Mesela Fikret’in abisi dedemin evine gitmiş, "Beyefendinin okuma saati, yarım saat sonra gelin" demişler. Fikret’in ailesi bu hadiseyi tam 8 yıl konuştu, efendim o kadar yoldan gelen bir insan, kapıdan nasıl çevrilirmiş? Okuma saati ne demekmiş? Böyle saçmalık mı olurmuş? Kulüpteki kaynaşma daveti de saçmaydı.
Birbiriyle asla kaynaşamayacak iki aile... Mesela Fikret’in Maraş geleneklerine göre yetişmiş ablasının yanında benim aşırı bakımlı, uzun kırmızı tırnaklı Yalan Rüzgarı’ndaki Katherine Chancellor’a benzeyen babaannem oturuyor. E olmuyor, konuşacak ortak herhangi bir konuları yok yani. Sonra kulüpten çıktık iki araba yan yana duruyor, biri babamınki biri Fikret’inki. Birdenbire babam demesin mi: "Ya benimle gelirsin ya onunla gidersin. Ama onunla gidersen bil ki beni bir daha hiç göremezsin!"
Ne yaptınız?- Ne yapacağım, Fikret’in arabasına bindim ve babamı tam 8 yıl hiç görmedim. Ama kocamı aileme tercih etmiş olmanın bedellerini de ağır ödedim: Fikret’in ailesi yalnız olduğumu bildiği için var gücüyle üzerime abandı.
Peki eşiniz ne yaptı?- Bana arka çıkmadı. O yakışıklı edebiyat öğretmeni gitti, yerine ailesinin yanında süklüm püklüm olan biri geldi.
Kırmızı saçlarımdan ve dövmelerimden nefret ettiğini itiraf etti. Bir an evvel ev kadınlığını öğrenmemi istedi. Ailesiyle Kahramanmaraş Elbistan’da yaşıyorduk. Zor günlerdi. Ailesi sürekli evliliğin yürümeyeceğini söylüyordu: "Uzaylı gelini yol yakınken boşa..." Zavallı Fikret onlarla benim aramda sıkıştı kaldı. Bu arada öğrencisiyle evlendi diye başka bir okula sürüldü. Benim ailem beni toptan kesip attı. Üzüntüden ülser oldum. Gündüzleri çok mutsuzdum ama akşam Fikret eve gelince, hoooop her şey değişiyordu, biz yalnızken sürekli elele, kucak kucağaydık. Ama aile fertlerinden biri varken Fikret bambaşka biri oluyordu...
Hep mi Elbistan’da yaşadınız?- Yok hayır, sonra Fikret’in Adana’daki bekar evine geçtik. Sonra hamile kaldım. Süper bir hamilelik geçirdim, doğuma biz ikimiz gittik, iki tarafın ailesinden de kimse yoktu. Mert adında dünya güzeli bir oğlumuz oldu. Ben kendimi bile şaşırttım, acayip iyi bir anne oldum,
Fikret’in ailesi "Uzaylı gelin, bu çocuğu katiyen bakamaz" dedi, baktım, "Emzirmez" dedi, bir buçuk yıl emzirdim, üstelik yardım eden kimse de yoktu...Anneniz?- Aynı şehirde olmamıza rağmen, oğlumu bir buçuk yaşında gördü.
Peki karı- koca aranız nasıldı?- Bize karışmadıkları zaman çok iyiydik. Ama ailesi Fikret’i rahat bırakmıyordu. Geçen nisan ayında, tam da her şey yolunda görünürken, "Sana bir haberim var, memlekete taşınıyoruz" dedi Fikret. O gücü nasıl buldum bilmiyorum ama 8 yılın sonunda isyan bayrağını çektim,
"Hayır gitmiyorum" dedim. "Ben seni kimselere ezdirmedim. Ailemi değil, seni tercih ettim. Üstelik şimdi bir çocuğumuz var. Sıra sende..." dedim. Ama o ne yazık ki beni değil ailesini tercih etti. Akabinde de boşandık. Her şey çok hızlı oldu. Mahkeme, oğlumuzun velayetini bana verdi. Verdi ama... Yönetici asistanlığı yapıyorum şimdi, sekreterlik yani ve aylık 750 YTL maaş alıyorum. Bu kadar parayla oğluma nasıl bakayım?
Mert şimdi nerede?- 5 aydır halası ve babaannesiyle birlikte Elbistan’da yaşıyor. "Sen düzenini kurunca geri alırsın" dediler. Ama verirler mi bu kadar zamandan sonra onu bile bilmiyorum...
Bir çocuğun annesinin yanında olması daha iyi olmaz mı?- İyi de nasıl bakayım?
Anneniz- babanız maddi olarak bir süre size destek çıkmaz mı?- Şaka yapıyorsun herhalde! 8 yıl konuşmadığım babam, boşandığım gün aradı, "Tebrik ederim en doğru kararı verdin Melis" dedi ve ekledi: "Artık o defteri kapatıyorsun. Bu 8 yılı hiç yaşanmamış sayıyoruz..."
Nasıl yani?- Demek istiyor ki: "27 yaşındasın. Hálá gençsin. Yeniden evlenebilirsin. Ama o adamı ve o çocuğu sonsuza kadar unutacaksın!"
Babanız delirmiş galiba!- Evet. Çocuğumu unutursam, eski günlerdeki gibi refah içinde yaşayabileceğim, ev- araba- iş- her türlü imkan. Ama oğlumu yanıma almaya kalkarsam zırnık yok...
Siz bütün bu olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?- Ben hiçbir şeyi değerlendirecek durumda değilim. Sağlıklı bile düşünemiyorum artık. Beynim dondu. Hissiz bir şey oldum. Oğlumla bu 5 ay içinde birkaç kez telefonda konuştum, "Gelmiyor musun anne? Çok özledim seni" dedi, ağlamaktan helak oldum. O da yavrum telefonu kapattıktan sonra, kakasını halasının evinin duvarlarına sürüyormuş, o da bu durumdan çok etkileniyor yani...
Büyük aşk, edebiyat hocası bütün bu olanlara ne diyor peki?- "Oğlunu sevseydin bizi terk etmezdin!" diyor. Anlayacağın herkes beni suçluyor. Şimdi önümde iki seçenek var: Ya kocama geri döneceğim, daha da eziyet etmelerini göze alıp Uzaylı Gelin olmayı sonsuza kadar kabul edeceğim ya da "Bu hayat böyle geçmez!" deyip geçmişe sünger çekip, oğlumsuz yeni bir hayat süreceğim. Siz söyleyin ben ne yapayım?