Kırmızı ev yazısı, tahminim üzerinde mail aldı. Pek çok insan yazdı, çizdi. Belki de fonda, sessizce, baba-kız ilişkileri sorgulandığı için, bilmiyorum.
Ama şunu biliyorum, herkesin bir kırmızı ev hayali var. O bazen yaşayamadığımız bir aşk. İçimizde kalan, yıllar geçse de, beynimizden kazıyamadığımız bir olay. Geçmişe bakıp, 1000 sene geçse de, ah keşke dediğimiz bir şey. ‘‘Benim de kırmızı evim şuydu...’’ diye başlayan son derece samimi yazılar okudum. ‘‘Üzülme yavrucuğum, gel bizim eve bak...’’ diye başlayan satırlar da. Şefkatli teyzeler de, uyanık emlakçılar da aradı anlayacağınız. ‘‘Keşke param olsa da o evi sana alsam!’’ diyen yüce gönüllü insanlar da vardı. ‘‘Bir an önce babanı boşamalısın!’’ diyenler de. Asla böyle bir niyetim yok, bilmenizi isterim. Ancak bir mail vardı ki, hepsinden farklıydı, Melih A. göndermişti, son derece hoşuma gitti, sizinle paylaşmak istedim...
* * *
Anlatacaklarım Türkiye'de yüzde 99'u için geçerlidir. Sizin ‘‘kırmızı ev’’ de bu orana dahildir diye düşünüyorum. Bir kere unutulmamalıdır ki, hiçbir inşaat belirlendiği sürede ve bütçede bitmez. Her an bir sürpriz sizi bekler: Bu evin projesi var, inşaat ruhsatı var, harcı var. Hay Allah, ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Yıktıkça yeni bir sorun çıkıyor'u var. 3 ayda biter dedim ama beklemediğim şeyler çıktı'sı var. Usta sözünde durmadı'sı var. Yağmur yağdı, boya kurumadı'sı var. Belediye izin vermedi, tapuda burası ikinci derece tarihi eser çıktı'sı var. Depreme dayanıklı olsun diye başlamışken onu da yapılım'ı var. Merdivenin yerini değiştiririz tabii ama bina konstrüksiyonunda ilave destekler koymak lazım'ı var. Var oğlu var! Siz, bitse de girsem hayalleri kurarken ertelenmiş hayatları yaşarsınız. ‘‘Pencere pervazına yapışacak çocuk’’ nazlanır! Bir de bakmışsınız, ‘‘midenizin üzerinde uçuşan kelebekler’’ kurt olmuş yeniden, spazmlara neden oluyor. Evde rutubet varsa, işiniz daha da zor. O ‘‘kalleş su’’, ilk sene saklanır, ikinci sene bir yerlerden merhaba der yeniden. Yapmış olduğunuz her şeyi yeniden yaparsınız, o ‘‘caaanım’’ dekorasyonu kırarak. Bir de tabii, Frida'nın bahçesinin dekor olduğunu, insan o bahçeye sahip olduğunda anlar! Sinirleriniz ufak ufak gerilir, babanızı hatırlarsınız... Düşünsenize, bu evin o mühendisten önce bir sahibi vardı. Şimdi nelerde? Neden sattı gitti? Adam deli mi sizce! Bence siz o mühendisin evi bitirmesini bekleyin. O nasılsa bir yıl uğraşacak ve ‘‘Oh ne iyi ettim!’’i en çok 6 ay söyleyecek. Ev eskimeye başlayacak zaten. Zaten ev hiç bitmez. Bitti dersiniz, hep eksik bir şeyler vardır. Evler de bakım ister (şair ‘‘Aşklar da bakım ister’’ demiş, bence aşklara bakmak evlere bakmaktan iyidir!). Siz o sıralarda hala almak istiyorsanız teklif edin. Eminim alacaksınız. Biraz fazla verirsiniz ama hiç değilse neye benzemiş, görerek alırsınız. Hem de o kadar uğraşmadan, sinirlerinizi törpülemeden. Eğer bugün kurduğunuz düşler, yerini başkalarına bırakmamışsa tabii... (Melih A. Gayrimenkul Danışmanı/ İnşaat mühendisi)
Ah Güner ah!
Olay Nişantaşı'nda geçiyor. Kapının zilinin çaldığını duyan yaşlı beyefendi, elindeki kitabı bir kenara bırakıp sokak kapısına doğru ilerliyor. İçinden hayırdır inşalah diyor. Çünkü zil ısrarlı çalınıyor.
‘‘Kim o?’’ diyor.
‘‘Benim’’ diyen genç bir kadın sesi...
Zincir üzerindeyken kapıyı açıyor, uzun yıllardır yalnız yaşadığı için bu tür şeylere dikkat ediyor, ne de olsa İstanbul'da yaşıyor, ihtiyatlı olmayı elden bırakmıyor. Karşısında gayet düzgün giyinmiş bir kadın. Son derece hoş ama biraz tedirgin duruyor. Daha doğrusu yüzü allak bullak.
‘‘Evet?’’ diyor yaşlı beyefendi...
‘‘Efendim, çok kötü bir şey oldu, en yakın arkadaşınız Amerikan Hastanesi'ne kaldırıldı, şu anda acilen ameliyata alınması gerekiyor...’’
Bizimki, panik içinde ‘‘Nasıl yani? Güner mi!’’ diyor.
‘‘Evet, o benim amcam olur!’’
Aynen bu yanıtı alıyor! Affalıyor.
‘‘Amcanız mı?’’
‘‘Halam demek istedim! Ne dediğimi biliyor muyum? O kadar üzgünüm ki...’’
‘‘Bir yeğeni vardı Güner'in evet...’’
‘‘Size çekiniyorum bunu söylemeye ama ölüm kalım meselesi, bana hemen para gerekiyor, aileden kimseyle henüz irtibat kuramadım...’’
‘‘Tabi tabii evladım. Ne kadar? Dur şu zinciri açayım ve içerden getireyim. Ah Güner ah!’’
‘‘Efendim 500 dolar yetmez. 1700 dolar gerekiyor...’’
‘‘Öyle mi? Bir bakayım, o kadar var mı? Var galiba, para çekmiştim bugün bankadan...’’
‘‘Çok teşekkür ederim. Ben parayı Amerikan'a yetiştiriyorum. Siz de gelirsiniz hastaneye. Hepimiz orada olacağız. Bekliyoruz. Lütfen çok üzmeyin kendinizi. Biliyorsunuz halam çok dirayetledir, bunu da atlatacaktır...
* * *
Ama yaşlı beyefendinin atlatması kolay olmuyor! 1700 dolarını bir hırsıza kaptırdığını anlaması zaman alıyor. Bir iki telefondan sonra başından aşağıya kaynar sular iniyor. ‘‘Amcanız mı? Halam demek istedim!’’ diyaloğuna uyanmadığı için de kendine kızıyor. Hırsız, muhtemelen yaşlı beyefendinin en yakın arkadaşının bir erkek olması gerektiğini düşünüyordu. Yanıldı ama yılmadı. Parayı yine de çarptı...