Paylaş
“Vay be, vay be!” diye diye okursunuz. Çok sıkı bir kitap ve bir polisiye roman temposunda okuyorsunuz.
Tek fark: Okuduğunuz her şey gerçek.
Dünyayı ve Türkiye’yi ilgilendiren 10 büyük olayın görünmeyen yüzünde yaşananlar…
Hürriyet Daily News Yayın Yönetmeni Murat Yetkin’in üçüncü kitabı. Altı ayda yazmış. Pardon, 30 yıl artı 6 ayda. Üretken, çalışkan, objektif, bilgiye dayalı gazetecilik yapan biri. Siyasi analizleriyle ünlü. Mesafeli durmasına karşın samimi. Ve bir siyaset gazetecisinden beklenmeyecek kadar iyi dans ediyor. Bu kitapta da, “Komplo teorilerine inanmamakta ama komplo teorisiz de kalmamakta fayda var!” diyor.
2
Tebrikler! Müthiş bir kitap bu. “Komplo teorileri gerçek mi yani?!” dedirten, insanı hayretlere düşüren, pek çok şeyi sorgulamamıza sebep olan bir kitap. Nereden esti ‘Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’?
- Ben kendimi bildim bileli siyasi tarih okuyorum, askeri tarih, espiyonaj tarihi, 30 yıl olmuştur. Haliyle belli bir bilgi bir birikimi oluştu.
Onları paylaşma ihtiyacı mı?
- Muhtemelen.
Sen bir sürü de casusluk romanı okumuşsundur…
- (Gülüyor) Hem de nasıl! Casusluk dünyasıyla ilk tanışmam Frederick Forsyth’ın ‘Çakal’ romanıyla oldu. Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle’e yönelik bir suikast girişimini anlatıyordu. İçimdeki siyasi polisiye merakını ilk depreştiren ise, Kemal Tahir’in Atatürk’e düzenlenen İzmir Suikastı davası üzerine yazdığı ‘Kurt Kanunu’ydu. Sonra Mario Simmel’in ‘Papaz Her Zaman Pilav Yemez’i, yine Forsyth’ın, ‘Odessa Dosyası’.
Peki ya James Bondlar?
- Tabii onlar da var! Önceleri macera film kategorisinde değerlendiriyordum. Ama ne zaman ki, Sean Connery, Roger Moore, Pierce Brosnan ve şimdilerde Daniel Craig’in canlandırdığı Bond’un, Ian Fleming’in can verdiği bir karakter olduğunu öğrendim, benim için işin boyutu değişti.
Nasıl yani?
- E çünkü James Bond’ların yazarı Ian Fleming, İngiliz gizli servisi için çalışan kurt bir istihbaratçı. Bunu ben yıllar sonra öğrendim. Defalarca İstanbul’a görevli olarak gelip gidiyor. Mesela Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birinde, 6-7 Eylül olaylarında, ilginçtir İstanbul’da. Yani o çok meşhur Bond serisi, sıkı bir istihbaratçı tarafından kaleme alınıyor! Sonradan başka önemli casusiye yazarlarının bazılarının da eski istihbaratçılar olduğunu öğrendim.
İyi de bu ne anlama geliyor?
- Casusluk romanlarının ve o filmlerin, gerçek hayattaki entrikaların, komploların belki onda birinin estetize edilmiş hali olduğu anlamına geliyor! Buzdağının görünen kısmının, süslenerek buzdağının kendisi olarak gösterilmesi…
Vayyyy!
- Benim kitabı yazmak istememin sebeplerinden biri de bu: Komplo teorilerine inanmamakta ama komplo teorisiz de kalmamakta fayda var! Aykırı düşünceler, kendimizi onlara kaptırmadıkça zihin açar, başka türlü düşünmemizi, yeni açılar aramamızı sağlar.
Bizim yaşadığımız coğrafyanın da komplosu hiç eksik olmuyor hani…
- Evet, stratejik planlaması, bir başka deyişle entrikası, komplosu bol. Tüm bunları anlatıyorum kitapta. ABD Irak’ı işgale 2003’te başladı ama bunun planlamasının 96-97’de başladığına dair elimizde bilgiler var mesela. 97-98’de ABD Başkanı Bill Clinton’ken diyorlar ki, “Biz Irak’a gireceğiz karadan, sizin de yardımınıza ihtiyacımız olabilir.” Daha Bush yok ortada, düşün. Ve yıllar sonra dediklerini yapıyorlar. Öbür taraftan baktığında, mesela El Kaide’nin 11 Eylül eyleminin önerisi Usame bin Ladin’e 1996’da sunulmuş ve 1999’dan itibaren planlaması başlamış.
Yani ‘stratejik planlama’ diye bir şey gerçekten var!
- Evet öyle. Ama biz içinden çıkamadığımız bazı şeyleri, ‘komplo teorisi!’ deyip ciddiye almıyoruz. Halbuki zaman geçip belgeler ve itirafçılar ortaya çıktıkça, anılar yazıldıkça, çıplak gerçek de ortaya çıkıyor.
Peki neden ‘Meraklısı İçin Entrikalar’ diyorsun?
- E çünkü meraklısı olmayan okumasa da olur. Başımıza tüm bunlar neden geldi, kimin yüzünden geldi, ne oldu, kim, ne zaman, ne yaptı… Öğrenmek isteyen okusun.
Sen niye kafayı taktın?
- Çünkü ben siyaset gazetecisiyim, siyaseti anlamaya çalışan biriyim! Siyasetin iki yüzü var: Biri görünen yüzü. Yasal siyaset, parlamento, konferanslar, genel kurullar, oylamalar, evet-hayırlar. Ama bir de görünmeyen yüzü var ki, o, kapalı kapılar ardında süren bir şey. Orada insanların yasalarla, kurallarla alâkası yok. Ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Çalmak mı gerekiyor, çalıyorlar. Öldürmek mi gerekiyor, öldürüyorlar. Ben de siyaset gazetecisi olduğum için siyasetin nasıl döndüğünü merak ediyorum. O yüzden sadece görünen değil, görünmeyen yüzüyle de ilgiliyim. Bu kitap görünmeyen yüzünü anlatıyor.
İşin bir de şahsi merak boyutu yok mu?
- Olmaz mı? Zaten insanın başına ne geliyorsa meraktan gelmiyor mu? Ben makine mühendisiyim. ODTÜ’de makine okudum. Herhangi bir yerde değil, zor bir okulda okudum. Niye makine mühendisliği yapmıyorum? Merakımdan yahu! Hakikaten merak ediyorum. O yüzden gazeteci oldum.
30 YIL ARTI ALTI AYDA YAZDIM
Kitabın her satırdan bilgi fışkırıyor, çok zorlandın mı yazarken?
- Zaman açısından evet. Çünkü bir yandan Hürriyet Daily News Gazetesi’ni çıkarıyorum ve günde iki yazı yazıyorum. Bunlardan kalan zamanda da Türkiye’nin mevcut haliyle uğraşıyoruz ki, biz Danimarka’da gazetecilik yapmıyoruz malum. O yüzden vakit açısından zorlandım. Altı ayda filan yazdım.
E yine de çok kısa bir süre! Picasso’nun “40 yıl artı beş dakika” demesi gibi, seninki de “30 yıl artı altı ay” mı?
- Aynen öyle! Hiç fena olmayan bir kütüphanem var. Bir de tabii 30 küsur senelik gazetecilik tecrübem. Bu kitap için pek çok kişiyle konuştum. Kitaptaki bölümlerden birinde, Türkiye’nin en belalı yıllarında görev yapmış bir CIA ajanı, Ruzi Nazar anlatılıyor. Nazar, Türkiye’de iki askeri darbe olmuşken, CIA’in 10-11 yıl boyunca, Ankara merkezli Orta Asya-Kafkas operasyonlarını yönetmiş adam. Şimdi vefat etti. Ben görüştüğümde, Amerika’da tamamen üst düzey devlet memurlarına ayrılmış bir sitede oturuyordu. Kapı komşusu eski genelkurmay başkanıydı. Bazı şeylere, “Canım komplodur, sen de nereden uyduruyorsun!” demeden bir durmak lazım. 12 Eylül darbesi sırasında CIA’in başkanı olan Stansfield Turner’la da görüştüm. Onunla ‘siyasi İslam’ı konuştuk, neden giriştiniz bu işe filan, hepsi var kitapta.
BİZ BÜYÜK GEVEZELERiZ!
Senin kişiliğin casus olmaya yatkın mı?
- Hayır değil, çünkü ben gazeteciyim.
İstihbaratçılarla gazetecileri birleştiren şeyler var mı?
- Evet, çünkü istihbaratçılar da, biz de aslında altı tane soruya cevap arıyoruz. 5N 1K’ya yani. Ama biz gazeteciler, bir de yedinci soruyu soruyoruz. Her gazetecinin de aklında başka bir yedinci soru var. O soruyla haberi anlamlandırıyoruz, gelen istihbaratı bilgiye çeviriyoruz. Onlar da yapıyor bunu, biz de. Aslında diplomatlar da bunu yapıyor. Ama diplomatın derdi ne? Alıyor bu bilgiyi, hükümetine sunuyor. Biz n’apıyoruz? Elimize gelen bilgilerin tamamını olabildiği kadar çok insana bağıra çağıra yaymaya çalışıyoruz. Yazıyoruz, televizyonlarda söylüyoruz, biz büyük gevezeleriz. Söylemek istiyoruz çünkü egosantrik bir yanımız da var. “Herkes benden duysun, bizden duysun!” istiyoruz. Ama istihbaratçı sadece bir kişiye söylüyor. Üstüne. O üstü de gidiyor, doğrudan siyasi otorite kimse ona söylüyor.
ENTRİKALARIN ÇUVALLAMIŞ OLMASI PLANLANMADIĞI ANLAMINA GELMEZ
Ben gerçeği aramanın peşindeyim. Hiçbir şeyi, komplo teorisi diye reddetmem! Ama kanıtlanmamış bir şeyin de peşine düşmem. Bu kitapta yazan her şey, olmuş yaşanmış gerçekler.
Siyasi tarih, evdeki hesapların çarşıya uymamasının tarihidir. Yani 10 tane hesap yaparsın, bir tanesi tutar. Tarih de başarılı olanı, tutanı yazar. Başarısız olanla niye uğraşsın? Ama benzer bazı komploların, entrikaların çuvallamış olması, onların yapılmadığı anlamına gelmiyor.
BÜYÜK ORTADOĞU VE AFRİKA PROJESİ BÜYÜK BİR FİYASKODUR
Dünyanın her tarafında komplo ve entrika merakı var mı?
- Var, dünyanın her tarafında var. Komplo teorisi dediğin zaman, biraz da işin efsane kısmına kayıyorsun. Gerçek olması gerekmiyor, inandırıcılığı olan her palavra da komplo teorisi olabilir.
Peki Büyük Ortadoğu ve Afrika Projesi komplo teorisi mi mesela?
- Ben bu projeyi ortaya atan adamı gittim Washington’da buldum. Görevdeydi. Ulusal güvenlik danışmanının yardımcısıydı. Onunla uzun uzun konuştum. O önermişti bu Büyük Ortadoğu ve Afrika Projesi’ni ama tutmadı. Büyük bir fiyaskodur. Biz de şu an olmamasının sonuçlarını yaşıyoruz.
Peki biz mesela, her şeyin altında Amerika parmağı arıyoruz? Bu nedir?
- Bu kitapta mesela, Amerika’nın değil de, KGB’nin Türkiye’nin başına en büyük belalardan birini nasıl açtığını okuyacağız. Silahlı Ermeni örgütlerinin, vesairenin yaptığı eylemlerden aslında Amerikan istihbaratının değil de, Rus istihbaratının sorumlu olduğunun kanıtlarıyla okuyacağız.
Peki ya meşhur ‘üst akıl’? Gerçekten ‘üst akıl’ların ilgisini cezbedecek bir jeopolitik önemimiz var mı? Yoksa kendimizi fazla mı önemsiyoruz?
- Kendimizi fazlasıyla önemsiyoruz ama azımsamamak da lazım. “Danimarka değiliz” diyoruz ya, Danimarka’nın komşuları Almanya, Norveç, İsveç. Bizimkilere bakarsak, şu anda en zararsız komşumuz Bulgaristan. Bulgaristan’la de ‘89 yılında ne yaşadık? Benim dedemin kardeşi, Belene kampının kapısında öldü ‘89’da. İsminin değiştirilmesini reddettiği için. Hüseyin’di ismi, Hristo yapmak istediler, reddetti. Kalbinde pil vardı zaten, kapıda vefat etti.
Üzücü hikâyeymiş. Allah rahmet eylesin… Sence üst akıl diye bir şey yok mu peki?
- Bence yok. Ne var biliyor musun? Projeler var. Bir şeyi yapmak için stratejiler geliştiren siyasi iktidarlar var. Amerika diyoruz ama tek bir Amerika mı var? Obama döneminin Amerikası’yla, Trump döneminin Amerikası bir mi? Şimdi görüyoruz ki, Amerika’nın içinde de birden fazla Amerika var. Hepsi de birbiriyle çatışıyor. Ben belirli dönemlerde, belli çıkar gruplarının kendi amaçları uğruna, belli planları yaptığından söz ediyorum kitapta. Hem de belgelerle. Ve bunlar komplo teorisi değil, basbayağı gerçek!
6-7 EYLÜL’DE İSTANBUL’DA BİR İNGİLİZ AJAN
6-7 Eylül 1955 diye bir facia var Türkiye’de. Tesadüfe bak ki, o sırada bir polis kongresi var ve o polis kongresinde basın müşaviri kılığına girmiş bir İngiliz ajanı var! Dünya onun ağzından, onun kalemiyle duyuyor 6-7 Eylül’de ne olduğunu. Bir bakıyoruz, o kişi bir süre sonra James Bond romanlarının yazarı Ian Fleming olarak karşımıza çıkıyor!
İFADE ÖZGÜRLÜ YOKSA İYİ CASUSLUK ROMANLARI DA YOK
Kitapta okuyacağınız olayların neredeyse tamamının ya hedefi ya sahnesi ya da aktörü Türkiye. Ama bizde Ahmet Ümit dışında, polisiye ve casusluk edebiyatı pek yaygın değil. İsveç’ten çok güzel romanlar çıkıyor da bizden çıkmıyor. Neden? Ben bütün bunları biraz da ifade özgürlüğünün sınırlarına bağlıyorum. Bazı şeyleri söyleyemiyoruz. Rusya’da da, KGB diye dünyayı sarsan bir casusluk örgütü vardı değil mi? Peki ne zaman casusiyeler yazılmaya başladı? Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra.
BENİM DE DEHŞETE KAPILDIĞIM ANLAR OLDU
Yazdıkların, bir casusluk romanının içeriğine ve temposuna çok yakın. Yazarken kendini polisiye yazarı gibi hissettin mi?
- Yok hayır, ben gazeteci gibi yazdım. Okuyanlar, yazdığım bazı şeylerin hayal ürünü olduğunu düşünebilir. Olayların ve kişilerin cazibesinden öyle bir tempo çıkıyor ama hepsi gerçek.
Sendeki ‘gideni ve gelecek olanı anlayabilme’ kabiliyeti ne ölçüde?
- Bu, Nazım Hikmet’in bir tanımı. Bu kadar süre gazetecilik yapınca haliyle gelişiyor ama benim bile dehşete kapıldığım anlar oluyor!
ALİYEV’İ TÜRKİYE’YE KAÇIRACAK UÇAK PİSTTE BEKLİYORDU
Şöyle yanlış bir algı var: “Bütün dünya altımızı oyuyor, bizi bölmeye çalışıyor! ” Hayır, her gizli servis, kendi hükümetinin çıkarları doğrultusunda kendisine verilen görevi yapıyor. Haydar Aliyev, yıllarca KGB’nin çok önemli bir adamıydı. Ve Sovyetler Birliği’nin Polit Büro denilen en yüksek karar organı, sadece 12 kişilikti. Buna Müslüman bir ülkeden giden tek kişi de oydu. Kitaptaki bölümlerden birinin başlığı: “Aliyev’i Türkiye’ye kaçıracak uçak, pistin başında bekliyordu!” Türkiye’ye kaçma planı yapıtı. Neden yaptı, hangi koşullarda yaptı, hepsi var kitapta! Dünya, göründüğünden çok daha çetrefilli bir yapı.
GERÇEK HAYATTA SON YOK SÜREKLİLİK VAR
Kitapta anlatılan 10 olay, uluslararası boyutları olan ve Türkiye açısından ‘kadersel’ denilebilecek olaylar. Dikkat çeken bir nokta, bu entrikaların asla aydınlanamaması! Romanlarda her şeyin açıklığa kavuştuğu son, gerçek hayatta yok mu?
- Doğru, gerçek hayatta bir final yok, daha çok süreklilik var. Biri bittiği zaman, diğeri başlıyor. Siyasetin görünen yüzünde, işin somutlandığı nokta nedir? Mesela oylamalar, mesela referandum. Cumhurbaşkanının yetkisi artırılsın mı, artırılmasın mı? Neticeyi alırsın, her şey biter. Oysa siyasetin görünmeyen yüzünde, bir proje başarılı olmadı mı, hemen başka projeye geçilir. Kitapta verdiğim bir örnek var. 80’lerin sonu 90’ların başında Yunanistan, PKK eylemlerini Türkiye’yi zayıflatmak için kullanmaya başladığı zaman, bizim istihbaratımız Yunanistan’ın Arnavutluk sınırında yaşayan bir azınlık grubunu harekete geçirmeye çalışıyor. Amaç misilleme yaparak, Yunanistan’ın canını acıtmak diyorlar. Ama zamanın ruhuna aykırı. O sırada Sovyetler Birliği dağılmış, Avrupa Birliği çekim alanı olarak ortaya çıkmış. Bu plan hiçbir şekilde kabul görmüyor, çöpe gidiyor. Böyle çöpe giden bir sürü proje var!
MAKARİOS’A SEKS ŞANTAJI!
Kıbrıs meselesinin arkasında bir seks skandalının olması çok şaşırtıcı!
- Ya evet. O dönem İngiliz istihbaratı, herkesi dinlemeye alıyor. Hem Türk tarafını hem Rum tarafını. Kanıtlamaya çalıştıkları da, silahlı örgütlerle bağları. Rauf Denktaş’ın, Fazıl Küçük’ün, Türk Mukavemet Teşkilatı’yla, Makarios’un ve Klerides’in de Eoka ile bağlantıları…
Dinleme yaparken bambaşka bir şeye mi denk geliyorlar?
- Evet, Makarios’un renkli cinsel hayatına! Bir İngiliz belgesi diyor ki, “Oldukça sıradışı eşcinsel eğilimler içinde…” Londra konferansı toplanıyor, Kıbrıs anlaşmasının bir önceki toplantısı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşması. Ama Makarios direniyor. Bir türlü imza atmıyor. Sonra İngiliz Sömürgeler Bakanı, odasına bir ziyarette bulunuyor ve orada bir takım belgeleri, bilgileri onunla paylaştığını öğreniyoruz. Bildiğimiz şantaj aslında. Bir gün önce ayak direyen Makarios, ertesi sabah tam saatinde gelip paşa paşa imzalıyor anlaşmayı.
Dünyada bu tür özel hayata dair şantaj yöntemleri çok yaygın mı?
- İşte bu bir kanıtı! Ben nereden mi biliyorum? İngiliz gizli servisi MI6’in ajanlarından biri, geçmişteki operasyonları yazarken bunu da yazdı, ben de okudum.
ASALA’YI KİM BİTİRDİ
ASALA’nın bitişini de kitapta farklı anlatıyorsun…
- Türkiye’de belli güç odakları, ASALA’nın bitişini MİT’in başarısı olarak lanse ettiler. Bunun için de birtakım ülkücüler kullanıldı. Bugüne kadar hep öyle bilindi. Ben bunun tamamen geçersiz bir bilgi olduğunu söylüyorum çünkü ASALA’cılar, kendi yayınlarında aslında Agop Agopyan’ın nasıl ve kim tarafından öldürüldüğünü yazıyorlar. Yani ne MİT ne Mossad ne başka bir şey, onlar kendi kendilerine birbirlerine girmişler!
BUGÜN OLUP BİTENLERİ DE YARIN BİRİLERİ YAZACAK
Her şey güç ve para için mi?
- İktidar için. Ama liderlerin şahsi hırsları ve ihtirasları da var. Bu da en az iktidar kadar önemli bir faktör. Nasıl göz göre göre hata yaptıklarını görüyorsun.
Tüm bu tecrübelerin ışığında, bu dönemde yaşadıklarımızın da alt metnini okuyabiliyorsun, değil mi?
- Evet, şöyle okuyorum: Mesela 12 Eylül askeri darbesinin bir hikâyesi var ki, şimdiye kadar komplo teorisi diye boş verildi. Ama kitapta okuyorsunuz ki, gerçekten de bir tertip. Bundan 20-30-60 yıl önce olan şeyleri, biz bugün yeni ortaya çıkan belgelerle, itiraflarla, bilgilerle, anılarla nasıl anlıyorsak, “Öyle değilmiş, bak şöyleymiş!” diyorsak, bundan adım gibi eminim, bugün olup bitenleri de yarın birileri yazacak. Midas’ın kulakları hikâyesindeki gibi. Berber, Midas’ın kulaklarını görüyor. Kimseye de söylememesi lazım. Gidiyor bir kör kuyuya haykırıyor. Sesi, oradan yankılanıyor ve herkes duyuyor. İşte o yüzden bu kitabın bir mottosu var: Sır, tek kişiliktir, mahrem iki kişi arasındadır, üç kişi kalabalıktır!
15 Temmuz neydi mesela?
- 15 Temmuz’un ne olduğunu biz sonradan anlayacağız. Şu anki bilgilerime göre soruyorsan, sana derim ki, Fetullah Gülen’in gizli örgütlenmesinin yıllar boyunca askeriyenin, yargının içinde ve devlet kademelerinde gelişmesine göz yumulması sonucu ortaya çıkan bir darbe girişimidir. Apaçık bu görülüyor. Ama bunun ayrıntılarının, dış bağlantılarının filan henüz o kadar azını biliyoruz ki.
ZOR ZAMANLARDA GAZETECİLİK YAPMAK
Bülent Ecevit’in Arayış Dergisi’nde gazeteciliğe başlamak sana ne öğretti?
- Zor koşullar altında gazetecilik yapmayı. Orada ben tıfıl bir şeydim, tercüme yapıyordum, getir götür işlerine bakıyordum.
Ne alâka bulaştın oraya?
- Merak işte! Mahmut Tali Öngören tanıdığımızdı, o aracı oldu. Müthiş bir yayın kurulu vardı. Ecevit başında, Ertuğrul Özkök orada yazıyor, Şükrü Sina Gürel vardı... Bana müthiş bir okul oldu.
Kişiliğini tanımlayan üç şey söyle.
- Meraklı, analitik ve çalışkan.
İkinci bir hayatın olacak mı gazetecilik dışında? Geleceği düşünüyor musun? Yoksa hep ‘an’da mısın?
- Yok, sadece gününü yaşayanlardan değilim. Geleceği düşünüyorum. En son 2004’de kitap yayınlamıştım, tekrar yazmak hoşuma gitti. Isınma hareketi gibi oldu. Aklımda birkaç tane daha kapsamlı kitap projesi var. Onları yazmayı planlıyorum.
“Makine mühendisi olsaydım, daha fazla para kazanırdım hem bu işlere bulaşmazdım, kafam rahat olurdu!” dediğin oluyor mu?
- Daha fazla para kazanacağım kesin ama benim böyle heveslerim olmadı! Sevdiğim işi yaptığım için gerçekten şükrediyorum. Bütün zorluklarına rağmen ben bunu tercih ettim. Yapacak başka işi olmadığı için gazeteci olanlardan değilim!
Paylaş