Alya elinde bir kağıtla dolaşıyor...
O yürüyor, kağıt da arkasından, kuyruk gibi.
Bir faks galiba.
Benim bulunduğum yerden anlaşılmıyor.
"Yine annenin çalışma odasına girilmiş, getir bakim onu anneye!" diyorum.
Suçlu suçlu bakıyor.
Çekip elinden alıyorum.
*
Elimdeki pasaport ve nüfus cüzdanı bilgilerine uzun uzun bakıyorum.
Durumu anlamakta zorlanıyorum.
Sonra kavrıyorum.
Seyhan Sapmaz’ın nüfus bilgileri...
Seyhan Sapmaz kim?
"Tersten azgın teke sendromu" olarak lanse edilen ilişkideki söz konusu kadın.
Hani 62 yaşında olduğu iddia edilen.
İddia edilen dememin sebebi var, çünkü elimdeki nüfus kağıdı bilgilerinde öyle yazmıyor, doğum tarihinin karşısındaki rakam 1956.
İsteyen hesap makinesini, isteyen parmaklarını, isteyen abaküsünü çıkarsın hesaplasın.
Tevellüdü 1956 olan...
62 yaşında olamaz!
Taş çatlasa, 50 yaşında olur.
Bu da, kadınların intikam almayı kafalarına koydularsa ne kadar acımasız olabileceklerinin bir kanıtı oluyor.
Hedef aldığı bir kadını 12 yaş büyütüp, azgın teke formülünün içine sokmaya çalışıyor.
İntikam almayı amaçlayan için yaratıcı bir çözüm olabilir.
Ama karşı taraf için büyük haksızlık olduğu da su götürmez.
Takdir edersiniz ki, hiçbir kadın bir günde durduk yerde 12 yıl yaşlandırılmak istemez!
Dubai muhtarı değilimBir sorunum var.
Ben, sevgilim burada yaşamaya başladığı için peşine takılıp Dubai’ye gelen bir kadınım.
Tanzanya’ya gitseydi, oraya giderdim.
Ya da Patagonya’ya.
Ya da Alaska’ya.
Ya da Yeni Zelanda’ya...
Ve emin olun, oraları da severdim.
Keşfetmeye çalışırdım.
Evime geldiğinizde, "Bu kadın 200 yıldır burada yaşıyor galiba!" gibi hissederdiniz, orayı eve çevirmiş olurdum.
Ne var ki...
Ben bir Dubai uzmanı değilim, ya da muhtarı.
Duruma ve mekana sizin zannettiğiniz kadar vakıf ve hakim değilim.
Lütfen Dubai ile beni bu kadar özdeşleştirmekten vazgeçin ve her Dubai lafı geçtiğinde "Dur Ayşe’ye bir sorayım" demeyin.
Tamam, beni kendinizden saymanız hoşuma gidiyor.
Ama...
Tatile mi gideceksiniz? Balayına mı çıkacaksınız? Otel fiyatları mı soracaksınız? Alışveriş mi yapacaksınız? İş mi arıyorsunuz? Ev mi alacaksınız? Ev mi taşıyacaksanız? Kedinizi mi getireceksiniz? Çocuğunuza yuva mı arıyorsunuz?
Hepsini bana soruyorsunuz...
Toptan herkese ortak cevabım:
El insaf! Her şeyi bilebilmem mümkün değil. Buraya gelmeyi planlayan herkes bana mail atıyor. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum ama lütfen beni anlayın, talepleri karşılayamıyorum! Anne olduktan sonra suçluluk duygularım da arttı, size yetişememenin suçluluğunu ve mutsuzluğunu yaşıyorum. N’olur beni azat edin...
Pamela Anderson ile POMELO arasındaki ilişkiŞimdi diyecekler ki, bu kadın seks manyağı...
Hiç aklından çıkmıyor...
Ama ben n’apim, gerçek bu...
Sadece ismi değil, meyvenin kendisi de benziyor...
Meyvenin adı Pomelo...
İlham aldığı kadın Pamela...
Bir Pamela Anderson’un memelerini düşünün, bir de iri greyfurdu...
Siz siz olun da, ikisi arasında paralellik kurmayın bakalım!
*
Hayatımda yediğim en lezzetli meyve!
Ancak 37 yaşında keşfedebildiğim için çok ama çok mutsuzum.
Güneydoğu Asya’da yetişiyor.
Limongillerden, greyfurdun kuzeni, bir tür narenciye.
Greyfurdun tatlısı.
Bir cennet meyvesi.
Portakaldan daha güzel.
Daha lezzetli.
Ama vahşi bir tat.
Üstelik manevi değerleri olan bir meyveymiş, insanı kötülüklere karşı koruyor ve iyi şans getiriyormuş.
Türkiye’ye kesin dönüş yaptığımızda, mutlaka tohumlarını getireceğim.
Hatta belki günün birinde, Pomela diye bir kafe açarım.
Bakarsınız, açılışına Pamela Anderson’ı da çağırırım!
Mami’nin filminde oynarım
Bu benim annemin marifetleri saymakla bitmez.
Geçen yaz kafayı taktı, durmadan film çekti.
Ben tabii sinir oldum.
Japon turistler gibi yanında sürekli kamerayla dolaşan, her an, her olayı tespit eden, belgeleyen birinin varlığı beni rahatsız etti.
Bir özelliğimi daha keşfettim.
Teşhirci olabilirim ama röntgenlenmekten hoşlanmadığım da kesin!
*
Gerekli gereksiz...
Uygun ya da uygunsuz...
Her durumda objektifin beni, bizi tespit etmesi hiç hoş değil.
Neymiş?
Mami, son yönetmenlik demesi olarak, bizim hayatımızı çekiyormuş.
Alya, sevgilim, teyze, kuzenler, babaanne, hálá, dede, dayı, Necla, Leman, Mustafa Bey, Beyza, Fatih, Yıldız, kediler, kaplumbağa...
Geçen yaz Tuzla’daki hayatımıza değen kim varsa hepsi kameranın içine hapsedildi.
62 yaşından sonra teknolojiye merak salmanın karşılığı da bu herhalde.
Kalkmıyor bilgisayarın başından, photoshop öğrendi, montaj öğrendi...
Hadi hayırlısı, bunlar da annemin son merakı!
*
Annem geçenlerde Dubai’ye geldi, elinde bir CD...
"Bak" dedi en gülümseyen haliyle, "Bu yazın filmi..."
Ve bilgisayara koydu.
O kadar şaşırdım, o kadar şaşırdım ki anlatamam.
Asla böyle bir şey beklemiyordum.
Bir kere çok ama çok gerçek.
Konuşuyoruz, kavga ediyoruz, yüzüyoruz, gülüyoruz, yemek yiyoruz...
Karşımızda gördüğümüz, resmen akıp giden bir hayatın filmi.
Ve insanlar sanki o sırada kameranın çalıştığının farkında değil.
Bir nevi Dondurmam Gaymak.
Hemen "Oha!" demeyin.
Biz de, misal dedik.
Profesyonel birilerinin amatör hava vererek çektikleri bir filmi andırıyordu, onu anlatmaya çalışıyorum.
Anneme "Sana çok haksızlık etmişim. Müthiş bir şey bu. Artık hangi şart altında olursa olsun senin her filminde oynarım!" dedim.
Tahmin edeceğiniz gibi bu itirafım Mami’nin pek hoşuna gitti.
Bir de Dubai filmi çekti...
Dünya tatlısı bir annem var benim.
Elektronik şeylerin satıldığı dükkanlardan çıkmıyor...
iPod’un en gelişmişinin peşinde koşuyor...
Dijital fotoğraf makinelerine hayranlıkla bakıyor, eline alıp okşuyor, "10 megapiksel. Daha iyi sonuç alırım. Pahalı mı bu? Kaç dolar ediyor? Satın alsam mı almasam mı?" diye soruyor.
Ve bavulunu yeni giysilerle, çantalarla, ayakkabılarla değil, elektronik cihazlarla doldurup evine dönüyor!
Mami’cim, Dubai filmini dört gözle bekliyoruz...
Çok tarz kadın!Bu nasıl bir Türkçedir? Yeni üretilmiş bir kelime midir? İngilizce’den çeviri midir? Nedir? Bir süredir insanların diline yapışmış durumda: "Tarz kadın." Stili olan, tarzı olan insan, adam, kadın demek istiyorlar galiba. Ben bu "tarz kadın" lafına acayip sinir oluyorum.
Bunu da, buradan ilan ediyorum.