Paylaş
Sevdiklerimiz söz konusu olunca, her gün yeni bir ‘sınav’a giriyoruz.
Ya geçiyoruz ya çakıyoruz...
“Nasıl olsa birlikteyiz” diye düşünmemek gerekiyor.
Sanki her zaman seninmiş gibi.
Her şart altında senin olacakmış gibi.
Sen ne yaparsan, o seni bırakmazmış gibi.
Ayvayı yediğimiz nokta burası!
Çünkü hiç öyle değil!
Sevdiklerimize çalışmak gerekiyor.
Özen göstermek gerekiyor.
Emek vermek gerekiyor.
SEVGİLİMİN AİLESİNİ SORGUYA ÇEKTİM-AYŞE ARMAN/ FOTO GALERİ
YÜZYILIN YARISI
Al sana 50. yaş!
Al sana bir sınav daha!
Özel bir doğum günü.
İnsan hayatında bir dönüm noktası.
Lafta, “Hiçbir şey istemiyorum!”
Yapma bakalım, bir tarafa yazar mı yazmaz mı?
Ben de, yazsın istemiyorum.
Onun için özel ne yapabilirim?
Son iki aydır kafayı yemiş durumdayım.
“Boku yedim!” diyorum, başka bir şey demiyorum.
Boru değil, yüzyılın yarısı.
Ben de bu adamın sevgilisiyim.
O benim için özel, onu herkesten, her şeyden çok seviyorum.
Bunu göstermem gerekiyor.
Herhangi bir doğum günü gibi geçiştirilecek bir şey değil.
Onu şaşırtmam lazım.
Bir numara çekmeliyim ama ne?
Nasıl bir şey?
Kafamın içi bit pazarı gibi.
Allah’ım bir sürü de işim var.
‘Yarım Kalan Hayatlar’, yapılması gereken röportajlar, yazılması geren yazılar...
Belki onu hiç gitmediği bir yere götürebilirim.
Bunu teklif ediyorum.
İçimden de dua ediyorum, “Evet” desin diye.
Bütün varımı yoğumu bu seyahate yatırmaya razıyım, yeter ki evet desin...
Çünkü aslında en kolayı bu, seyahat organizasyonu.
“Birlikte kaçalım, gidelim, ne dersin? Hem baş başa oluruz ne güzel?”
Ama o, “Yok” diyor, “Kaçmak olmaz, 50’mi hem ailemle hem de çocukluk arkadaşlarımla kutlamalıyım. Hafta sonu bir yerlerde hep birlikte oluruz, olur biter...”
Biter mi hiç...
Asıl şimdi başlıyor!
Hem ailesiyle hem arkadaşlarıyla olmak istiyor.
Demek ki, iki ayrı organizasyon gerekiyor.
EVİ PAVYONA ÇEVİRECEĞİM
Harıl harıl, çocukluk arkadaşlarıyla geçireceği hafta sonu için bir mekan aramaya başlıyorum.
Hoşgeldin Lavanda.
Dokuz odalı mini minnacık şahane bir otel.
Şile yakınında, yeşillik içinde rüya gibi bir yer, bir de İtalya’da aşçılık okumuş yakışıklı sahibi Emre Şen var ki, müthiş yemekler yapıyor.
Süper!
Yeriz, içeriz.
Uzuuuun bir İtalyan masası yaparız, gırgır şamata, bol gürültülü bir yemek, sonra parti, ertesi gün brunch.
Ama sadece bu da kesmiyor beni.
Kuş kondurmak, “Ulan bunu da mı yaptınız!” dedirtmek istiyorum.
Sevgilimden gizli bir film çekmeye karar veriyorum.
Bu aşamada Hande Özcan hayatıma giriyor.
Dünyanın en becerikli, en iş bitirici, en hızlı, en komik, en yaratıcı kadını.
‘Aisha weddings
and events’ diye bir organizasyon şirketi var.
Ekibiyle her şeyi ama her şeyi olduruyorlar.
“Ne istiyorsun?” diyor.
“Bütün arkadaşlarını Ömer yokken eve toplamak” diyorum.
“Ne yapacaksın?”
“Evi, pavyona çevireceğim, Dormen Pavyonu yapacağım.”
“Tamam” diyor.
Evden bütün mobilyalar çıkıyor, bizim güzel evimiz dünyanın en rüküş pavyonuna dönüşüyor.
Bir duvar olduğu gibi kırmızı perdeyle kaplanıyor. Bir telefonla bir perdeci buluyor, suntalar filan çakılıyor, ulan resmen sahne oldu.
Sevgilimin bir fotoğrafını fotoblok yaptırıyoruz, atında da “Pavyon sahibi Ömer Dormen” iyi eğlenceler diler yazıyoruz.
Duvarlara daha bir sürü şey asıyoruz.
Daha evi süslerken bile geberiyoruz gülmekten.
Hande’nin üç deposu var, “Yüz adet kırmızı yastık” diyorsun, anında karşında, bar tabureleri, rüküş mumlar, gümüş disko topları, siyah pavyon pufları, sis lambaları, yanar döner ışıklar...
Aman Allah’ım bu bizim ev mi?
Yok ya, burası resmen pavyon!
DÜNYANIN EN EVLERE ŞENLİK FİLMİ
Mizansen şu: Bütün çocukluk arkadaşları evde.
Güya onu bekliyoruz, kapı çalıyor, o diye heyecanla kapıya koşuyoruz, bir kurye beliriyor kapıda, bir zarf uzatıyor.
Zarfta,
“Güzel karım ve canım arkadaşlarım. Bu Rusya’da işler bitmiyor. Günlerce, gecelerce sürüyor. Elimde olmayan sebeplerden dolayı gelemiyorum. Çok çok özür dilerim. Ama kalbim sizinle. Partinin kızlarına da bir sürprizim var” diyor.
Ve aynı anda içeri bir erkek striptizci giriyor.
Nasıl mı buldum?
Hande sağolsun.
Çok da iyi bir dansçı çıktı Barış, partinin kızlarına striptiz yaptı.
O da ne!
Kapı bir daha çalıyor, bir kurye ve bir mektup daha...
Yine sevgilimden...
“Erkeklerin de boynu bükük kalmasın! Bu sürpriz de onlara.”
Ve bu kez içeri kadın striptizci giriyor.
Tüm bu çocukluk arkadaşlarıyla oynanan oyun, pavyon dekoru, erkek striptizci, kadın striptizci bir taraftan filme alınıyor.
Hem parti yapıyoruz, hem eğleniyoruz, hem de film çekiyoruz.
Bu arada, onun hayatındaki en önemli herkes oradayken, mesleki deformasyon işte, dayanamadım röportajlar da yaptım.
10 yaşından beri birbirini tanıyan insanlardan söz ediyoruz, tabii ki komik komik sorular sordum, aynı zamanda fotoğraflar da çektik.
Cem Talu ve Emre Yunusoğlu sağolsun.
Beni o gün görecektiniz, mutluluktan ölüyordum.
Sonra bir kere daha ölüyordum, filmin ham halini görünce...
Bu böyle olmaz.
Montajlamak lazım.
Bayağı büyük bir iş.
Profesyonel bir iş.
Hiçbirimizin anladığı bir şey de değil.
Tak tak tak İmaj’ın kapısını çaldım.
Bu işlerde onların üzerine yok.
İmaj’dan Burak Yalman, getirdiğim görüntülere baktı, “Evet, eğlenmişsiniz ama çok uzun, içinde yüzüyorsunuz, bunun kurgusu filan da yok” dedi.
“Ne halt edeceğiz?”
“Bir izleyeyim, fikrimi söylerim.”
Ve Allah ondan da razı olsun, o malzemeden olağanüstü bir iş çıkardı.
Dünyanın en evlere şenlik filmi!
80 SAYFALIK DEV KİTAP
Durun bitmedi...
50 yaşına girecek olan sevgilimi iyice şok edeceğim ya;
Evde çekilen fotoğrafları aldım, kafamda sadece sevgilim için tasarlanmış bir ‘coffee table book’ vardı.
Hani o dana kitaplardan.
Bir tek kopya.
Onun için de, tak tak tak, Duck Design Studio’nun kapısını çaldım.
Onlar, Deniz Berkel, Uri İstiroti ve Cem Edige’den oluşan bir tasarım ofisi, ultra butik işler yapıyorlar.
Günlerce gecelerde uğraşarak 80 sayfalık dev bir kitap ortaya çıkardık.
Ben aynen gazeteye nasıl yapıyorsam öyle hazırladım arkadaşlarıyla yaptığım röportajları. Partide çekilen fotoğraflarla harmanladık ve ortaya çılgın bir kitap çıktı.
Bir de dergi formatında bastık,
Lavanda’da bütün çocukluk arkadaşlarına hediye etmek için.
Yine bitmedi, filmi çekerken partide olan DJ ve striptizci arkadaşlar, bizim ekibi çok sevdiler, “Madem içinde bizim de olduğumuz bir film izlettireceksin sevgiline. E o zaman biz yine gelelim oraya, filmden çıkmış gibi oluruz. İyice şaşırır, Woody Allen’in ‘Kahire’nin Mor Gülü’nde olduğu gibi” dediler.
Ne kadar şaşıracak, ne olacak bilmiyorum.
Ama her şey hazır.
Kitap hazır.
Dergiler hazır.
Film hazır.
Mönü hazır.
Oynanacak oyunlar hazır.
Bir Lavanda’ya gitmemiz kaldı.
Ve sonunda 50. yaş sınavını başarıyla geçtim
Bu işler acayip işlermiş!
Rüzgara kapılıyorsun.
Havaya giriyorsun.
Şaşırttıkça şaşırtmak, kuş kondurdukça kondurmak istiyorsun.
Ailesiyle doğum gününü ayrı kutlayacağız ya...
Yetinmedim, o gün için de bir film yapayım istedim.
Aile yemeği Les Ottomans’da olacaktı, orada da şahane mini cep bir sinema var. Elinden tutup, koltuğa oturtup, ışıkları söndürüp, bütün ailenin bizzat oynadığı bir filmi izletmek...
Hayalim buydu.
Maslak’ta bir stüdyoda, bu sefer üç kamerayla çektik.
Hande yine devredeydi, bir sorgu odası yaptı.
Ortasına bir masa koydu.
Tepesinde bir lamba, duvarlar siyah kumaşla kaplandı.
Bana polis üniforması buldu.
Havaya girmeyim mi?
Girdim.
Sorgu polisi gibi felaket sorular sormayayım mı?
Sordum.
Hepsinin ifadesini aldım.
Onun fotoğrafını burunlarına dayayıp, “Malum şahısla ilk ne zaman karşılaştın? Birlikte hangi suçları işlediniz? Onunla ilişkiniz hangi seviyede?” gibi sorular sordum.
Kimse böyle bir şey beklemiyordu, herkes spontane yaratıcılığını konuşturdu.
İnanılmaz öyküler uydurdular.
Ortaya resmen gerilim tarzında komik bir film çıktı.
Da...
Yine aynı sorun!
Kim montajlayacak...
Yine kurtarıcım Burak Yalman’ın kapısını çaldım.
Meğer piyasadaki bütün sanatçıların kliplerini o montajlarmış, adam müthiş bir kurgu yönetmeni...
Altına efektler, müzikler döşedi.
Eli ayağı düzgün, bayağı seyredilecek bir şey çıktı ortaya.
Sevgilim bir kuş halinde hiçbir şeyden habersiz otele geldi, normal yemeği yiyeceğiz diye, aldık onu sinema salonuna götürdük.
Filmi izlediğindeki şokunu size anlatamam.
“Bunu da mı yaptınız!” dedi.
“Sizden korkulur!” dedi.
“Müthişsiniz!” dedi.
Kulağıma eğilip, “Ben seni hak edecek ne yaptım?” dedi,
“Benim asıl hediyem sensin!” dedi.
Başardım yani.
Onu acayip şaşırttım.
Yüzündeki o mutluluk ifadesini görmek, onca yorgunluğa değdi.
İyi ki doğdun güzel kocam!
Paylaş