Paylaş
Bu, yeni bir pazar.
Kadınlar, erotik roman yazıyor.
Yayıncılar da, ‘bestseller’ yazacak erotik yazarlar arıyor.
Edebi değeri kimin umurumda…
‘Grinin Elli Tonu’ türündeki kitaplar, kapış kapış gidiyor.
Ay çekirdeği niyetine, başladınız mı durmuyorsunuz, heyecanla sayfaları çeviriyorsunuz.
İki saatte, üç saatte bitiveriyor.
Bazı yerleri dandik ama bunun da bir önemi yok.
Ara ara sıkılıyorum ama yine de okuyorum.
Erkeklerin filmleri var, müsaade edin kadınların da böyle ‘kaçamak kitaplar’ı oluversin.
‘Grinin Elli Tonu’, Türkiye’de de çok okundu, şimdi de Sylvia Day’in Crossfire üçlemesi Doğan Kitap’tan çıkıyor…
Sana Soyundum (Bared to you) çıktı, Sende Kendimi Buldum (Reflected in You) mart sonunda çıkıyor, Sana Bağlandım ise (Enwined with You) haziranda tüm dünyada aynı anda Türkçede…
Bu üçlemenin ‘Gri’nin Elli Tonu’ndan farkı, kahramanı Eva bakire değil, ürkek, edilgen biri değil, sürekli ne yapacağını bilemediği için dudaklarını da kemirmiyor…
‘Gri’nin Elli Tonu’nda birtakım mantık hataları vardı, Crossfire üçlemesi, bu açıdan daha iyi kotarılmış bir kitap.
Kitabın kahramanı, daha tecrübeli ve isteklerini dile getirecek kadar cesur.
Ama tabii ki edebiyat şaheseri değil.
Yazarın böyle bir iddiası da yok.
Onunla röportaj yapmak için 14 saat uçtum.
Los Angeles’ta görüştüm.
Slyvia Day, çok tatlı ve komik bir kadın.
Serinin ilk kitabını dört ayda yazmış.
30’uncu kitabı, elinde değil, her kitaba erotizm sokuyor.
Çünkü içinde aşk ve seks olmayan kitap okumayı sevmiyor.
Bunları da açıkça anlatıyor.
Karşımda, ev kadını gibi bir kadın duruyor.
Hermes çantası dışında üzerinde para eden hiçbir şey yok.
Ama inanılmaz para kazanmış.
Dalga geçiyor, “Karşında bir multi milyoner duruyor!” diye.
Sadece Amerika’da 6 milyon adet kitap satmış, bir de 39 dile çevrilmiş kitapları.
En az 6 milyon dolar Amerika’daki satıştan eline geçmiş.
Ama evine sadece güneş enerjisi taktırmış.
Paraları savurmuyor.
Enerjik, samimi, biraz da deli…
Amerikan ordusunda istihbaratçı olarak çalışan bir kadın dünya listelerini altüst edecek erotik romanlar yazıyor. Ne alaka?
- Çünkü ben, içinde erotizm olmayan kitaplar okumaktan hoşlanmıyorum. Sıkıcı buluyorum. Aşk ve seks okumayı seviyorum. Ben nasıl kitaplar okumayı seviyorsam, öyle kitaplar yazmaya çalışıyorum.
Yani kahramanlarınız, sevişmeyi seven kadınlar mı?
- Sevmeyen var mıdır acaba? Ben bağımsız, özgür bir kadınım. Teslimiyetçi değilim hiçbir konuda. Mesleğimde de seks hayatımda da. İç sesimi rahatça dillendirebiliyorum. İsteklerimi, taleplerimi söyleyebiliyorum. Çekinmiyorum. Kendimi hayatın her alanında açıkça ifade edebiliyorum. Duygularımı eyleme dönüştürebiliyorum. Romanlarımdaki kahramanlarım da benim gibi. İsteklerinin, hazlarının peşinden gidiyorlar. Güçlüler. Bu kadınlar ve erkekler, aynı zamanda sevişmeyi de seviyorlar. Yani ben, insanların hayatın her alanındaki hallerini tanımlarken, yatak odasındaki hallerini yazmakta da bir sakınca görmüyorum. Bir karakteri iyi anlatabilmek için onun seksle ilişkisini de anlatabilmem lazım, anlatıyorum. Hepsi aynı paket içinde. Bazı özelliklerini yazayım, bazısını yazmayayım gibi sınırlamalar koymuyorum.
Yani romanlarınızı, bir misyonla yazdığınızı mı söylemek istiyorsunuz…
- Elbette. “İsteğinin peşinden git! Korkma! Hislerini -ki bunlar seksüel hisler de olabilir- açığa vurmaktan kaçınma. Bunda utanılacak bir şey yok!” Kahramanlarım, bu mesajları veriyor. Ama tabii ki, onların da başa çıkmak zorunda kaldıkları ‘meseleler’ olmuş. Mesela Crossfire üçlemesinde Eva, çocukken cinsel istismara uğramış. Ama yine de güçlü. Güçlü olmak, seksten hoşlanmak, içinden geldiği gibi davranmak, edebe aykırı bir şey değil. Bunları yaşadığın insanla, aşk da yaşayabilirsin. İkisi, birbirine tezat değil. Oysa, biz kadınlara farklı şeyler öğretiliyor, kendimizi bastırmamız isteniyor. Ben buna karşıyım. Ve bu mesajım, okurlarıma geçiyorsa ne mutlu bana.
Kadın hareketi için faydalı bir şey yapıyorsunuz yani…
- Bence öyle. Bakın daha önceleri bu kitapların kahramanları hep erkekti, yan karakterler kadındı. Her şey, aslında erkekler üzerinden dönüyordu. Ve kadınlar, sadece, erkekleri iyi göstermek için icat edilmiş ‘unsurlar’dı. Son 10-15 yılda dünyada birtakım şeyler değişti. Artık kadınlar başrolde. Ben kadınlara, “Doğru düzgün ve iyi sevişen bir adamı hak ediyorsun! Buna hakkın var!” mesajı veriyorum.
Peki yazmaya nasıl başladınız?
- Ordudan ayrıldıktan sonra, eşimle tanıştım, âşık olduk, evlendik. Önce oğlum, sonra kızım doğdu. Epey bir süre evde vakit geçirmek zorunda kaldım, can sıkıntısından başladım yazmaya. Sonuç: Bu, 30’uncu kitabım…
Babam Amerikalı annem Japon
Nasıl bir ailede büyüdünüz?
- Melez bir aile! Çekik gözlerimden de anlayacağın gibi Japon-Amerikan karışımıyım. Annem Japon, babam Amerikalı.
Nasıl tanışıyorlar?
- Babam, yeryüzünde tanıyabileceğin en maceraperest adam. Bohemin teki. Yeni kültürler tanısın, farklı diller konuşsun, yeter ki Amerika’da pineklemesin! Bundan 42 yıl önce Japonya’da İngilizce öğretmenliği yapıyor ve bir partide annemle tanışıyor. Annem, müthiş güzel bir hemşire. Âşık oluyorlar. Annemin de en büyük hayali, kapağı Amerika’ya atmak. Avustralya’ya gidiyor, çünkü o yıllarda, oradan vize alıp Amerika’ya geçmek daha kolay. Babam da peşinden. Avustralya’da bana hamile kalıyor ve sonra birlikte buraya geliyorlar. Ben doğuyorum…
Hâlâ evliler mi?
- Yok canım. Hiçbir zaman evlenmiyorlar. Ben doğmadan aşkları da bitiyor. Babam, tekrar yollara düşüyor, bir sürü ülkede yaşıyor, şimdi İtalya Pisa’da. Zeytin ağaçlarının içinde bir evi var, Alman eşiyle zeytinyağı üretiyorlar. Diyorum ya, tam özgür ruh! Amerika’dan hoşlanamayan bir Amerikalı!
Peki ya anneniz? Yapayalnız kalıyor, üzülmüyor mu hiç?
- Üzülse ne olacak? Hayat böyle bir şey, idealleri farklı. Zaten babam en baştan söylüyor. “Ben dünyayı gezmek istiyorum” diyor, annemse kök salmak istiyor. Amerika’da hemşirelik yapmayı sürdürüyor. Geldiğinde İngilizcesi sıfır, benimle birlikte öğrendi. Ben altı yaşındayken de Amerikan vatandaşlığına kabul edildi. Yemin törenine gittim. 12 yaşındayken bir kız kardeşim daha oldu. Üvey babam başka bir Amerikalıydı ama o da uzun sürmedi…
Anneniz ve siz ve kardeşiniz. Üç yalnız kadın… Zorlanmadınız mı?
- Niye zorlanalım? Ben hayatımı mutsuzluk üzerine kurmadım. Tersine hep mutluydum. Annem iyi kazanırdı, gece hemşiresiydi. Gündüzleri uyurdu, ben de o uyurken kendi başıma oyun oynar, hayaller kurardım. Hayal gücümün bu kadar zengin olmasını o günlere borçluyum. Annemin hikâyesinde bana ilginç gelen şu. Babam, onun hayatının aşkı. Önünde şöyle iki seçenek var: “İstediğin yaşam mı, istediğin adam mı?” O, istediği yaşamı seçmiş. Babamın peşinden gitmemiş. Ortada bir suçlu yok, sadece ikisinin de tercihleri farklı.
Olan size olmuyor mu peki? Babasız büyüyorsunuz…
- Ona nasıl kızabilirim? Hepimiz hayatı bir kere yaşıyoruz, onun seçimi de bu. Yedi yaşındaydım, sordum, “Ne zaman döneceksin?” diye, “Hiçbir zaman!” dedi. Kıvırtmadı, yalan söylemedi, son derece dürüst bir cevap verdi.
İstihbaratta Rusça uzmanıydım
Dünya sizi erotik romanlarınızla tanıyor ama bir Amerikan ordusu geçmişiniz var. Nereden çıktı?
- Irak’ta savaş başlamıştı, ‘Çöl Fırtınası’ zamanları. Yazılanlardan, çizilenlerden, çok etkilendim. Bir katkım olsun istedim. Orduya gönüllü yazıldım. 23 yaşındaydım.
Peki ama istihbaratta çalışmışsınız… Rusça uzmanı olarak…
- Evet. Orduya katıldığınızda sizi birtakım testlere tabi tutup en çok neye uygun olduğunuzu anlıyorlar. Şaşırdım ama dilbiliminden çok iyi bir derece almışım. Birtakım diller saydılar, “Birini seç” dediler, “Sana o dili öğreteceğiz, sen de bize o dilde istihbarat getireceksin!” Ben de Rusçayı seçtim. Dokuz ayda tamamen akıcı Rusça öğrendim.
Dokuz ayda nasıl öğrenir insan!
- Öğreniyorsunuz. Sizi hiç İngilizce konuşulmayan bir yere götürüyorlar. Her şey Rusça. Yollardaki ‘Çıkış’ yazısı da ‘Dikkat yangın çıkabilir!’ de Rusça. Dokuz ay hayattan kopuyorsunuz. Ve Rusçayı su gibi öğreniyorsunuz. Ben de öğrendim.
Sonra orduyu niye bıraktınız?
- Bir kimyasal ciğerlerime zarar verdi ve astım oldum. Ayrıldım.
Çok kadın var mı?
- İstihbarattakilerin yarısı kadın. Normal dil eğitiminden farklı bir eğitim alıyorsunuz. “Alışverişe gitmek ister misin?” gibi cümlelerle değil, “Benzin deposunu havaya uçuracağız” türünden cümleleri ayıklamayı öğreniyorsunuz. Ve gerekli yerlere iletiyorsunuz…
Aptallar mutludur anlayışı hastalıklı
Edebiyat merakınız ne zaman başladı?
- 12 yaşındaydım annem elime bir aşk romanı verdi, o zaman başladı. Ben kurgu romanları ve ‘mutlu son’ları seviyorum. Oysa edebiyat demek trajedi demek, benim yüreğim kaldırmıyor!
Peki ama o ‘mutlu son’lar hayatın gerçeği mi?
- Valla, benim gerçeğim! Ben mutluyum. Tamam mutsuz insanlar da var dünyada. Onlar için de üzülüyorum. Ama mutlu olmayı da küçümsemiyorum. Ben “Sadece aptallar mutludur” diye bakmıyorum hayata. Bu anlayışı hastalıklı buluyorum.
Karakterim Eva sıska değil, balık etinde
Kitabımın karakteri Eva balık etinde. Spor yapmayı da sevmiyor. Ama yapması gerekiyor, çünkü çok yiyor. Bir sürü kadın bayıldı buna. İnce ve uzun boylu bir prototip kadın olmadığı için.
Bazen seks dışında iletişim kuramazsınız
Benim kitaplarımda bolca seks var, çünkü bazen iki insan başka türlü iletişim kuramıyor. Duygularını böyle gösteriyorlar.
Okuma günü yapamıyorum
Erotik roman yayımlatabilmek kolay mı Amerika’da?
- Olur mu? Tam tersine çok zordu. Erotik roman yazanlar vardı evet ama kitaplarını yayımlatamıyorlardı.
Neden? ‘Edebiyat değil’ diye küçümsedikleri için mi?
- Hayır uygun bir pazarın olmadığını düşünüyorlardı. Sadece marjinal tipler erotik roman okur zannediyorlardı.
Ben de ‘çöp’ olarak değerlendirdiklerini zannetmiştim…
- Alakası yok! Para kazanacakları her şeyi basarlar! Hiç öyle ulvi amaçları falan yok. Öyle bir dönemdi ki o zamanlar, erotik kitap satın alabilmek için ‘seks shop’lara gitmek zorunda kalıyordunuz. Sonra burada, Amerika’da, kendisi de erotik romanlar yazan bir dijital yayıncı çıktı ortaya: Tina Engler. ‘Ellora’s Cave’ adını verdiği sitede erotik e-kitaplarını yayımlamaya başladı. Önce kendininkileri, sonra başkalarınınkini. O zamanda kindle’lar filan da çıkmamıştı piyasaya. Bu kitaplara ilgi, çığ gibi büyüdü. Birdenbire milyon dolarlar kazanmaya başladı. Bunu gören New Yorklu yayıncılar da konunun üzerine atladılar.
Peki siz, bu resmin neresindeydiniz?
- Yol açılmıştı. Ben ilk kitabımı 2004’te yazdım, basacak yayınevi de bulmuştum. Arada tarihi ve fütüristik romanlar da yazdım ama onların içinde de seks vardı. Benim tarzım bu, başka türlüsünü yazamıyorum. Şimdilerdeyse iyi erotik roman yazacak kadın yazarlar kapışılıyor. Çünkü müthiş bir pazarın olduğu ortaya çıktı.
Yazdıklarınızdan hiç utanmadınız mı?
- Yazdıklarımdan değil, yazdıklarımı sesli okumaktan utanıyorum! ‘Okuma günleri’ yapamıyorum. Bir televizyon programında, radyoda ya da okurlarla buluştuğumda, “Kitaplarınızdan bir sayfa okur musunuz?” diyorlar, “Hayır” diyorum.
Herkes, “Sevişmelerimi kitaplaştırayım, çok satar” zannediyor ama zor…
Artık 30 kitap yazmış tecrübeli bir yazardınız. Bu son kitapta neydi amacınız: “Bestseller yazabilmek mi, çok para kazanabilmek mi?”
- Ben bu kitabı kendim için yazdım. Bu kadar çok okunacağını da hesap edemedim. Çünkü iki karakterim de cinsel olarak istismara uğramış. Yayıncılar bunu itici bulur, basmak istemez diye düşündüm. Ama yazmaktan da kendimi alamadım. Çünkü bence kimse sadece olağanüstü hayatları olan insanlar okumak istemez. Bir yerlerde bir yara, bir acı, bir şey olmalı. Çok mükemmel biriyle özdeşleştiremezsiniz kendinizi. Bütün mesele şu aslında: İki kişi birbirine âşık oluyor ve daha iyi insanlara dönüşüyor. Bu da kitaplarımdaki mesajlardan biri. Yayıncılara göstermeden kendim yayımlamak istedim kitabı...
Niye?
- Kitabınızı, yayıncıya teslim ederken üzerinde yapılacak potansiyel değişikleri de kabullenmeniz gerekir. Ben böyle bir şeye açık değildim. O yüzden kendi kendime yayımlamaya niyetliydim. Ama yayıncım aradı, “Yeni kitabını niye bize yollamadın?” dedi, ben de endişelerimi söyledim, “Bu kitapta hiçbir şeyin değiştirilmesini istemiyorum” dedim. Okudular, bayıldılar. Benim istediğim şartlarda yayımlandı ve bütün hayatım değişti.
Nasıl değişti?
- Birdenbire her yerde haber olmaya başladı, New York Times, Wall Street Journal, USA Today. Listeleri altüst etti.
Ve kimse hafife almadı…
- Yok canım, olur mu öyle şey. Bazıları sevmedi. Ama o da onların sorunu…
‘Grinin Elli Tonu’ üzerine pek çok dalga geçen kitap yazıldı da…
- O kitapta, yazı kalitesi eleştirildi. E. L. James’in erotik roman tecrübesi yok. On-line yazılmış bir kitap, eğlenmek için. Eğlenmek için yazılmış kitapla, profesyonel olarak yazılmış kitap farklı oluyor. Ama yine de aslolan okurların düşüncesi, kim ne derse desin ‘Grinin Elli Tonu’ çok başarılı.
Erotik roman yazmak zor mu?
- Kolay olsa herkes yazardı. Ben eminim herkes, “Ben de sevişmelerimi kitaplaştırayım, çok satar” diye düşünüyordur ama öyle olmuyor işte!
Ama yine de erotik yazarlar, ‘yazar’dan sayılmıyor…
- Kimsenin algısını değiştiremem. Benim yapabileceğim, elimden gelen en iyi kitabı yazmak. Öyle de yaptım. 2012’de Amerika’da en çok okunan kitap oldu. “Edebiyat değil” demeleri umurumda değil. Dünyada en çok satan kitaplardan olmuş. Bundan ötesi mi var?
HAYAT FELSEFEM
Meksika yemeği yapıyorum diyelim ve birileri Meksika yemeği sevmiyor. E ne yani, onlar sevmiyor diye ben o Meksika yemeğini pişirmeyeyim mi? O yemeği sevenler de var. Onlar mutlularsa, benin için tamamdır. İşimi iyi yapmışım demektir. Sevmeyenler benim izleyicim, okuyucum değil. Dolayısıyla, onların düşünceleri benim için önemli değil.
İyi erotik roman yazabilmek için
1- Bakire olmayacaksın
2- İyi seks deneyimin olacak
Bu tür kitapları yazabilmek için ne tür deneyimler gerekiyor?
- Ben hep şöyle diyorum, bir kadın ve erkek hakkında yazıyorum, tanrının onlara verdiği aletleri kullanarak! Yani kırbaçlar, zincirler, vibratörlar filan yok benim kitaplarımda. Benim iki çocuğum var, demek ki, işin mekaniğini biliyorum.
Tabii siz kendi deneyimlerinizden de faydalanıyorsunuz…
- Elbette. Erotik roman yazmak için gereken şeyler: 1- Bakire olmaman gerekiyor. Zaten kahramanlarım, öyle bekleyen, edilgen kadınlar değil. Seksten korkmuyorlar. 2- İyi seks deneyiminin olması gerekiyor. İyi seks yaşamamışsan yazamazsın…
Bu kitapla multimilyoner oldum
Hangi kitabın ne kadar satacağını hissedebiliyor mu insan?
- Hayır. Bunu kestirebilmenin yolu yok. Ama bu kitapta beklenmedik şeyler oldu. Daha birinci haftada bir sürü yabancı yayınevi aramaya başladı. Serinin ikinci kitabı piyasaya çıktığında, öğlene kadar yarım milyon sattı. Sonra birdenbire her ülkede bir numara olmaya başladı.
Hayatınız nasıl değişti?
- Kocam artık çalışmıyor…
Bu iyi mi, kötü mü?
- İyi valla, çünkü her şeyi o yapıyor. Çocukların şoförü o oldu, okula o götürüp, getiriyor. Yemek yapıyor. Benimle de çok gurur duyuyor.
İşinden niye ayrıldı?
-Bir yıl boyunca kazandığı bütün para vergiye gitti. Benim kazancım ödememiz gereken vergiyi arttırmış. E manası yoktu çalışmasının…
Evinizi değiştirdiniz mi?
- Hayır, sadece oturduğumuz evi satın aldık. Onun dışında bir de güneş enerjisi taktırdık. Paraları etrafa saçmıyoruz.
Bu, sizi bir dahaki sefer için hırslandırıyor mu?
- Bir daha böyle bir şey olmayacak, bunun bilincindeyim. Bu bir yazarın başına hayatta bir kere gelir. J K Rowling bir daha Harry Potter gibi bir şey yazamayacak. Stephenie Meyer bir daha Twilight yazamayacak, E.L James da Grinin Elli Tonu’nu. Bir seri yakaladıysanız ve şanslıysanız, orada bir karakterle okurlarınız bir şekilde iletişime geçiyor ama hikâye bitince de bitiyor.
Çok da gerçekçisiniz…
- Elbette. O yüzden paraları saçmıyorum! Kimse, “Bir zamanlar zengindim, simdi çulsuzum” demek istemez.
Demin saydığınız yazarlar kaç para kazanmıştır…
- ‘Grinin Elli Tonu en peak noktasında haftada 2 milyon dolar kazanıyordu.
Peki siz?
- E ben de multimiyoner oldum. Her kitaptan bir dolardan fazla kazandığımı düşünürseniz...
Yazdıklarım beni tahrik etmeli
Eğlendiniz mi yazarken…
- Çok ağladığım yerler oldu. Kocam işten eve geliyor, yüzüm kızarmış. “Bu kitap seni öldürüyor!” diyordu. Seks sahnelerini yazarken de heyecanlanıyordum. Yazdıklarım beni tahrik etmiyorsa kötü yazmışım demektir, yazdıkların beni ağlatmıyorsa da yeteri kadar duygulu değildir. Ben yazdıklarımın barometresiyim.
Hedeflerinizin arasında kadınların cinsel hayatlarını renklendirmek de var mıydı?
- Böyle söyleyen kadınlar oldu. Kocalardan da şöyle mesajlar geliyor: “Karım dün gece kitabınızı okudu, teşekkürler!” diye. Bir kadın okurum da beni çok güldürdü, cinsel hayatlarındaki hareketlenmeden kocası çok memnunmuş, her ay benim kitaplarımdan alması için ona bir bütçe ayırmış.
Sizin peki…
- Seks hayatım mı? İyi olmasa, bunları nasıl yazabilirim? Seks hayatım kitaplarımı geliştirdi, kitaplarım seks hayatımı değil…
“Karım benden ilham alarak yazıyor!”
Kocanız ne dedi peki bu işe?
- Bayılıyor. Benimle acayip hava atıyor. İnsanlara, “Benden ilham alıyor karım bu romanları yazarken!” diyor. Kendisine pay çıkarıyor yani!
Çocuklarınız biri 11, diğeri 14 yaşında. Onların tavrı…
- Haberleri var. Ama okumadıklarını söylüyorlar. Onlar için annelerinin ne yazdığından çok New York Times bestseller’ında bir numara olması önemli.
Paylaş