Sandaletleri kadar güzel adam

Dünya şekeri, dünya tatlısı... Desem de bana aldırmayın! İyi ki 20 yıl önce karşılaşmamışım. Peşinden gidilesi bir adam, yakıcı, tehlikeli, insanı çeken bir adam!

"Senin gözlerinde başka bir dünya görüyorum" diye bir başlıyor konuşmaya aman Allah’ım, otantik, egzantrik, bohem, gerçek sanatçı gibi kelimelerin tam karşılığı. Bodrum gibi bir adam. Yakışıklı mı yakışıklı, hayran olmamak elde değil, O bir Makedon. Zaten eski karısı ondan söz ederken "Roma heykelleri gibi adamdır" diyor ve ekliyor: "Özellikle bacakları şahanedir!" Sanırsınız bir erkek çok güzel bir kadını tanımlıyor. Ama Ali Güven öyle. İşi kadar, kendi de /images/100/0x0/55ea8042f018fbb8f8841392güzel. Bodrum’da çarşıda, küçük bir dükkanda sanatını icra ediyor. Ama ne sanat. Gerçek sanat. Bence onun devlet sanatçısı ilan edilmesi gerekiyor. Bohem Bodrum’un en önemli simgelerinden biri. Türkiye’nin ve dünyanın bir çok starı, Mick Jagger’lar, Bette Middler’lar, Sezen Aksu’lar onun dükkanından geçti. İnsanın ayağının altındaki sandalette Ali Güven yazması gerçekten güven veren bir şey. Bodrum, işte onun gibi insanlar sayesinde Bodrum oldu. Onlar Bodrum’u bütün dünyaya tanıttılar. Ben de şimdi onlardan birini size tanıtıyorum...

Bodrum’la bütünleşmiş insanlardan birisiniz. Yıllardır bir Ali Güven duyarız. Herkes sizin müthiş sandaletlerinizden söz eder. Hikayeniz nerede, ne zaman başladı?

- Babam Makedon, Arnavut göçmeni. Savaş sırasında ailesini kaybediyor, kendini Bodrum’da buluyor. Bodrumlular sahip çıkıyor iş veriyorlar, posta süvarisi oluyor. Annem ise buranın yerlisi, birbirlerini çok beğeniyorlar, evleniyorlar, ben doğuyorum: Ali Güven. Benim hikayem budur.

Doğma büyüme Bodrumlusunuz yani...

- Tabii, tabii. Bundan gurur duyarım. Hiç ayrılmadım. Bir askerliğim var, kısa bir süre, 18 ay, bir de aşık olmuşluğum, kendimi Londra’da buldum, İngiliz bir kızın peşinden gittim. Ama yapamadım. Anamı buralarda yalnız bırakamadım.

İnsan aşkını bırakır mı?

- İnsan olan anasını da bırakamaz! Zavallının benden başka kimsesi yoktu. Babam ben çok küçükken ölüyor, bana hep anam bakıyor. Rahmetli çok düşkündü, tabii ben de ona. Öldüğünde 93 yaşındaydı. Son nefesine kadar birlikteydik, hiç ayrılmadık.

Siz küçükken Bodrum nasıl bir yerdi?

- Şiir gibi. Duru, sakin, yalın, huzurlu, Halikarnas Balıkçısı’nın anlattığı gibi bir sahil kasabasıydı. Zaman kavramının olmadığı bir yer. Hepimiz kendi halimizdeydik. Turizm diye bir şey yoktu. Bu kadar kalabalık da değildi. Pahalı hiç değildi. Kiminin bahçesi vardı, bahçesiyle ilgilenirdi, kimi süngerciydi denİzden sünger çıkarırdı, kimi demirciydi, kimi de nalbant. Küçük, güzel mutlu bir dünyamız vardı. Tabii bu anlattığım 50 yıl önceydi.

Fakirlik?

- Vardı ama bunun bir önemi yoktu. Çünkü paraya o kadar fazla ihtiyaç yoktu. Biz de çok hırslı insanlar değildik. Günü kurtarmak bize yeterdi.

Eğitim?

- İlkokul 3’den terk, eğitim-meğitim yok. Sekiz on yaşlarındaydım, kunduracının yanına çırak verildim. Yirmi yaşında askere gidinceye kadar çıraklık yaptım. Allah rahmet eylesin ustam çok iyiydi, ondan çok şey öğrendim. Bak bu gördüğünün adı varduladır, biz bunu tek parça ayakkabının kenarlarına dikerdik. Çıraklığımda bu işin inceliklerini öğrenmeseydim bugünkü Ali Güven asla olamazdım.

O zamanlardan sizde bir cevher olduğu belliydi demek ki... Hep bu kadar yaratıcı bir adam mıydınız?

- Yok canım. Saftım ben saf. Ama ne yapıyorsam iyi yapmaya çalışırdım. O yıllarda civar köylere dayanıklı ayakkabılar yapardık. Kişiye özel çalışırdık, köylüler gelirdi, ayaklarının ölçüsünü alırdık, birkaç gün sonra da ayakkabıyı teslim ederdik. Benim gibi 4-5 çırak daha vardı...

Askerden sonra "Gencim, yetenekliyim, dünyayı fethedebilirim. Uzaklara gideyim" filan...

- Eğitimim yoktu, saftım ama kafam çalışıyordu. Çok erken yaşlarda şunu fark ettim: "Ben dünyanın en güzel yerlerinden birinde yaşıyordum, bütün dünya zaten buraya, ayağıma geliyordu, başka bir yere gitmek için deli olmalıydım..." Gitmedim. Yaptığım işi burada nasıl daha iyi yaparımın yolunu aradım. Askerden dönünce bir gece meyhanede ayakkabı sayası yapan Muhittin Usta’yla tanıştım. Dost olduk, bana dükkanını gösterdi, "Bana küçük bir para ver burayı sana bırakayım Ali Güven" dedi. "Tamam" dedim. Takımlarına kadar her şeyi bıraktı, gitti. Ama zaman geçtikçe, biri çekicini istedi, biri örsünü, biri kalıplarını, biri masasını. Meğer Muhittin Usta, her şeyi başkalarından ödünç almış. Ben de kapıya "Kimin nesi varsa gelsin alsın, beni artık kimse rahatsız etmesin!" diye yazdım. Herkes geldi aldı, bende hiçbir şey kalmadı. Ben de ilk ustamın yanına gittim, "Usta hiçbir şeyim yok, ben bu işi yapamayacağım" dedim. Ondan bir çekiç ve hayat dersi aldım: "Senin kendinden başka bir şeye ihtiyacın yok!" Ustam bana inanıyordu, benim de kendime inanmamak için bir sebebim yoktu. Bir heves tekrar başladım çalışmaya. Ne var ki kime ayakkabı yapsam, paranın yarısını veriyor, gerisini "Merak etme Ali Güven, veririm bir ara" diyor. Bu işi tam bırakacaktım ki, çok acayip bir şey oldu...

Ne oldu?

- Bodrum’a gelmiş yabancı arkeologların ayağında o güne kadar hiç görmediğim ayakkabılar gördüm. Açık ayakkabılar...

Sandalet?

- Evet aşık oldum o sandaletlere. Yıl 1966, bir tane yapıverdim, pek de güzel oldu, dükkana astım. İnanır mısın, o gün hayatım değişti. Çünkü o sandaletler acayip rağbet gördü, herkes sandalet siparişi vermeye başladı. Dükkanım arı kovanı gibiydi. Ben de artık ayakkabı yerine sandalet yapıyordum. 6 tane de kalfam vardı, işler pek iyiydi. Her gün onlarca sandalet. 4 sene sadece biz yaptık. 70 yılında bir kopyacı çıktı, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü...

Üzüldünüz mü?

- Olur mu? Tam tersine çok sevindim. Çünkü başka modeller üretmeye mecbur kaldım. Şartlar da seni yaratıcı olmaya mecbur kılıyor. Bir sürü değişik model ürettim. O aralar Suat’la birlikteydik, akademili genç bir kadın, İstanbul’dan gelmiş, aşık olmuşuz birbirimize, sanatımda onun da katkısı çoktur, beni geliştirmiştir.

Siz çok mu çapkındınız?/images/100/0x0/55ea8043f018fbb8f8841394

- Bir konuda anlaşalım: Ben güzeli severim ama çapkın değilim. Kadınlar da beni sevdi. Tipimi sevdiler, işimi sevdiler, değerlerimi sevdiler. Bana hep geldiler, hiç peşimi bırakmadılar. Erkek olarak övünmek değil bu, temiz çocuktum, fiziğim güzeldi, yaptığım iş güzeldi. Cömerttim, elimdekini avucumdakini verdim, yedirdim, içirdim. Tabii bir sürü kadın girdi hayatıma. Bu dükkan kadınlarla dolup taştı, ben çalışırdım, onlar seyrederdi...

Neden sizin sandaletler bu kadar özel?

- E çünkü malzemesi güzel, ustası güzel, dünyası temiz, hiç bir zaman işin hilesine kaçmayan bir adam... Makine düşünmeyen biri... Onun sandaletleri özel ve güzel olmayacak da kiminkiler olacak? Benim yanlışa, yamuğa tahammülüm yok. Her şeyin iyi yapılmasını isterim. Sandaletlerime de fevkalade özen gösteririm. Bir kere alırsın, bin yıl giyersin...

Ne zaman marka oldunuz?

- Dedim ya, kopyacılar çıkınca, farklı modeller ürettim, o arada Bodrum turizm cenneti olmaya başladı ufak ufak. Yaptığım sandaletleri yurt dışından meşhur insanlar gördü, onlar beğendi, ayağına giydi. Kimi kendi kalkıp gelmişti, kimi rahmetli Ahmet Ertegün’ün misafiri. Ben tabii bilmiyorum Mick Jagger kim, Donna Karan, Bette Midler kim? Bunlar benim sandaletlerden birer ikişer aldı. Herkes bana soruyor: "Sen biliyor musun bu insanlar kim?" "Ben ne bileyim kardeşim" diyorum, "Ben hayatta sadece sandalet yapmayı biliyorum, onu da yapabileceğim en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum o kadar." Zaten kim gelirse gelsin, kaşıma gözüme gelmiyor ki, bu gördüğün el yapımı sandaletlere geliyor. Hollywood starlarına, rock yıldızlarına, dünyaca meşhur pek çok insana sandalet yaptım. Bir sürü televizyoncu geldi, bana sorular sordu, hayatımın belgeselini çekti, gitti. O zamanlar tabii bir sürü çırağım vardı...

Şimdi etrafınızda kimse yok. Ben mi görmüyorum...

- Çünkü hepsi gitti. Bu iş sabır işi. Artık kimsenin sabrı yok. Zor geliyor. 5 tane çırağım vardı, üstelik elleri de güzel, işe yatkın çocuklardı. Birincisi evlendi İskoçya’ya gitti. İkincisi, "Yalnız yapacağım bu işi" dedi, dükkan açtı, beceremedi. Üçüncüsü Almanya’ya gitti. Dördüncüsü, kaptanlık yapmaya başladı. Beşincisi, Halikarnas’ın yanında su satıyor şimdi.

Ne kadar sürüyor bir sandaleti yapmak?

- Bir günde biten sandaletler var, üç günde biten var, modeline göre değişiyor. Ama eski enerjim yok ki artık. Gözlerim de eskisi kadar iyi görmüyor. Eskiden çıraklarımla birlikte günde 10 -15 sandalet yapardık. Gece 12’ye kadar çalışırdık, sonra da sabaha kadar güzel çiçeklerle eğlenirdik. Ertesi gün de hiç bir şey yokmuş gibi işimizin başına gelirdik. Şimdi öyle değil artık bitiremiyorum.

Yine de bu sandaletlerden sizin gibi yapan biri daha çıkmalıydı.../images/100/0x0/55ea8043f018fbb8f8841396

- Ben istemez miydim? İsterdim. Çünkü benimle birlikte ölecek bu iş. Bu sanatın yok olmasını kim ister? Kopyalar çıktı. Ama işi rezil ediyorlar. Suni ilaç, suni deri kullanıyorlar. Benim yaptığım sandaletlerin derisi ise palamut kabuğu ile eğitiliyor. Ayağı terletmeyen, mantar yapmayan bir deri. Dana derisi. Muğla’dan alıyorum, yayla derisi, çok kaliteli. Denizde giy, havada giy, dağda giy, nerede giyersen giy. Hiçbir şey olmaz. Ama tabii derileri aldığımız o ustalarımızı da kaybettik artık, rahmetli oldular. Bizde her şeyin gerçeği var. Burası tertemiz bir dünya. Bozulmadık biz. Sadece işleri zamanında yetiştiremiyorum. Tek kusurum bu. Bazıları istediği kadar kötülesin, ben kaçmıyorum, buradayım. "Ali Güven sandaletlerimizi geç yapıyor" diyorlar, evet çünkü ben makine değilim ve bir kişiyim. Burada yapılan da güzel bir şey, bunu istiyorsan, sabırlı olacaksın, bekleyeceksin...

Birlikte olduğunuz kadınlarla sandalet yaptınız mı?

- Yaptım, yaptım. Ama kızım çok kızar bana, "Bir tek bana yapmadın!" diye.

Niye yapmadınız?

- Ona ayağımdaki modelden yaptım. Öyle içimden geldi. O da istemedi, "O zaman başka yok" dedim, inatlık da var bende biraz. Ama kızım, başımın tacı, onunla ne kadar iftihar etsem azdır.

Çok para kazanmayı hiç düşünmediniz mi?

- Hayır. Para nedir ki. Korkum da yok. "Yaşlanınca ne olacak?" diyorlar, zaten gelmişim 70 yaşına, "Onu da yaşlılıkta düşünürüz, ben şu anı yaşayan bir adamım. Bugün karnım toksa tamamdır" diyorum. Zaten Allah veriyor. Bundan 20 gün önce California’dan iki kız geldi. Beni alıp götürmek istiyorlar. "Bu işi Amerika’da yap" diyorlar, hem para kazanırmışım hem de bu işin değerini orada çok daha fazla bilirlermiş. Her şeyin makineleştiği bir dünyada, benim sandaletler onlara ilginç geliyor...

Siz ne düşünüyorsunuz?

- Amerika’ya gitme konusunda mı? Yok ya, ne gideceğim? Ben Bodrum’a aitim burada güzel bir hayatım var. Ben ülkemi tanıtmışım, dolu dolu bir hayat yaşamışım. Ben istemesem bu sandaletleri başkasına yaptırırım, içine adımı bastırırım, onu bile yapmıyorum. İşimden de, ismimden de taviz vermem. Ben yine inatla hiç makine değdirmeden, emeğimle yapacağım bu işi. "Sen tuhaf adamsın" diyorlar bana, öyleyim, tuhafım. Bu dünyanın adamı değilim ama halimden de şikayetçi değilim.

Siz Bodrum’u Bodrum yapan kişiliklerden birisiniz, sahip çıkan var mı?

- Arada sırada Turizm Bakanlığı’ndan çağırıp plaket diye bir cam ya da mermer parçası veriyorlar o kadar.

Daha fazlasını hak ettiğinizi düşünmüyor musunuz?

- Onu ben takdir edemem, başkaları edecekse etmeli. Benim vazifem işimi iyi yapmak. Yine de şükür, belediyeye de teşekkür etmek lazım, onlar bana bu yeri vermeselerdi, dükkanım filan da olmayacaktı.

İçinizde kalan bir şey var mı?

- Bodrum’da bir deri müzesi olsun isterdim. Bunca yıldır yaptığım sandalet, çanta, kemer, yüzük, ayakkabı, saat kayışı modellerinden bir müze oluşturmak. İşte içimde ukde kalan tek şey budur.
Yazarın Tüm Yazıları