YAPTIĞIM iş, bana hayata dair fevkalade önemli şeyler öğretti. Bakın, şimdiden anlaşalım, değerli fikirlerim canınızı sıkıyorsa hemen başka kapıya. Tamam.
Kalanlar buraya. Neler mi öğretti yaptığım iş bana? Ortada olan, bazen sanıldığı gibi ortada-mortada değildir. Bu şahane bir yanılgıdır. Bayılırım. Bu yanılgıya düşmeye de düşürmeye de. Çünkü insanlar sizi ne kadar ortada, açıkta zannederse, siz o kadar gizlenebilirsiniz. Yıllar içinde ha babam yazıp çizdiğiniz için, okuyanlar, sizin ruhunuzu bildiğini sanır. Yemin bile edebilirler, onlar sizi tanır. Bu benim hoşuma giden bir duygu. Aksini ispat etmeyi bir gün olsun düşünmedim. Her gün ‘‘Kitabını yazarım ben senin. O kadar iyi tanıyorum Ayşe Arman'ı’’ diyen bir dolu insanla karşılaşıyorum. Ben yüzlerce kişi tarafından yazılmış bir kitabım! Hiç itiraz etmiyorum. ‘‘Yoo, o kadın ben değilim aman ha yanılgıya düşmeyin’’ demiyorum. Kendimi savunmuyorum da. Aksine yazılan yazılara, yapılan röportajlara tepkileri ilgiyle izliyorum. Nedense tuhaf bir şekilde hiçbir şeyin yeteri kadar gerçek olmadığı hissi var üzerimde. Ama yaptığım iş öğretti bunu bana. İşimi ciddiye alarak yapıyorum, işin o kısmı gerçek, ama ondan sonrası benim için sanal, sanki o işleri yapan bir başkasıymış gibi yorumları dışarıdan izleyebiliyorum. Belki de bu yüzden sevgiler kadar nefretler de önemli benim için. Kişiliğime yapılan saldırıları da, ‘‘Sen ne kadar şahane bir kadınsın’’ diye başlayan bir okur mektubu gibi ilgiyle okuyorum. Sevgilerin nasıl üzerine yatmıyorsam, nefretlerin de öyle.
Siz beni anlıyorsunuz değil mi?
Mesela aşağıda Hülya'nın bana yazdığı bir mektup var. Hülya beni tanımıyor, hayatı boyunca görmedi, ama belli ki beni uzun zamandır okuyor ve hakkımda birtakım yargılara ulaşıyor, sonra da ruhumun şeceresini yazıyor. Zaman zaman hakarete varan şeyler de söylüyor. Buna hakkı olduğunu düşünüyor. Çünkü o beni tanıyor. En azından buna inanıyor. Şimdi Hülya beni yanlış ya da eksik tanıyor diye benim üzülmem mi gerekiyor? Mektubunu ortadan kaldırmam mı icap ediyor? Hayır, aksine ben ilgiyle okuyorum tespitlerini, öyle ki, sizin okumanızda da bir sakınca görmüyorum. Oysa hepimizin yumuşak bir karnı var hayatta. İşte bu meslek o yüzden güzel ya, yumuşak karnımı sertleştirmeyi öğretiyor insana. Elimi belime koyup mahalle çocukları gibi, ki pek çok yazar çekiyor bu numaraları, ben de cevap yetiştirebilirim, yaptım da zamanında, ama bu aralar hiç cazip gelmiyor, kim bilir belki ileride yine...
Hülya'ya teşekkür ediyorum. Hakkımdaki tespitlerinde haklı olduğu yerler mutlaka vardır. Ben bundan rahatsız olmuyorum. Sığ bulduğu, hiçbir şekilde ciddiye almadığı, o noktada durmayıp, lime lime doğradığı biriyle mektubun sonunda arkadaş olmak istemesini de yadırgamıyorum. Yıllarca evvel Azra Erhat kitabını yazmıştı: Ecce Homo. Yani işte insan! Hülya'nın dediği gibi şimdi bir yerlere vınlıyorum. Ama röportaja değil, bir süre röportaj yapmayacağımı dost düşman herkese duyurmayı bir borç biliyorum.
* * *
‘‘Sana yazdığımı kimseye söyleme olur mu? Çünkü neden yazdığımı bilmiyorum. Seni değerli bulmuyorum. Sözü dinlenir bulmuyorum. Fikir sahibi biri olarak hiç görmüyorum. Uygun sözcük belki ‘‘yakın bulmak’’ olabilir. Bana ve sana rağmen üstelik. Hafifsin sen, kayda değer değilsin, hizmeti de çok seversin; kocana, patronuna, sevgiline filan. Popüler olanın peşindesin. Derin değilsin. Zaman zaman da ahlaksızsın. Herkesle röportajdasın. İlginç değilsin. Ayrıca sokaklarda değilsin. Hayatın kıyılarında bir yerlerde seyircisin. Bu güzelim memlekette misafir gibisin. Biraz sonra bir habere vınlayabilirsin ve bundan sonsuz mutlu olursun. Yani insanları tanımıyor ve anlamıyorsun. Anlayacak kadar zekisin ama senin o taraklarda bezin yok. Duyarlı bile değilsin. Kadın-erkek ilişkilerine takıntılısın. Çocuk sahibi olma özlemini bile özenti buluyorum.
Bütün bunlara rağmen sanki sen tanıdığım biri gibisin. Hiç böyle tanıdığım olmadığı halde. Beni merak eder misin bilmiyorum, adım Hülya. Bir ilkokulda öğretmenim. Alanım Türk dili ve edebiyatı. Seni okuyorum ama söylüyorum neden okuduğumu bilmiyorum. Yine de seni şımarıklıklarınla, kaprislerinle, kendini bir şey sanmalarınla dürüst ve içten buluyorum. Aslında ahlaksızlığını da. Çünkü o duyarsızlığından geliyor. Kendinle çok meşgulsun, kendini önemsedikçe de çuvallıyorsun. İçinde yaşadığın bu toplum hakkında bir fikir sahibi olduğunu bile sanmıyorum.
* * *
Neyse, neydi bu yazıyı yazma sebebim? Ha, bir önerim var sana, buluşalım mı? Ben Fenerbahçe'de oturuyorum. Bebek'e uzak ama belki bizim eve gelirsin, ne dersin? Hem oğlumla da tanışabilirsin. Fark etmez aslında Bebek, Fenerbahçe, Taksim, başka bir yerde de buluşabiliriz, bir kahve ya da şarap içeriz. Mutlaka konuşacaklarımız vardır. Bir düşün istersen. Hatta seni okuluma da götürebilirim, çocukların dünyasını tanırsın. Belki okursun bu yazıyı, belki de okumadan def edersin. Bak, telefonumu da yazıyorum bir sürpriz yapıp belki beni ararsın. (Hülya)’’