Paylaş
Dün başlayan Hıncal Uluç röportajı bugün de devam ediyor. O kadar uzun konuşmuşuz ki, günlerce de devam edebilir. Sezen Aksu’lu bir bölüm var, buraya sığmadı, artık Çarşamba’ya...
Ercan Arıklı, Cüneyt Koryürek ve Temel Özalak... Arkadaşlarınız birer birer gidiyor. Ne hissediyorsunuz?
- Çok sarsıldım. Bu ölümleri görmek istemiyorum. Bunun mantıksal açıklaması şu: Ben hepsinden evvel öleyim... E onu da istemiyorum! Bir yere gitmek istemiyorum. Ama kazık çakacak halim de yok. Karışık, tuhaf duygular... Hepsi ani gitti, bu da tabii çok koyuyor. Benim annem de öldü, üstelik 43 yaşındayken, ama onun ölümünü bekliyorduk, kanserdi...
Annenizi kaybettiğinizde siz kaç yaşındaydınız?
- 28. Annem, beni 15’inde doğurmuş. Ağabeyimi doğurduğunda daha da gençmiş. Annem öldüğünde ben rahatladım. Çünkü çok acı çekiyordu. Kurtuldu. Bu saydığın isimlerin ise ölümünü hiç beklemiyordum. Ölümün şekli de önemli tabii. Ercan’ın ölümünü hálá hazmedemiyorum. Böylesine aptalca ölecek adamların en sonuncu Ercan. Ama insan beyninin garip bir savunma mekanizması var, her seferinde "Bu artık son olsun. Böyle bir acıyı bir daha kaldıramam!" diyorsun, bir yakının daha ölüyor, yine kaldırıyorsun.
Acılara tahammülünüz azaldı mı?
- Ben ağrı eşiği yüksek bir adamım. Hem fiziksel hem ruhsal ağrı eşiği... Böbrek için hastaneye gittiğimde doktor hayretler içindeydi: "Böbreğinizi acilen almamız gerekiyor. Bu böbrek bu hale gelinceye kadar siz neredeydiniz!" Çektiğim acı, doğum sancısından daha beter bir acıymış, kendimi duvardan duvara vurmam gerekiyormuş, oysa bende tık yoktu.
Başka ne tür sağlık sorunları yaşadınız ya da yaşıyorsunuz?
- Ooooooo! Babamdaki şeker hastalığı genetik olarak bana geçmiş. Sonra bende yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol var. Kalın bağırsağın yarısı yok, karaciğer de sarılık geçirdi. Safra kesesinde taş var. Diyaframım delik, dikildi. Babam da 58’inde kalpten öldü, kalbe de dikkat etmem lazım. Zaten genetik faktörlere bakarsan, benim hayatta olmamam lazım! Ama hiç umursamıyorum.
Kendi "son"unuzu düşündüğünüz oluyor mu?
- Hiç. Denize mi atarlar, yakarlar mı... Mezarlık, tören, o tür şeyler umurumda bile değil. Benden sonra olacaklar beni ilgilendirmiyor. Zaten mezarlık sevmem. Ve gitmem. Annemin mezarına bile iki kere gittim: Birinde annemi gömdük, diğerinde babamı onun yanına gömdük. Onları anmam için mezarlığa gitmem gerekmiyor, onları her gün düşünüyorum, onlar benim içimde yaşıyorlar...
KADININ TEK BİR YERİ GÜZELDİR, O DA DIŞI!
Erkeklerin yaş aldıkça, beğendikleri kadınların yaşları küçülüyor. Ama bunun "çıkmaz sokak" olduğunu düşünenler de var. Çünkü çok genç bir kadınla her şeyi konuşmak, her şeyi paylaşmak mümkün olmayabilir...
- Hiç umurumda değil. Yeter ki bana severek baksın, ben de ona severek bakayım. Hani derler ya, "Mühim olan ruh güzelliği!" Tamamen karşıyım. Kadının tek bir yeri güzeldir, o da dışı! Gerisi beni hiç alákadar etmiyor.
Yani biraz daha salak olan ama daha güzel olan bir kadını tercih edersiniz?
- Elbette. Salak kadınlar harikadır. Hiç yormaz seni!
Dalga geçiyorsunuz değil mi?
- Hayır. Gerizekálı bir sevgilim hiç olmadı. Allah’a şükür, hepsi belli bir zeká düzeyinin üzerideydi. Ama ben onları öyle oldukları için seçmedim, güzel oldukları için seçtim. Hoşuma gittikleri için. Hiçbirini de genel kültür testine sokmadım, zekálarıyla da ilgilenmedim, baktım güzeller, hoşuma gidiyorlar tamamdır. Başka hiçbir ölçüm olmadı. Güzelse güzeldir, yeter...
Birileri sizin için "Artık fenafillah noktasına ulaştı" demişti. Bir tür "delieren"...
- Hiç öyle hissetmiyorum. Hakkımda söylenen hiçbir şey beni çok ilgilendirmiyor. Ne güzel söylenen şeyler beni bir yere götürüyor ne de kötüler...
Üzücü değil mi?
- Yoo. Benim kendi hakkımda vermiş olduğum bir karar var. O karara çok saygı duyuyorum. Onun doğru olduğuna inanıyorum. Onun dışında söylenenleri ya bir hoşluk ya da bir öfke olarak değerlendiriyorum.
Bu işin kurallarından biri, ilgi çekmek, şaşırmak, konuşturmak. Bu tür yazı numaraları fazlasıyla biliyorsunuz, bazen de herkesin yazdığının tersini yazıyorsunuz...
- Bu meslekte bir tek kural var: Samimiyet. Düşündüğünü yazdığın zaman ve samimi olarak yazdığın zaman okuyucu bunu hissediyor. Öyle yaptığında da seni okuyanı her gün şaşırtıyorsun. Bana diyorlar ki, "Tam benim düşündüğüm şeyi yazmışsın!" Bunu düşünmek olağanüstü bir şey değil, pek çok insan düşünüyor, Babıáli’deki 25 köşe yazarı da düşünüyor ama bir tek ben yazmaya cesaret ediyorum!
Paylaş