Paylaş
Baştan sona…
Nefes nefese…
Dünyanın geleceği için verdikleri soylu çabayı.
Onlar, Greenpeace gönüllüleriydi ve tutuklandılar.
Korsanlık suçlamasıyla...
15 yıl hapis istemiyle yargılandılar.
Aralarında 25 yaşındaki
Gizem de vardı.
Henüz dava sonuçlanmadı ama en azından artık dört duvar arasında değiller.
Gizem Akhan’ı
buldum, sordum…
Şükür kavuşturana! Sonunda özgürsün… Nasıl hissediyorsun kendini?
-Duygularım o kadar inişli çıkışlı ki. Tabii ki çok mutluyum ama hâlâ tedirginim. Çünkü hâlâ tamamen özgür değilim. Önümüzde bir süreç var. Ama en azından dört duvar arasında değilim! Bu da muhteşem bir şey!
Neredesin şu anda?
-Saint Petersburg’da bir otelde. Bütün Greenpeace ekibi bir aradayız!
Gemiden sonra ilk defa görüşüyorsunuz değil mi?
-Evet, cezaevinde görüşmemiz yasaktı. Hepimiz, ayrı hücrelerde kalıyorduk. Sadece seslerini duyabiliyordum…
Peki bu geçen süre zarfında ne kadar değişmişler?
-Çok. Acayip kilo verenler var. Ama kim takar kiloyu? İyiyiz, güzeliz, özgürüz, yüzümüzde güller açıyor…
Nasıl bir şeymiş özgürlük?
-İnsan, değerini ancak elinden alınınca anlayabiliyormuş! En küçük bir ihtiyacını bile, kendi iradenle karşılayamamak çok zormuş. Şimdi bana çatal bıçakla yemek yiyebilmek, istediğim zaman duş alabilmek, sevdiğim insanların sesini duyabilmek olağanüstü bir şeymiş gibi geliyor! Aileme telefon edebilmek için bile haftalarca izin gelmesini bekledim…
KLOSTROFOBİK OLDUM
Hiç umutsuzluğa kapıldığın, “Buradan çıkamayacağım!” gibi hissettiğin oldu mu?
-Olmaz mı? Mahkemeden hemen sonra Murmansk’taki cezaevine götürüldük. Sonra, benim de aralarında bulunduğum sekiz kişiyi, üç buçuk saat uzaklıktaki başka bir yere gönderdiler. İşte orası kâbus gibiydi! Ne avukat gördüm ne başka birini. İletişim sıfır. O birkaç gün, “Tamam Gizem!” dedim, “Buraya kadarmış. Sen bittin, 15 yıl buradasın!” En ufak bir umudum bile yoktu. Birkaç gün sonra avukatımı gördüm. Greenpeace’e tüm dünyadan ne kadar çok destek yağdığını, milyonlarca imza toplandığını anlattı. Yalnız olmadığımızı anlayınca tekrar umutlanmaya başladım. Daha da önemlisi ailemden haber alınca. Beni oralarda en çok dibe vurduran da buydu zaten: “Annem, babam ne hissediyor şimdi? Kim bilir ne kadar üzülüyorlardır?” İnsan, kendi seçimleriyle bir şekilde baş edebiliyor ama seni sevenleri üzdüğün düşüncesi mahvediyor. Onların da sağlam durduklarını öğrenince rahatladım.
Neden sizi o ikinci cezaevine götürdüler?
-Hiçbir fikrim yok…
Orada da bir hücrede mi kaldın?
-Evet. Beş metrekare filandı. İki kolumu açtığımda, avuçlarım duvara değiyordu. Allah düşmanıma vermesin!
İnsan çıldırıp bağırmıyor mu?
-Yok, bağırmıyorsun! Çünkü bağırsan da, gelip “N’oluyor?” diyecek kimse yok. Ben hiç klostrofobik bir insan değildim. Oldum maalesef. O ikinci hücreye, “15 yıl buradayım!” düşüncesiyle girdim. Çıkınca kaç yaşında olacağımı hesaplıyordum, annemle babam kaç olacaktı? Hayatta olacaklar mıydı?
SAATLERCE SU İSTEDİM
Peki gardiyanlarla filan iletişim kurabiliyor muydun?
-İletişim sıfır! En çok zorlayan şeylerden biri buydu. Su bile isteyemiyorsun. Bütün gününü alıyor su istediğini anlatabilmek. Ama kötü muamele görmedim. Tabii ki bir sürü saçma sapan şey yaşadım. Fakat cezaevindesin, yapabileceğin bir şey yok. Üstelik orada olman gardiyanların suçu da değil, dolayısıyla zorluk çıkarmıyordum…
Su istediğini neden anlatamıyorsun?
-Cezaevi müdürü dedi ki, “Sakın musluktan su içmeyin! Gardiyanlardan isteyin, getirirler!” Ben de bunu anlatmaya çalışıyordum. Saatlerce uğraştıktan sonra kaynamış su geldi. Basit şeyler bile problem oluyordu…
Peki dört duvar arasındaki yalnızlık nasıl etkiliyor insanı?
-Kafayı yiyecek gibi oluyorsun!
Kendi kendine mi konuşuyorsun?
-Elbette. Zaten gün içinde, bir başkasıyla, ancak birkaç kelime konuşabiliyorsun. O da şanslıysan. O yüzden kendi kendine konuşmaktan başka çaren kalmıyor. Gerçekten korkunç bir psikolojiymiş, rüyaların bile hapishanede geçiyor.
Nasıl yani?
-Rüyamda sürekli hapishanede olduğumu görüyordum. Çıkmışım, annemle buluşmuşum ama geri dönmem gerekiyor. Hep hapishaneye ulaşmaya çalışıyorum. Gitmezsem kızacaklar diye acele ediyorum. Kendimi parmaklıklar arasında görüyorum. Meğer bu, sadece bana özgü değilmiş. Birçok insandan bunu duydum. Hâlâ kendimi parmaklıklar arasında görüyorum. Uyanıyorum, “Bu bir rüya! Ben hâlâ cezaevindeymişim” gibi hissediyorum.
23 SAAT HÜCREDEYDİM
İnsan ne kadar ağlıyor?
-İlk günler çok ağladım. “Ben bu gerçekle nasıl yaşarım. Çıktığımda 40 olacağım. Aileme bu acıyı nasıl yaşatırım?” deyip durdum. Ama sonra kendini toparlıyorsun. Destek görmeye başladıkça da güçleniyorsun. “Bu durumla baş edeceksin! Etmen gerekiyor!” diyorsun. Bana güç veren gerçekten o güzel mektuplar, mesajlar oldu. Ve tabii Greenpeace’in desteği.
Son hafta da Saint Petersburg’ta bir cezaevine gönderildin…
-Evet, o da ayrı bir yıkımdı. Murmansk’a en azından alışmıştım. En son cezaevinde, her şey silbaştan. Allah’tan orada sadece 10 gün kaldım. Saint Petersburg’da bizim için güya daha iyi koşullar hazırlamışlardı. Hücrelerin duvarları boyanmıştı, çok daha iyi karşılandık filan. Ama orada da aşırı disiplin vardı. Ortada hiçbir şey durmayacak, sabah kalkar kalmaz yatağını yapacaksın. Hücreyi iki kadınla paylaştım. Çok gerilmişler bu disiplin olayından. Çay içiyoruz mesela, gardiyanın ayak sesini duyduklarında, çay bardaklarını dolaba saklıyorlardı…
Onlar neden tutukluydu?
-Birini anlayamadım. Diğeri uyuşturucudan.
Peki Murmansk’ta hücrede tek başınayken…
-23 saat hücredeydim, bir saat yürüyüş. Haftada iki gün avukat geliyordu. Cezaevinde hayat ağır çekim oluyor. Her şey yavaş. Kitabı bile yavaş yavaş okuman lazım, çünkü sınırlı sayıda kitabın var. Ekolojik köylerle ilgili bir kitabım vardı, üç kere okudum, ezberledim. Kendi ekolojik çiftliğimi kuracak kadar donanımlıyım şu anda!
YATAMAZSIN, YASAK!
Seni asıl kurtaran şey, destekleyen insanların varlığıydı, öyle mi?
-Aynen öyle! Ben, bir amaç uğruna Kuzey Kutbu’na gittim. Orada yaşananları, petrol şirketlerinin açgözlülüğünü insanların gözüne sokmak için o gemiye bindim. Evet, biz tutuklandık ama kampanya da dünya çapında başarıya ulaştı. Bu da insanı güçlü kılıyor. Bir amaç uğruna mücadele ederken, “Ben, insanların geleceği için bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama fedakârlık da bir yere kadar…” diyemezsin. Olmuyor öyle, ya hep ya hiç. Ben de seçimimin peşinden gittim. Haksız bir bedel ödetildi ama haklı olduğumuza inandığım için direnmeye devam edebildim.
Greenpeace avukatları dışında, konsolosluk da ilgilendi mi?
-Evet, hem de çok. Başkonsolos Tanju Bilgiç geldi. Onun sayesinde ailemle konuşabildim. Bir gün, bir tepsi baklava getirdi. Harikaydı! Hiçbir şeyi bu kadar iştahla yediğimi hatırlamıyorum. Türkçe kitaplar getirdi.
Peki tüm bu cezaevi macerası boyunca seni en zorlayan şey neydi?
-Son hafta hücreyi o iki kadınla paylaşmak! Hiç iletişim kuramadığın iki kişiyle belli kurallar çerçevesinde dip dibe yaşamak dünyanın en zor şeyi. Yalnızlık bile daha iyi. Yatağıma çıkıp yatmak istiyordum, “Yatamazsın, yasak!” diyorlardı…
Böyle kurallar mı var?
-Önemli olan hücrenin toplu ve temiz olmasıydı. Ama gardiyanlardan o kadar korkuyorlar ki ıslak havlularını bile asmayıp, saklıyorlardı. Ama onları da anlıyorum, cezaevi personelinin biz Greenpeace’çilere yaklaşımı farklıydı. Bizim kaldığımız hücreler güzelleştirilmişti, camları yenilenmişti, diğerleri pislik içindeydi.
Giyeceklerini nasıl yıkıyordun?
-Zaten çok fazla eşyan olamıyor. Birkaç parça. Onları da sabunla leğende yıkıyorsun. Bu da bir aktivite, zaman geçirecek bir şey. Onlar kuruyana kadar diğerlerini giyiyorsun…
Doğum günüm, cezaevinde geçirilebilecek en güzel doğum günüydü…
Doğum gününü de kutladın arada…
-Evet, orada 25 oldum! O sabah buruk bir şekilde uyandım, daha ilk saatlerde gardiyan, bizim ekipten Ann adındaki Danimarkalı arkadaşımdan bir doğum günü kartı getirdi. Nasıl sevindim anlatamam. Güne öyle başladım. Sonra yürüyüş alanına çıktık. Birbirimizi görmüyoruz ama duyabiliyoruz. Herkes ayrı ayrı kafeslerinden doğum günü şarkısı söylüyordu. Yüzlerini göremiyordum ama seslerini duyabiliyordum. Acayip duygulandım. Bir de İstanbul’da bir aktivite yapmış Greenpeace. “Seninleyiz! Doğum günün kutlu olsun!” diye. İnsan Hakları Organizasyonu’ndan birileri bu fotoğrafları gösterdi. Hapishanede geçirilebilecek en güzel doğum gününü geçirdim anlayacağınız!
Uyku?
-Ben cezaevinde hep uyunur zannediyordum. Ya da kitap okunur… Kitap olmadığı için çok okuyamadım. Uykuya gelince, sabah 6’da kalkmak gerekiyordu. Gece de bütün tutuklular uyanık kalıp, camlardan birbirlerine bağırıp konuşuyorlardı. O yüzden gece uyumak da zordu...
Neden gece bağırıyorlar?
-Çünkü insanların iletişim kurmaya ihtiyacı var! Gündüz yapamadıkları için gece yapıyorlar. Böyle bir sistem kurmuşlar, gündüz de uyuyorlardı. Uyku, benim için bir problemdi, hâlâ problem, uyumakta zorlanıyorum. Ama cezaevinde öğrendiğim bir şey beni çok şaşırttı: İnsan gerçekten de her şeye uyum sağlayabiliyor. Muazzam bir uyum kabiliyetimiz var bizim. Her şeye alışıyoruz.
En çok kimi özledin?
-Herkesi ve her şeyi! Ailemi, arkadaşlarımı…
Simit, Ezine peyniri, zeytin, çay vesaire…
-Ben yemeği çok seven bir insandım. Çok hastalansam bile iştahım kapanmazdı ama ilk defa hayatımdan yemek çıktı. Düşünmüyordum. Dengelerim şaştı.
Müzik peki…
-Ah ne kadar hayati bir şeymiş müzik! Murmansk’ta bir müzik kanalı vardı, koridorlarda bile müzik duyuyorduk. Sabah yedi buçuktan dokuza kadar 80’lerin, 90’ların müzikleri çalıyordu. Mutluluk kaynağımızdı. Ama Saint Petersburg’da hiç müzik yoktu. Fenaydı.
Seni ayakta tutan neydi?
-Greenpeace! Hep hissettim arkamda olduklarını. Cezaevine bütün ihtiyaçlarımızı gönderdiler. Vitaminlere kadar. Çıktıktan sonra da öğrendim ki, aileme de sürekli her gün ne yaptım, ne ettim, ne yedim, ne içtim diye rapor veriyorlarmış. Davada ne durumdayız. Ne kadar yol aldık? Bir de tabii milyonlarca insanın desteğini hissetmek olağanüstü bir duygu. Nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum...
Dünyanın geleceği hakkında endişeleri olan bir grup çevreciyiz
Annenle buluşmanız nasıl oldu?
-Beni görmeye buraya geldiler. Çok duygusaldı. Koşarak sarıldım anneme. Ben güldüm, o ağladı. İkimiz de çok mutluyduk.
Ne zaman Türkiye’ye gelebileceksin?
-Maalesef bilmiyorum! Biz korsan- morsan değiliz. Dünyanın geleceği
hakkında endişeleri olan bir grup çevreciyiz. Dava, bundan sonra nasıl devam edecek bilmiyorum. Tabii ki en kısa zamanda evime dönmek istiyorum. Ama ne zaman dönebileceğiz bilmiyorum. Bir süre daha bu otelde yaşamaya devam edeceğiz…
Putin’in esprisini uygunsuz buldum
Putin senin için, “Davası soylu ama yöntemi yanlış!” dedi…
-Putin haklı, davamız soylu! Ama yöntemimiz de yanlış değil! Kuzey Kutbu’nda olanlar, iklim değişikliğiyle buzulların erimesi ve bunu fırsat bilen petrol şirketlerinin oraya saldırması, petrol çıkarmak için uğraşması dehşet bir şey! Felaket! Bunun, yanlış olduğunu tüm dünyaya duyurmamız gerekiyordu. Bu yüzden ordaydım. Ve biz bunu barışçıl bir şekilde yaptık, hiçbir şekilde şiddet içermeyen bir eylemdi. Korsanlıkla filan alakası yoktu.
Peki Başbakan’a yaptığı espri konusunda ne diyorsun? “Buraya eşiyle geldi. Gizem’i götüremez!”
-Çok uygunsuz buldum. İki aydır cezaevinde tutulan, özgürlüğü engellenmiş biriyim ben. Böyle ciddi bir meselede bu tarz bir espri yapılması, benim kabul edemeyeceğim bir şey.
Hükümetin sana destek verdiğini düşünüyor musun?
-Konsolosluk yanımdaydı ve çok destek oldu. Daha sonra dışarı çıkınca da öğrendim ki Dışişleri Bakanı, Rus Dışişleri Bakanı’na bir mektup göndermiş. Mahkemeye gelen milletvekilleri de oldu, evet destek verdiler…
Serbest bırakılmanda, Başbakan’ın etkisi olduğunu düşünüyor musun?
-Benim kefaletle çıkmamdan sonra oldu Başbakan’ın Putin’le görüşmesi… Bilemiyorum, zannetmiyorum.
Bu tecrübe sana en çok ne kazandırdı?
-Güçlü yaptı beni. Sabırlı olmam gerektiğini öğretti. Her konuda…
Dışarı çıkar çıkmaz n’aptın?
-Elime bir telefon verdiler, annemi aradım. Ve “Seni özgür hayattan arıyorum!” dedim. Sonra güzel bir yemek yedim, şahane ızgara sebzeler…
Karşımda kocaman silahını bana doğrultmuş bir adam..!
Gemiye saldırı nasıl gerçekleşti?
-Ben kabindeydim, helikopterin gemiye inişine tanık olmadım. Sesini duydum. Biri geldi, “Helikopter indi” dedi. Yukarı çıktım. Ve bir anda kapı açıldı. Karşımda, kocaman silahını bana doğrultmuş bir adam! Hayatım boyunca böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Şoke oldum…
Sonra n’oldu?
-Geminin kontrolünü ele geçirdiler. Bizi de bir kapalı alana koydular. Belli yerlere girmemiz yasaklandı, beş gün sürdü varmamız. Geminin motorları durdu, çekerek götürdüler bizi. Dünyayla iletişimimiz kesikti. Sonra da cezaevi günleri başladı…
Tiroit sorunlarım baş gösterdi ciddiye almadılar!
Tiroit problemin neydi?
-Hipertirodim var. İki yıl önce başladı. Normale döndüğü için gemiye binmeden ilaç almayı bırakmıştım. Cezaevinde tekrar çarpıntım başladı, yorgunluk hissediyordum. Muhtemelen stresten... Doktorum bütün raporlarımı yolladı. Tiroidime bakılsın
diye talepte bulunduk. Ama bir türlü izin çıkmadı. Hapishane doktoru beni gördü. Sadece gözüme baktı, nabzımı dinledi, “Yok sende bir şey!” dedi, yolladı. Gözüme bakarak anlayamazsın ki!
Sen et yemiyorsun, onlar da “Vejetaryen yemek veriyoruz” diyorlar ama vermiyorlar. O sorun nasıl çözüldü?
-Çözülemedi! Bana özel bir mönü çıksın diye bir talebim olmadı zaten. Tek söylediğim, “Yemekte et varsa, bana vermeyin”di. Greenpeace zaten bir şeyler gönderiyordu. Avukatlardan öğrendim ki, “Vejetaryen yemek çıkıyor” diyorlarmış. Öyle bir şey olmadı.
Duş?
-O da ayrı bir problemdi. Haftada iki kere 15 dakika hakkımız vardı.
Regl olduğunda ne oluyordu? Kantin mi vardı ped- med alacak…
-O tür bütün ihtiyaçlarımızı Greenpeace fazlasıyla gönderdi. Sorun yaşamadık…
Çevre için tehlike varsa EYLEMLERE DEVAM
Putin, son basın toplantısında, “Ülkenize gelecekler ve orada da eylem yapacaklar” dedi. Bu konuda ne diyeceksin? Türkiye’ye dönünce eylemlere devam edecek misin?
-Çevreyle ilgili bir sorun varsa ve dünya için, insanlığın geleceği için bir tehlike oluşturuyorsa, Türkiye olmuş, Rusya olmuş fark etmez. Tabii ki buna karşı dururum, eylem de yaparım!
Paylaş