Kültür, tarih, derinlik, birikim, estetik ne ararsan var orada.
Üstelik ekonomik.
Yeni ben mutlaka gidin derim, dün de yazdım zaten, kızlar bu seyahati siz çekin dedim, artık para mı biriktirirsiniz, yastık altındakileri mi feda edersiniz, ama sonra gece içim rahat etmedi, dedim ki sen okuyucularından çok önemli bir şeyi gizledin.
Şimdi açıklıyorum:
İnsanları pek sevimli değil. Hani çok şirin, tatlı, misafirperver, sürekli gülümseyen tipler vardır ya. Kucaklamak istersiniz. Bağrınıza basmak istersiniz. Bu Çek'ler öyle değil. Nasıl desem, biraz tersler.
Pasaport kontrolünde mesela beni hemen geçirdiler.
Alman pasaportum var ya.
Ama sevgilimi sinir ettiler.
O da sinir olan her erkek gibi sevgilisini sinir etti.
Beni yani.
Ben de dedim ki, ‘‘Bak aşkım, onların da psikolojilerini anlamak gerekiyor. Acıklı bir tarihleri olmuş. Sürekli işgal altında kalmışlar. Avusturya İmparatorluğu tepelerine binmiş, tam devlet kurmuşlar, bu sefer Almanlar gelmiş, bana acaba o yüzden mi saygılı davrandılar, hayır benim Naziler'le alakam yok, onlar gitmiş Sovyet yanlısı bir rejim gelip tepelerine çöreklenmiş...’’
Of yani. Kábus yani.
Sevgilim ise derin tarih bilgimle hiç ilgilenmedi.
Elindeki otomobil dergisine bakmaya devam etti.
Diyeceğim, bu Çek arkadaşlar biraz hain. Sadece tecrübelerimin değil okuduğum kaynakların da yalancısıyım, isterseniz yazının sonuna kaynakları ilave ederim, öyle yazıyor kitaplar, kayıp hayatların ülkesi diyor. Neyse yani, ben sizi uyarayım da, Çeklere şirinlik yapmaya kalkmayın, onları kendi hallerine bırakın...
(Kaynak: Book of Mişiko/ Avant Guide Prague)
TARİHTEKİ TÜRK İMAJI
Bu böyle. Değiştiremeyiz. Değiştirmek istemeyiz. Prag'a giden herkes soluğu önce Astronomik Saat'in altında alıyor (bakınız solda). Kafasını kaldırıyor (sizin yapmanıza gerek yok) ve uzuuun uzuuun Eski Şehir'in ortasında dikilen bu yapıya bakıyor (üzgünüm, sevgilim yapının yarısını çekmiş!) Her saat başı ama her saat başı, altında, onlarca, hatta yüzlerce insan toplanıyor. Ellerinde de kameralar. Neymiş? Birazdan akrep ve yelkovan öpüşecek ve saatin etrafındaki heykeller hareket edecek. Pardon bir de horoz var, çıkıp münasebetsiz bir şekilde ‘‘üğ ü rü üüüüüğğğğ’’ eden! Ben bir kere gördüm sıkıldım. Ve tercihimi yaptım: Saat ikiden sonra kalabalığa aldırış edilmeyecek, kulesinin etrafındaki bütün cafe'lerde bira içilecek, dolduruşa hiç gelinmeyecek. Zaten benim aslında Astronomik Saat'e biraz kırgınlığım var. Şöyle ki, dört heykel var etrafında. Hangi Prag kitabını açsanız, o heykellerin temsil ettiği 4 büyük kötülük anlatılıyor. Evet sayıyorum: 1) Ölüm 2) Kibir 3) Yozlaşma 4) Açgözlülük. Olabilir tabii, insanlar istediği şeye inanabilir. İyi de o heykeller ne olacak? Ölüm, bir iskeletle anlatılmış. Kibir bir aynayla. Açgözlülük bir Yahudiyle. Peki yozlaşma? Bir Türk'le. Evet yanlış okumadınız. Biraz kalbim kırıldı tabii. Gerçi bu mesele, taa 15. yüzyıla kadar gidiyor. Fatih'in İstanbul'u aldığı, Yunanistan'ı ele geçirdiği, Balkanlar'a doğru iyice yayıldığı, yani Osmanlı'nın Avrupa'da ilerlemeye başladığı günler. İnsanlar çocuklarını ‘‘Türkler geliyor!’’ diye korkutuyor. O zamanlar yani. Benim alınganlık yapmama gerek yok yani. Ama yine de tarihteki Türk imajından hiç hoşlanmadım. Ve ne yaptım: ‘‘Jedno pivo, prosim...’’ (Bir bira lütfen!)
KADİFE YAZAR, KADİFE DEVRİM VE KADİFE BOŞANMAYI ANLATIYOR
Biliyorsunuz, 1989'da Berlin duvarı güm. Çöktü yani. Ve ardından demir perde ülkeleri (ne saçma, demir perde de nostaljik bir deyim haline geldi) dominonun taşları gibi düştü. (Ne olur yani kendi çapımda burada biraz tarih anlatsam! Hep kendini yazıyorsun diye kızıyorsunuz, öyle mi, al işte böyle.) Peki o zamanki Çekoslovakya'da şimdiki Çek Cumhuriyeti'ndeki anahtar olay neydi? 17 Kasım 89'da 50 yıl önce Naziler tarafında öldürülen bir öğrenciyi anma yürüyüşü yapıldı. Ve bu yürüyüş demokratik reform talebiyle son buldu. Polis müdahale etti, 167 kişi yaralandı. Ve arkadaşlar, birdenbire şahane bir şey oldu. O pasif, kış uykusundaki ülkenin her yerinde gösteriler yapılmaya başlandı. Vaclav Havel'in (herkes hálá ona bayılıyor Prag'da) önderliğini yaptığı sivil toplum girişimi hükümetin istifasını istedi. Görüşmeler başladı, hükümet istifa etti. 90 yılında da Havel (çok da güzel bir karısı olduğunu söylemiş miydim?) seçimle göreve geldi. Bütün bu anlattıklarım tarihe kadife devrim olarak geçti. Her şey yumuşak, kan yok, can kaybı yok. Kim istemez böyle devrim!
Peki o zaman kadife boşanmayı da anlatabilir miyim? Teşekkür ediyorum. Aslında ben çaktırmıyorum ama gizli gizli tarihle ilgileniyorum. Hani biz 1000 yıldır, ‘‘Siz bizim çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?’’ diyoruz değil mi, demek ki Çekoslovakya diye bir yer vardı. Ama artık yok. Yandı, bitti, kül oldu, inek içti, dağa kaçtı. Havel'in iktidara gelmesinden sonra, Slovaklar ayrılmak istedi. Referandum yapıldı. Bingo. Ülke, 93'te ikiye ayrıldı. Çek Cumhuriyeti ve Slovakya şeklinde. Yine olaysız, yine kansız. Hı hı, bildiniz, o yüzden bu olay tarihe kadife boşanma olarak geçti. Ben aslında sadece ülkelere değil, insanlara da kadife boşanmalar dilerim. Ama nerde? Tarih dersimiz bittiii, class dismissed. Yani dağılabilirsiniz...
Bu yazının tepesine atılan başlığın gerçek hayatla bir alakası yoktur. Fantezimdir.