Paylaş
Başbakan’ın, Kabataş’taki Zehra Develiğoğlu olayıyla ilgili “Siz Adli Tıp raporlarını nerenize koyacaksınız?” lafını.
E artık bu nedir?
Nasıl bir seviyedir!
İnsanın aklı, havsalası almıyor.
İşin tuhaf yanı, Adli Tıp raporlarını yüzde yüz güvenilecek bir şeymiş gibi sunmak da cabası...
Biz ne Adli Tıp raporları gördük ki...
Tamamen gerçekdışıydılar!
14 yaşındaki tecavüze uğrayan kızın psikolojisinin bozulmadığını iddia ediyordu.
Sonra kamuoyu “Olur mu böyle şey!” diye isyan edince, bu defa kızın psikolojisini bozmaya karar verdiler!!!!
Hangi güvenilirlik, hangi Adli Tıp...
ZEHRA İÇİN UĞRAŞTIM
Ben olayı duyduğum andan itibaren Zehra’yla röportaj yapmak isteyenlerden biriydim.
Çünkü benim için tacize uğrayan kadın haberleri her zaman birinci sırada oldu.
İster örtülü olsun, ister örtüsüz.
Bugüne kadar bir sürü de yaptım.
Zehra için de çok uğraştım.
Elif Çakır’ı aradım, Zehra’nın kayınpederini aradım, konuştum, ikna etmek için dil döktüm.
Ama başaramadım.
Zehra’ya ulaşabilen ve röportaj yapabilen tek gazeteci Elif Çakır’dı. O da herhalde başörtülü diye düşünüyorum. Beni “öteki kamp”tan gördükleri için kabul etmediler diye tahmin ediyorum.
Böylelikle olayı, sadece Elif Çakır’ın yazdıklarından öğrenmiş olduk.
Kayınpederi bana dedi ki, “Sadece konuştular. Teyp meyp yoktu. İki kadın dertleştiler..”
Yani Elif Çakır’ın yazısı hafızasında tutabildikleri ve hayalinde süsleyebildikleriyle sınırlıydı...
Ben Zehra’yla görüşmeyi başaramadım ama Elif Çakır, Balçiçek İlter’le buluşturdu.
Gerçi Balçiçek’in yazacak bir köşesi yoktu ama televizyon programında bahsetti.
Bunun üzerine ben de Zehra’nın anlattıklarını dinleyen ikinci kişi olarak Balçiçek’i aradım.
Dinleyen kimseyi ikna etmediği için ben de “Ya, bütün bunlar doğru olabilir mi?” dedim.
(Bandanalı, üstleri çıplak, deri eldivenli adamlar... Üzerine çiş yapmalar... Uyandıktan sonra kendini kaybetmeler... Kırılan puset... Bebeğine darp... Ve kendisine darp... Ve sütten kesilmesi...)
Elif Çakır böyle şeyler yazdı çünkü...
Balçiçek, “Ben ikna oldum” dedi.
Ben de bir haber için birinin tanıklığına başvuruyorum, tam tersine kanıtsız haber yapmamak için konuştuklarımızı kaydettim...
Ve yayınladım.
BU MU GAZETECİLİK
Ve aylar sonra...
İnsanları ikna etmeyen, kafa karıştıran bu abartılı hikâyenin görüntülerle desteklenmediği de ortaya çıktı.
Peki gazetecilerin yapması gereken nedir?
Bunu, haberi halka ulaştırmak.
Gazeteci haberleri saklamak için değil, açıklamak için vardır.
Karşı karşıya geldiğimiz gerçek şudur, bir kadın tacize uğradığını iddia ediyor, yine gazetecilerin yazdığına göre elinde beş gün sonra alınmış darp raporu var, öte yanda da o saatlerdeki Kabataş MOBESA kameralarında Zehra’nın anlatılanları kanıtlayan görüntüler yok.
Zehra’yı savunan Balçiçek ve İsmet Berkan özür diliyor.
Ama Başbakan, “Peki Adli Tip raporlarını nereye koyacaksınız?” diyor.
O görüntüler ne olacak peki?
Darp raporunu gerçek kabul edeceğiz, görüntüleri yok sayacağız öyle mi!?...
Bize önerilen gazetecilik bu mu?
Uçak korkusu
ALYA’yı Adana’ya anneme götürüyorum.
Bir hafta boyunca, Mami onu kendi okulunda bale çalıştıracak.
Annem disiplinli olduğu için biraz da burnundan gelecek...
Ne kadar mutluyum anlatamam!
Alya sormaya başladı...
“Nasıl yani? Uçak 5’te, 6.30’da Adana’ya iniyoruz. 7 buçuğa ders mi koymuş Oma Meki?”
Mami bu işte!
Pazartesiye de kaçırmak istememiş, değerlendirmiş!
Ben hiç sesimi çıkarmıyorum, onlar kozlarını paylaşsınlar.
Gitme sebebimiz, hem Alya’ya bale takviyesi, hem Adana’mız geldi, hem küçük yeğen Memo’yu özledik, hem de Adana 5 Ocak gazetesi ödül verecek bu akşam bana...
GEL DEDİLER AMA...
İnsanın memleketinden ödül alması şahane bir duygu.
Fatih Terim, Ömer Sabancı ve Ali Haydar Bozkurt da ödül alacak bu akşam...
Onları da göreceğim için mutluyum.
Beni Fatih Hoca aradı, “17’sinde gidiyoruz Ömer Sabancı’nın uçağıyla. Sen de bizimle gel...” dedi.
Birden çok hoş bir fikirmiş gibi geldi.
“Tamam” diye üzerine atladım.
Fakat uçağın modelini filan sormadım. Ya evet...
Uçak korkusu olan bir sapık olarak ben, internetten bineceğim uçakların modellerini araştırıyorum.
Uçağın geçmişini, tarihi inceliyorum, Allah korusun düşmüşlüğü var mı?
İşe yarıyor mu?
Hayır!
Ama güya içim rahatlamış oluyor.
Bir de, uçağın büyük olması lazım nedense...
Küçüklerden tırsıyorum.
Sanki daha az güvenliymiş gibi geliyor. Bir de tabii küçük uçaklarda klostrofobi sorunu var.
Basıyor!
Bir-iki kere öyle uçmak zorunda kaldım, her seferinde indiğimde yeri öptüm.
Belki de küçük uçaklar daha emniyetli, daha güvenilir olabilir ama benim gerçeğim bu...
Dolayısıyla Ömer Sabancı, en kibar haliyle arayıp, uçağına davet edince, birden “Uçağınız kaç kişilik?” diye çıkıverdi ağzımdan.
Yaptım yani!
O da “11” dedi.
11’i duydum ya, bittim ben!
Telefonda bir sessizlik.
“Uçak korkunuz mu var?” dedi.
“Evet” dedim.
“Ben isterseniz modelini vereyim internetten bakın” dedi.
Demek ki benim gibi başka manyaklarla da karşılaşmış!
BAHANEM ALYA OLDU
Ben önce Alya’yı bahane ederek sıvışmaya çalıştım...
Anneannesini görecek de, bale çalışacaklar da...
“O da gelsin bizimle... Yer var!” demesin mi?
Yine bir sessizlik...
Beni rahatlamak için en zarif haliyle, “Ailem de uçuyor bu uçakla. Beni bırakın, onların hayatını tehlikeye atar mıyım hiç” dedi...
“Çok haklısınız... Ben bir düşüneyim, asistanınıza haber veririm” dedim.
Çok ayıp ettim, o bir jest yapıyor, ben buldum, bunuyorum...
Ama biraz sonra asistanı aradım, “Ben yapamayacağım, biz normal tarifeli uçakla gideceğiz Adana’ya” dedim.
Durumuz bu.
Birazdan uçuyoruz.
Alya, bale mayolarını hazırlıyor.
Bense uçağa bineceğimizi düşünmemeye çalışıyorum...
Paylaş