Parasız, bisikletle 8 ayda 10 bin kilometre

Gazeteci ve fotoğrafçı Hasan Söylemez’i alkışlıyorum. Yaptığı gerçekten inanılır gibi değil. Hepimizin hayalleri var, hepimiz bir şeyler kuruyoruz ama popomuzun üzerinde oturuyoruz.

Kim şimdi kalkacak bisiklete binecek, kredi kartlarını kesecek, yanına para almayacak, yollara düşecek, pedal çevirecek, riskler alacak, orada sabah burada akşam gidecek, her sabah başka bir yerde uyanacak, güneşi başka bir yerde batıracak, yarı aç, yarı tok dolaşacak? Ama sonunda başaracak, macerasını tamamlayacak, herkese anlatabileceği bir menkıbeye dönüştürecek ve hayallerini gerçekleştirmiş olacak... Siz söyleyin değmez mi?

Siz deli misiniz? Niye memleketi bisikletle gezdiniz?
- Bizde, herkesin söyleyemediğini söyleyen, yapamadığını yapan ve gösteremediğini gösterenlere ‘deli’ diyorlar. Evet, ben bu memleketin başında hunisi olmayan delisiyim!/images/100/0x0/55eae069f018fbb8f89c5dc9

Peki nereden esti? Neden esti? Hayat mı bastı?
- Her insanın bir kırılma noktası vardır. Ya cinnet geçirir ya bunalıma girer ya çevresine zarar verir. Ben de işte öyle bir cinnet anında bu projeyi hayata geçirmeye karar verdim.

“Öyle bir şey yapayım ki, unutulmayacak bir tecrübe olsun” diye mi düşündünüz?
- Evet. Güzel olan da şu: Bu sadece benim değil, binlerce kişinin de hayatını etkiledi. Bir sürü genç insan, hayallerini gerçekleştirebileceğini gördü.

Kendi içinizde bir yolculuğa mı çıktınız?
- Tabii, tabii. 10 bin kilometre yol kat ettim. Ama içsel bir yolculuğa da çıktım. Amacım, sınırlarımı zorlamak, kendim ve insanlarla yüzleşmekti. İçimdeki haykırışları söküp çıkarmaktı. Berbat sesimle, sözleri ve melodisi olmayan şarkıları, bağıra çağıra söylemekti. Çünkü yapmacık her şeyden fena halde sıkılmıştım.

Başardınız mı?
- Hem de nasıl!

Peki niye bisiklet? Neden tren değil, otobüs değil, yürüyerek değil?
- Parasız olsun diye. Bisiklet de dünyanın en ‘günahsız’ taşıtı.

Eminim iyi bir bisikletçiydiniz bu arada?
- Tam tersine, benim hiç bisikletim olmadı. İçimde hep ukde kalmıştı. Hayatımda ilk defa bir bisikletim oldu, onunla da Türkiye turuna çıktım.

Müthişsiniz! Korkmadınız mı?
- Hayır. Çünkü kafama koymuştum. Bütün her şeyi göze alarak yola çıktım. Eğer korksaydım bu yolculuğu ne tamamlayabilirdim, ne de tat alabilirdim. Bir sürü arkadaşım “Mümkün değil başaramaz! Üç hafta sonra döner’’ dedi. Ama ben çıktım, sekiz ayda tamamladım ve döndüm.

Peki o bisikleti nereden buldunuz?
- Tura başlamadan önce, bir arkadaşıma gittim, “Bisikletini bana ödünç verebilir misin?” dedim. “Tabii n’apacaksın?” dedi, “Türkiye’yi gezeceğim” dedim. “Manyak mısın oğlum, git işine” dedi. Yine de onu ikna ettim, bisikletiyle antrenman yapıyordum. Bir gün Kızıltoprak’taki Delta Bisiklet’in önünden geçerken kendi kendime; “Yahu bu adamlar bisikletçi. En iyisi onların da fikrini alayım, kimbilir benim gibi kaç deliyi yollara göndermişlerdir’’ dedim. Ve Ulaş Baydar’la tanıştım. Projemi ona anlattığımda öncelikle üzerine bindiğim bisikletle İstanbul’un dışına bile çıkamayacağımı söyledi. “Bir de madem parasız bir yolculuk yapacaksın o halde projene buradan başlayalım” dedi ve onlarla çalışmamı teklif etti. Üç hafta yanlarında çalıştım. Karşılığında da hem bisiklet aldım hem de tamir dahil bisiklete dair her şeyi öğrendim.

Tenha yollarda, ıssız dağlarda, bu memlekette bisikletle yalnız dolaşan insanların başına bin türlü bela geldi. Neden böyle bir risk aldınız?
- Çünkü risk almadan, yapabileceğine inanmadan ve istemeden hayallerini gerçekleştiremiyorsun.

Gidip de dönmemeyi düşündünüz mü?
- Gidip de dönememeyi düşündüm. Kendimi, en kötü senaryolara hazırladım. Yani kazayla veya başka bir nedenle ölebilirdim. Ölmediğim için kendimi şanslı hissettim. Mutsuz olduğum anlar oldu ama asla umutsuzluğa kapılmadım.

Peki neden yanınıza para almadınız? Neyi kanıtlamanın peşindeydiniz?
- Ben insanları tanımak istiyordum. İnsanları tanıyıp anlayabilmek için onlara her anlamda ihtiyacım olması gerekiyordu. Bir de gururumun üzerindeki perdeyi sıyırarak, kendimi biraz hırpalamak istedim. Eğer cebimde para olsaydı, sadece istediğim kişilerle tanışır sohbet ederdim. Ama parasız olunca ne kadar rencide edilirsem edileyim, herkesle iletişim içinde olmak zorundaydım. Bu da beni amacıma ulaştırıyordu. Ayrıca her şeyin para olmadığını, istenildiği takdirde, parasız da güzel işler yapılabileceğini gösterdim.

Kime?
- Topluma, insanlara, varlıklılara, parasızlara, cesaretsizlere, hayattan kopanlara ve benim gibi kendini arayanlara?

Siz kendinizi buldunuz mu?
- Buldum valla. Tekrar kaybetmeden, bu sürü başka projeyi de hayata geçirmek istiyorum. İnsanın, hayallerini gerçekleştirmesinden daha güzel hiçbir şey yokmuş.

Yanınıza neler aldınız?
- Para ve yiyecek dışında bir sürü şey. Notebook, fotoğraf makinesi, internet, cep telefonu, çadır, uyku tulumu, tamir aletleri, çakı, termos, mat ve birkaç parça giyecek elbise. Bu teknolojik cihazları yanımda taşımamın nedeni de şu: Fotoğraf çekiyordum ve yazı yazıyordum. Bunları da fırsat buldukça güncel bir şekilde www.hasansoylemez.com’da paylaşıyordum.

İLK HAFTA BEŞ KİLO VERDİM

Toplam kaç kiloydu yükünüz?

- Bisikletle 50.

Kaç kilo verdiniz?
- En çok birinci hafta verdim. Başlarken 81’dim, bir haftada beş kilo verdim. Yemek düzenim bozulduğu için kilomda dengesizlik oldu. 72 kiloya kadar düştüm ama İstanbul’a döndüğümde 75’tim.

Aç kaldınız mı?
- Çooook. Bazen bisiklet üzerindeyken sadece karnımı nasıl doyurabileceğimin hesabını yapıyordum. Kimi zaman ekmek bile vermeyenler oldu, kimi zamansa Halil İbrahim sofrasına oturdum. Yollardayken o kadar çok soruyla karşılaşıyordum ki, ama benim en sevdiğim soru şuydu: “Karnın aç mı?’’

En çok ne yediniz?
- Hangi bölgedeysem, o bölgenin iklimine göre yetişen sebze ve meyveleri yedim. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daysa hayatımda yemediğim kadar kırmızı et ve acı biber!

Bahçelerden portakal, domates filan?
- Tabii, tabii. Yollardayken önünden geçtiğiniz bahçelerden ‘göz hakkı’nızı alırsınız, bu hırsızlık değildir. Elma, portakal ve incirin yiyebileceğim kadarını alıyordum.

Nerelerde sizi coşkuyla karşıladılar, nerelerde kuşkuyla?
- Küçük yerleşim yerlerinde, ‘Tanrı misafiri’ kavramı henüz ölmediği için, insanlar daha sıcak ve samimi yaklaşıyor. Ancak büyük yerleşim yerlerinde, hep kuşkuyla karşılanıyorsunuz. Bunun nedeni de asayiş ve güven sorunu. Yabancı sirkülasyonu fazla olduğu için, kime nasıl güveneceklerini bilemiyorlar.

Sevgiliniz niye sizinle gelmedi?
- Çünkü proje tek kişilikti. Ama hep yanımdaydı zaten manevi olarak.
/images/100/0x0/55eae069f018fbb8f89c5dcb
YOLCULUK İÇİNDE YOLCULUK

0 sekiz ayda sizi hiç mi ziyaret etmedi?
- Bazen ediyordu, bu defa da ‘yolculuk içinde yolculuk’ yapıyorduk.

Bu büyük yolculukta neler keşfettiniz? Neler biriktirdiniz?
- En önemlisi paranın satın alamayacağı kadar değerli şeyler yaşadım. Babama, hayatımda ilk defa, “Seni seviyorum’’ dedim. Bir kanser hastasının iyileşmesine, bir köy okulunun kapılarının yenilenmesine, Akdeniz ve Ege bölgelerinde yüzlerce ağaç dikilmesine yardımcı oldum. Çok iyi dostlar edindim, ülkemi daha yakından tanıma fırsatım oldu, insan ilişkilerimde sabırlı olmayı ve daha fazla empati kurmayı öğrendim. Çok geniş bir fotoğraf arşivim oldu.

Sergi açma fikri nereden esti?
- Projenin içerisinde zaten vardı. Ancak sergilerdeki fotoğraf satışlarından elde edilen gelirin bağışlanması yoktu. O da sonradan aklıma geldi ve projeye müthiş bir anlam yükledi.

Ege, Akdeniz, Doğu-Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, Trakya? Memleketin bölgeleri arasında ne tür farklılıklar ya da benzerlikler fark ettiniz?
- En büyük farklılık, yaşam tarzları ve kültürler. Bu da ülkemizin ne kadar zengin bir mozaik olduğunu gösteriyor. En büyük benzerlikse, kendilerine farklı gelen bir düşünceyi veya fikri kolay kolay benimsememeleri?

Yollara düştünüz. Bir nevi ‘hacılık’ gibi... Size de ‘hacı’ denebilir mi?
- Olabilir. Bence hacı olmak sadece kutsal yerlere gitmek değil. İçinize yaptığınız yolculuk da, en derinlere inip, orada Tanrı’yla karşılaşmak...

Nerelerde, nelere şaşırdınız?
- Turizmin yoğun olduğu bölgelerde insani duyguların daha arka planda olması beni hem üzdü hem de şaşırttı.

Kondisyonlu bir tip miydiniz önceden? Ne kadar fiziki güç gerekiyordu?
- Hiç kondisyonum yoktu diyebilirim, üç haftalık antrenmandan sonra yolculuğa başladım. Asıl enerji zihinsel, bunu öğrendim. Zihninizi buna hazırladığınızda vücudunuz da zamanla alışıyor.

Ama yine de, 10 bin kilometre dağ, bayır, pedal çevirmek her babayiğidin harcı değil! Ne kadar zorlandınız?
- Dik rampaları ve dağları tırmanırken zorlanıyordum. Ancak zirveye ulaştığımda biraz dinlendikten sonra hiç pedal çevirmeden inişe geçtiğimde bütün yorgunluğumu unutuyordum. Müthiş bir duygu, sanki gökyüzünde uçuyorsunuz.

AĞZIMLA KUŞ TUTTUM

Yol boyu hangi hayvanlar sizi rahat bırakmadı? Sinekler, kuşlar?
- Bisiklet üzerindeyken o kadar çok böcek ve haşere yuttum ki, sayısını bile bilmiyorum. Belki inanmayacaksınız, bir keresinde ağzımla kuş bile tuttum! Neredeyse dişlerimi kırıyordu! Allah’tan hafif bir sersemlemeden sonra, kendine gelip, uçmaya başladı. Geceyse sivrisinekler kulakmememde fantezi yapıyorlardı.

Hiç kaza tehlikesi geçirdiniz mi?
- İki defa arkadan araba çarptı, ikisinde de hafif morluklar ve sıyrıklarla ucuz atlattım. Vuranlar da arkalarına bakmadan çekip gitti. Ama ölümü en çok ensemde hissettiğim yerler, dar ve uzun tünellerdi. Arabaların korkunç gürültüsü, her an arkadan araba çarpacak korkusu yaşatıyor.

İnsanların evlerinde mi misafir oluyordunuz, tarlalarda uyku tulumunda mı yatıyordunuz?
- Bazen çadırda uyudum, bazen sokaklarda uyku tulumunun içinde, bazen insanların evlerinde, bazen de hiç tanımadığım kişiler beni otellerinde misafir etti.

Ne gibi işler yapıp para kazandınız da, yemek aldınız?
- Misafirperver bir ülke olduğumuz için, kimse bir öğün yemek için çalıştırmamaya gayret ediyordu. Ancak çalıştığım zamanlar da oldu. Tarlalarda ekin toplayarak ya da bulaşık yıkayıp, yerleri süpürerek. Çalışmalarımın karşılığında para değil yemek istiyordum.

Gün gerçekten, her yerde farklı mı batıyor?
- Sadece gün değil, içtiğiniz suya kadar her şey, her yerde çok farklı. Sabah karşılaştığım bir kişiyle büyük bir tesadüf olmadığı sürece, ikinci defa asla karşılaşmıyorum. Nerede akşam olacağı veya nerede konaklayacağımı bilmiyordum. Tamamen
bilinmezliklere doğru bir yolculuk yapıyordum.

Hayatta en önemli şey neymiş?
- En önemli şey paylaşmak ve her şeyi karşılıksız sevmek ve hayallerini gerçekleştirmek?

Fiziki ve manevi güç isteyen bu zorlu yolculuğu tamamladınız. Şimdi ne hissediyorsunuz?
- Kendimi boşlukta hissediyorum ve bazen yaşadıklarım rüya gibi geliyor. “Keşke o rüyadan hiç uyanmasaydım dediğim” de oluyor. Şu an, eski hayatıma alışmaya çalışıyorum. Para kazanmam ve hayata devam etmem gerekiyor?

ŞAVŞATLI BİR TEYZE BANA ARSASINI BAĞIŞLAMAK İSTEDİ

Artvin’in Şavşat İlçesi’ne bağlı Cevizli Köyü’nde yaşlı bir teyzenin misafiri oldum. Teyze, evinin yanındaki arsanın tapusunu getirerek hiçbir karşılık beklemeden, bana vermek istedi. Sadece bir şartı vardı, orada ev yapıp, ona komşu olmam. İyi niyetliydi ve bunu gönülden istiyordu. Kabul etmedim ama ona söz verdim, bir gün mutlaka onu yeniden ziyarete gideceğim. Bir de sürekli beni gösterip, “Hanım Türkçe konuşan turist geldi” diyenler vardı, komikti? Maalesef ülkemizde bir yabancı hayranlığı var. Bazen benim turist olmadığımı anladıklarında, suratları asılıyor, moralleri bozuluyor ve az evvel gösterdikleri ilgiden eser kalmıyordu. Hatta yürüyüp gidiyorlardı.
Yazarın Tüm Yazıları