Paylaş
Kendi küçük dünyamızda yaşayıp giderken, yeryüzünde ne kadar çok insanın acı çektiğini farkında değilmişiz. Meğer sürekli şükretmeliymişiz. Budur bana kalan.
Orada Çadırkent’lerden birinde bir kadınla tanıştım, sel sırasında sancısı tutuyor, hastaneye filan gidemiyor tabii, orada, o felaketin içinde doğuruyor bebeğini. Ve tabii bebek o şartlarda yaşamıyor. Bizim dün attığımız başlık işte bu hikayeden. Etraf sular altında kaldığı için, bir hafta boyunca kucağında dolaştırdığı ölü bebeğini, gömecek kuru toprak parçası bulamıyor. Ve bunları, gözünüzün içine baka baka anlatıyor. O gözlerde nasıl bir çaresizlik, nasıl bir acı var tarif edebilmem mümkün değil.
Pakistan izlenimleri ve röportajları bugün de devam ediyor. Bugün Hayata Destek Derneği’nin kurucusu Sema Genel Karaosmanoğlu ve derneğin finansman müdür Gökhan Erkutlu’yla tanıştıracağım sizleri. Ben de başka maceralara doğru yelken açacağım...
Bizde kahramanlık kompleksi yok
- Siz işletme mezunusunuz, pekala başka bir yerde de çalışabilirsiniz, neden kafayı sivil toplum örgütleriyle bozdunuz?
(Gülüyor) Üniversiteden beri hedefim, sivil toplum kuruluşlarında çalışmaktı. Sebebini açıklamak çok kolay değil. Belki de bir amaç uğruna, bir şeyler yapabilmektir beni etkileyen. Yani sadece bir bankada ya da kurumsal bir şirkette çalışmak, aydan aya maaş almak kesmiyor beni. İnsanlara yardım etmek, benim işim olsun istedim.
- Bundan manevi bir tatmin duyuyorsunuz?
Tabii, tabii...
- Daha iyi bir insanmışsınız gibi mi hissediyorsunuz?
Yook bu çok iddialı olur! Daha iyi insan gibi değil de, daha tamamlanmış gibi diyelim. Bizim alanımızda, “kahramanlık kompleksi” diye bir şey vardır, ona kapılmamak lazım. Tamam afet bölgelerine gitmek, oradaki insanlara yardım etmek, eski hallerine dönebilmeleri için birlikte projeler üretmek şahane, ama orada “tanrı rolü oynamak” tehlikeli. Bununla alakası yok hissettiklerimin. Belki aptalca gelebilir ama ben, içimde olanı, daha doğrusu yapmak için doğduğum şeyi yapıyorum.
- Ne güzel ifade ettiniz! Bu, Pakistan’a kaçıncı gelişiniz?
İkinci. İlk olarak, 2008 Temmuz’unda geldim, bir yıla yakın kaldım. Sonra selle başlayan bu son dönemde tekrar geldim.
- Bir de sizin Pakistan izlenimlerinizi dinleyelim...
2008, güvenlik açısından zorlukların başladığı dönem. Sizin kaldığınız Marriott Otel’i patlattılar mesela. Yaşadığımız ev 10 km uzaklıkta olmasına rağmen, bombayı hissettik. Hem de yan sokakta olmuş gibi.
- E n’aptınız peki?
Ne mi yaptık? Ailelerimizi aradık, merak etmeyin bize bir şey olmadı diye haber verdik. Çünkü olabilirdi, çünkü bizim de gittiğimiz bir yerdi.
- Peki alışmak mümkün mü bu sürekli patlayan bombalara, silahlara, kaçırılmalara...
Evet. Burası Pakistan ve Pakistan’ın gerçeği bu. Gazetelerde her gün kaç kişinin öldüğünü okuyorsunuz. Bir sabah oturup saydım, sadece ön sayfada 197 kişinin ölüm haberi vardı. Doğal ölüm değil, patlama, vurulma, şunlar bunlar. Artık olağan geliyor. Bizim açımızdan en büyük sorun: Sosyal hayatımız neredeyse hiç yok. Ama şikayetçi değiliz, bu bizim işimiz.
- Ne tür önlemler alıyorsunuz?
Dikkat çekmemeye çalışıyoruz. Lokal giyiniyoruz. Biraz Urduca konuşabilmek faydalı. Onların selamlaştığı gibi selamlaşıyoruz. Bazı ritüeller var, onları biliyoruz, uyguluyoruz. Bir de Türk olmak büyük avantaj. Gloria Jeans, Pizza Hut, Burger King, Mac Donalds gibi yabancıların sık gittiği yerlere gitmiyoruz, aynı şekilde alkol satılan yerlere. Ama gerisi Allah’a kalmış. Biz sadece riski azaltabiliriz. Ama yine de risk var mı? Var...
- Sizin 13 aylık bir bebeğiniz var, aylardır buradasınız. Eşiniz nasıl tahammül ediyor size!
O da sivil toplum kökenli olduğu için beni destekliyor. Onunla 6 sene kadar mülteciler için birlikte çalıştık.
- Pek çok insan, yardıma ihtiyacı olanlar için bir şeyler yapmak istiyor. Ama hangi kurum güvenilir bilmiyor, handikaplar var, kafalar karışık. Ne yapmalılar?
Sivil toplum örgütleri arasından kendilerine yakın bulduklarını seçsinler. O kurumların ne kadar transparan olduğunu baksınlar, yani verdikleri bağışın nereye gittiğine dair bir feedback alsınlar. O kurumun bir yere bağlı olup olmadığını incelesinler. İnternet çağında yaşıyoruz, odit raporlarını bile görmek mümkün artık, o kurumların web sitelerini incelesinler. Biri mesela bize mail atsa ya da telefon açsa, “Kardeşim, siz şu parayı nereye kullandınız?” dese, biz, “Sen kimsin? Ne hakla hesap soruyorsun?” demiyoruz, “Buyurun, her şey burada” diyoruz. Tamamen açık olmak, bağımsız olmak, tarafsız olmak, din, dil, ırk ayırt etmemek ve katılımcılığa inanmak, bence bir sivil toplum örgütünde aradıkları ilkeler olmalı...
Eskinin Mücahit’i şimdinin Taliban’ı
Pakistan’ın şu anki durumu çözebilmek için Afganistan ve Hindistan’ı anlamak lazım. Afganistan’da olan bir şey, Hindistan’ı, Hindistan’da olan bir şey de Pakistan’ı etkiliyor, bu üç ülke birbirine bağlı, hatta birbirinin karması. Yani sadece Pakistan’a bakıp, “Pakistan niye böyle?” diye sorarsanız cevap bulamazsınız. Cevabı, Afganistan ve Hindistan’daki olaylardan çıkarmak lazım.
Amerika’nın 2001’deki Afganistan operasyonundan önce, Pakistan’da çok bir olay yok. Güvenlik tehdidi yok, yabancılar rahat. Bizler de hatırlıyorsanız o dönem, ülkelerini Ruslara karşı savunan Afganlara, “Mücahit” diyorduk, pozitif yaklaşıyorduk.
İşte her şey, 2001’deki Amerikan operasyondan sonra oldu,“Düşman” değişti ve aynı insanlar, “mücahit” yerine “Taliban” ve “El Kaide” olarak adlandırdı. Temelde baktığınız zaman, o insanlar, ülkeleri savunan insanlar, kendileri yönetmek istiyor.
İşte Amerikan’ın müdahalesinden sonra onlar Pakistan’a kaçtılar. Zaten aynı etnik kökenden geliyorlar, sınır onlar için pek bir şey ifade etmiyor, sınır ötesindekiler de zaten akrabaları. Pakistan’da organize olup, buradan Afganistan’a destek vermeye başladılar. Tabii Pakistan içinde de sorunlar yaşanmaya başlandı. İşin ucun Pakistan’ın güvenliğine dayandı. O yüzden şu anda dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri sayılıyor...
Hayat Destek Derneği Başkanı SEMA GENEL KARAOSMANOĞLU
10 yaşındaydım, insani yardım işinde çalışmaya karar verdiğimde...
10 yaşında Bob Geldof’un “Band Aid” ve “Live Aid” konserlerini izleyip derinden sarsılmıştım. Afrikalı çocukların açlık ve hastalıkla mücadelesinden çok etkilendim. “Onlara yardım etmeliyim” dedim. Tabii bunu profesyonel olarak yapabileceğim hiç aklıma gelmedi. Taa ki üniversitede sivil toplum kuruluşlarında çalışmaya başlayıncaya kadar.
1991’de gönüllü çalışmalara başladım. 1995’de Hindistan’a sahaya gittim. Çok hoşuma gitti. “İşte benim yapmak istediğim iş” dedim. 97’de Türkiye’de bir kalkınma vakfında 8 yıl boyunca mültecilerle ilgili projelerle uğraştım. 99’daki Marmara depremini de unutmamak lazım, en ciddi afetle müdahale tecrübem oydu. 11 Eylül sonrası Afganistan, İran ve Pakistan’da üç ayrı ofis kurup, Afgan mültecilere yardım projeleri uyguladıktan sonra, 2003’teki Bem depremi ile İran’da çok farklı projelerde çalıştım. Ve bir gün geldi, kafa dengi birkaç arkadaşla kendi derneğimizi kurmaya karar verdik. Evrensel kurallarla çalışıyoruz. Çalışma tarzımızı beğenen ve ilkelerimizin değerini anlayan uluslararası kuruluşlardan fon bulabiliyoruz ama maalesef Türkiye içinde zorlanıyoruz bağış toplamakta. Mesela geçen sene Eylül ayında meydana gelen Marmara sel felaketi ve bu sene Mart ayında yaşadığımız Elazığ depreminde, felaketten etkilenmiş ailelere ulaştırdığımız yardımların fonları yurtdışından geldi. Gönül isterdi ki, Türkiye içinden topladığımız bağışlarla yapalım bu yardımları.
Ama Hayata Destek olarak, çalışma tarzımızın önemi anlaşıldıkça Türkiye içinde bağış toplamakta daha hızlı yol alabileceğimize inanıyoruz...
Paylaş