Ortadoğu ve Balkanlar’ın en yakışıklı Türk’ü

Bana ondan Ayşen söz etti.

Ayşen Gilroy.

Kimseyi öyle boşuna methetmez.

5 Mayıs’ta Birleşik Arap Emirlikleri’nin prenses ve şeykalarını da projesine dahil ettiği bir sergi açacak dedi. Oralı olmadım.
Ayşe, bu insanları Türkiye’den herhangi biri, bir odaya toplayamaz, bu çocuk yapabiliyor dedi. Kim ki onlar dedim. Maktum’un kızı dedi, Şarjah Prensi dedi...
Daha bir sürü Dubai’den ağır top.../images/100/0x0/55ea4347f018fbb8f874b0c9
Nasıl bir sergiymiş dedim, çektiği fotoğraflara onların da müdahale etmesini istiyor, birlikte sanat yapmış olacaklar, dedi... İlginçmiş dedim...
Seni de sergisine dahil etmek istiyor dedi. Yine de... O kadar ilgimi çekmedi... Allah’ı var Sertaç’ın fotoğrafını görene kadar...
Görünce de... Bu ne ya dedim.
Ortadoğu ve Balkanlar’ın en yakışıklı Türk’ü... A, evet dedi Ayşen söylemeyi unuttum, aynı zamanda çok yakışıklı... Evet itiraf ediyorum, merak ettim bu genç adamı. Tanıştım, aşağıda okuyacağınız hikâyesini anlattırdım.
Ben çok sevdim, hatta kıskandım, enerjisini, heyecanını...
Dünyanın her tarafında başarmak isteyen genç insanlara...
Azmi, sabrı, çalışkanlığı, pozitifliğiyle örnek olacak biri o.
İleride adını duyacağınızdan eminim.
Sertaç Taşdelen bir şekilde karşınıza çıkacak.
İlk Ayşe yazmıştı
dersiniz...

Siz kimsiniz? Nesiniz?
- Adım Sertaç Taşdelen. 26 yaşındayım. Bilkent İşletme mezunuyum. Uluslararası bir yönetim danışmanlığı şirketinde çalışıyorum. Aynı zamanda fotoğrafçıyım. Gündüz takım elbise filan giyiyor, geceleri kurt olup çekim yapıyorum! Sergiler açıyorum. Şimdi de 5 Mayıs’taki sergim için heyecan yapıyorum. Hayatın işine çok karışmamak gerektiğine inanıyorum, bazı şeyler kendiliğinden oluyor.

Nasıl yani?
- Hayat akıyor. Bırak aksın. Sürprizlere açık bir tipim ben. Ve iflah olmaz bir iyimser. İnsanın sinirini bozacak kadar pozitifim. Çok faydasını gördüm. Okul bitince, İstanbul’da staj yaptım, Demet Hanım diye birinin yanına verdiler beni. Ben şikâyet etmem, söylenmem. Uyumluyumdur. Baktım telefonda “Nüvitcim, Nüvitcim...” diye biriyle konuşuyor, “Aaa benim Nüvit Abimle mi konuşuyorsunuz yoksa?” dedim. Bilkent’te okurken bizi Amerika’ya götüren bir Nüvit Abi vardı, takım liderimizdi. Gerçekten de Demet Hanım’ın telefonda konuştuğu o çıkmasın mı? İkisi evleniyor olmasın mı? Ben bir anda, zırt diye ailenin içine girmiş oldum. Çok sevdiler beni. Demet Hanım, bir süre sonra Dubai’ye transfer oldu. Bana dedi ki, “Ben sana çok inanıyorum, askerliğini bitir beni ara, bizim şirkette hemen başlatalım seni!” Birileri bana yardımcı filan olmuyor, ben kasmayan, güler yüzlü bir adamım, enerjim iyi, çalışkanım da, gerisi kendiliğinden geliyor.

Arada askerliği de hallettiniz yani... /images/100/0x0/55ea4347f018fbb8f874b0cb
- Tabii, tabii. Acayip torpiller koyduk, kısa dönem olsun, Ankara’ya yakın bir yer olsun diye. Foça komando okulu çıktı! 12 ay! “Vardır evrenin bir bildiği” dedim, üzülmedim. Okul acayip güzel bir yerde. Dağın tepesinde beş yıldızlı otel. Yemekler mükemmel. Fakat dünyanın en zor üçüncü askeri kampıymış! Üç ay neredeyse sıfır uyku, anlatması zor bir fiziksel eğitim.

Ne kadar heyacanla anlatıyorsunuz, hiç şikâyetçi bir haliniz yok sanki.
- Yok yok, inanılmaz keyifliydim orada. “Film setine gelsem, bu kadar eğlenemem” diyordum. Bedavaya fiziksel kondüsyonumu geliştirdim, devamlı spor, süper yemekler, kalori hesabı, her zamanki gibi pozitiflikten geberiyordum. Şöyle bir hikâye vardı orada, üç aylık eğitimin sonunda birinci olursan, askerliğini istediğin yerde yapabiliyorsun. Yoksa bir torba var, o torbadan çekiyorsun, Hakkâri çıkıyor, Şırnak çıkıyor, Allah ne verdiyse. Ben de inanılmaz motiveyim, saçlar kazınmış, tam komando gibiyim. Savaş stratejisi, silah bilgisi gibi kitaplar veriyorlardı, ben her sayfaya “Birinci Sertaç Taşdelen” yazdım. Sürekli bunu hayal ediyorum. Annemle telefonda konuşurken, “Sen hiç merak etme, zaten ben birinci olacağım” diyorum. Hiçbir şüphem yok. Ama yan gelip yatmıyorum da... Çamurlar içinde yüzüyoruz, oradan buradan atlıyoruz, atış yapıyoruz, bomba eğitimi... Harbi komandoyuz yani. Sonunda zorlu bir sınava soktular. Bilin bakalım ne oldu?

Ne oldu?
- Birinci oldum tabii ki! Annem ağlıyor, babam süper gururlu. Veda konuşmasını bana yaptırdılar. Neresini istiyorsun diye sordular. Ankara, Bilkent. 12 bin asker var orada, iki tanesi mavi bereli, biri benim. Havamdan geçilmiyor...

Hep böyle ballı mıydınız?
- Hep böyle. Allah’a şükürler olsun. Artık şaka konusu. Ama bu şansı da çektiğime inanıyorum. Bitince askerlik Demet Hanım’ı aradım, “Atla gel” dedi. Ben de dünyayı fethetmek için Dubai’ye geldim.

Eee geldin de ne oldu?
- İş görüşmesine girdim. Bilkent’ten mezun olmuşum ama İngilizce rezalet. Lübnanlı bir adamla konuşuyorum ve görüşme çok kötü gidiyor, o elektriği yakalayamadık. İşte o sırada, içeri biri girdi. “Merhaba ben Müjdat” dedi, “Ben de Bilkent mezunuyum. ‘Bir Türk çocuk geliyormuş’ dediler, geldim” bunları Türkçe söyledi ve oturdu. O benim nasıl bir adam olduğumu anladı ama İngilizce çıkmıyor. Ayrılırken dedi ki “Oğlum her şey çok iyi, senin enerjinden acayip memnun kaldık ama İngilizce konuşamıyorsun abi!” “Boş ver sen” dedim, “Ben konuşurum, dilim açılır, siz bana üç ay müsaade edin!” Gerçekten de üç aylığına aldılar, ama kadrom filan yok. Tesadüfe bak ki gene, en en tepedeki patron geldi, dört senede bir kere takımı yemeğe götürür, götüreceği tuttu, bir tek koltuk boştu, benim yanım, adam gelip yanıma oturmasın mı? Kim olduğumu filan da bilmiyor, ben Singapur’daydım dedi, “Ha ben de gittim” dedim, “Oradan Tayland’a geçtim” dedi, “Ben de geçtim”, “Oradan Japonya’ya” “Aaa ben de.” Birden adamla kendimizi, “Şu bara gittin mi? Şurada şunu yedin mi?” diye sohbet ederken bulduk, dünya üzerindeki iyi barları, restoranları konuşuyoruz. Birden “Sen kimsin” dedi. “Geçici eleman” dedim. Sonra ofise döndük, inanmayacaksın telefon çaldı, insan kaynakları. Dediler ki, “Hayırlı olsun, kadroya alındın, patron seni çok sevmiş!”

Sonra?
- Yine bal. Ev kiraları çok yüksek, ne yapacağız derken, Demet Hanımlar daha büyük bir eve geçtiler, evlerini bana bıraktılar. 22 yaşındayım, Dubai’de bir işim, iki odalı bir evim ve arabam var.

Fotoğraf işlerine nasıl bulaştın?
- Hep çok meraklıydım. Ufak tefek moda fotoğrafçılığı yaptım, mankenlik, modellik de... Hep fotoğrafçıları izledim, nasıl çekiyorlar, ışığı nasıl kullanıyorlar. Sonra buradaki galerileri araştırmaya başladım. Latife Maktum’un kurmuş olduğu bir galeri var. Taşgil ismi. Yerel sanatçılara destek veriyorlar, uluslararası sanatçılarla işbirliği yapıyorlar, sergiler mergiler... Oranın Facebook’taki grubuna üye oldum. Ama kimseyi tanımıyorum. Baktım bir gün mail atmışlar, “içimizde yaşadığımız çalkantıların dışarı vurumu” diye bir sergi yapıyorlar. Ben de o sırada eski kız arkadaşımla acayip travmatik şeyler yaşıyorum...

Neden?
- Türkiye’den yeni gelmiştim, kendimi böyle bir ortamda bulunca, ve üstelik Kenan İmirzalıoğlu gibi ilgi görünce havaya girdim. Etrafım kızlarla dolu, süperim. O arada bu sözünü ettiğim kızla tanıştım, Avustralyalı, âşık oldum. Ya da öyle sandım, sonra da kızı aldattım. Onu üzdüğüm için perişanım. Böyle bir ruh halinde katıldım o sergiye. Persona diye, kendi self portremi yolladım, yarı çıplak bir erkek bedeni, elinden bir maske düşürüyor. Çok estetik bir fotoğraf değildi ama bir duyguyu anlatıyordu. “Fotoğrafınızı beğendik, sergilemek istiyoruz” dediler. Ben de o ara bir kızla mail’leşiyorum, adı Latife. Kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Gayet normal davranıyorum, Latife aşağı, Latife yukarı. Sonra bir gün yine gittim galeriye, “Latife nerede” dedim, görevlilerden biri “Kim olduğunu biliyor musunuz?” dedi, “Yooo” dedim. “O Şeyh Maktum’un kızı” dedi. Meğer Şeyka Latife’ymiş. Evet isminin başında bin tane sıfat var, ama o benim arkadaşım. Beni başından beri çok destekledi. İki sergi açtım onun galerisinde. Sayesinde çevre yaptım. Sarja Prensi anneme fal baktırmaya geliyor, bizim eve...

Kapak olduğunuz dergiler?
- Bu insanların dergileri var, onlar için çekim yapıyorum, bazen kapaklarında yer almamı istiyorlar. Dubai’deki billboard’larda da fotoğraflarım yer alıyor.

Peki o şeykalar, prensesler sizi erkek olarak da beğeniyor olabilirler mi?
- Olabilir. Ama son derece mesafeli bir ilişkimiz var. Dostluğumuzu sanat üzerinden götürüyoruz. Çektiğim fotoğrafları 20 bin dolara, 10 bin dolara satın alıyorlar. Ve o para tamamen hayır kurumlarına gidiyor..

Hep Dubai’de mi kalmak istiyorsunuz?
- Yok hayır, bir sonraki durağım Singapur... Sonra, Japonya, New York, Londra. Sonra belki yine Türkiye. Her yerde bir süre geçirip oranın enerjisini alayım istiyorum. İnsan ne istiyorsa onu buluyor hayatta.

Yazarın Tüm Yazıları