Oooo yooooooooooo!

Müjdeyi bir arkadaşım verdi: "Hangi dağda kuş ölmüş bilmiyorum ama Ekşi Sözlük’te hakkında iyi bir şeyler yazmışlar!" dedi.

Girdim baktım.

Gerçekten öyle.

Hakkımda yazılmış 500 yorum varsa...

Hepsi de birbirinden rezalet...

Sadece son üç tanesi iyi...

Münevver Karabulut cinayetinde yaptığım röportajlar arkadaşların hoşuna gitmiş.

Sağ olsunlar, var olsunlar.

*

Gerçi yanlış anlaşılmasın...

Hakkımda yazılanlar beni eğlendiriyor.

Kızmaktan uzun süre önce vazgeçtim.

Düşünsenize, arabada giderken mastürbasyon yaptığımı yazıyorlar, müthiş bir hayal gücü değil mi, üstelik kışkırtıcı, arabayı ben mi kullanıyorum, yoksa yan koltukta mı oturuyorum bilmiyorum ama bu saçmalık yıllardır karşıma çıkıyor.

Ben de gülüyorum.

Yapabileceğim başka bir şey yok çünkü.

Hangi yazıma istinaden böyle bir şey yumurtladılar, gerçekten bilmiyorum.

Allahtan benimkiler masum iftiralar. Bunun bir de Ergenekon’u filan var, uğraş o zaman.

Geçen gün de eski sevgilisi Hürriyet’te çalışmış bir kadın dedi ki, "Ya sen aslında şeker biriymişsin. Üstelik gayet normalsin. Seni öyle bir anlattılar ki..."

"Nasıl anlattılar?" dedim.

"Ne bileyim" dedi, "Acayip seksi, famfatal..."

"Yapma ya!"

"Evet, sen gazeteye gelirken iç çamaşırı giymezmişsin!"

"Nasıl yani? Sutyen mi?" dedim.

Güldü.

"Hayır" dedi.

"Aman Allah’ım, don mu giymiyor muşum!"

"Evet" dedi.

Kahkaha attım.

"Vay be!" dedim, "Ayşe Arman’a bak!"

Skandalların travmaların normal kabul edildiği ülke: Türkiye

Adım Canan K. İsveç’te yaşıyorum, psikoloğum. Münevver Karabulut haberinizi okudum. Sayın Cerrah’ın cevabı tam anlamıyla bir skandal. Ama benim ülkem "skandal" ile "normal" olanı ayırt edemediği için, o beyefendi görevine devam edebiliyor. Kızlarını neden takip etmemişler, öyle mi? Başımızda böyleleri oldukça nereye gideceğiz, kimlere güvenip, kimlere sığınacağız!

Bu cevap insanı çok korkutuyor, devlete- güvenlik güçlerine bir gram güvenimiz varsa, o da kayboluyor.

Karabulut Ailesi’nin başına gelenler İsveç’te yaşansa, hemen gerekli önlemler alınır ve aile için uygun bir tedavi şekline başlanırdı. Hem ilaç hem psikoterapi anlamında. Çünkü aile bireylerinin yaşadığı son derece büyük bir travma ve eğer uygun tedbirler alınıp gerekli yardımlar yapılmazsa, bu travmadan asla kurtulamayacaklar.

İş, sadece yatıştırıcı ilaç vermekle bitmiyor.

Tayland’daki tsunami olayını hatırlıyorsunuzdur. Ölenlerin cesetleri İsveç’e getirilmeden, önce bütün okullarda çocukların bu travmayı en iyi şekilde atlatacakları yolunda çalışmalar yapıldı. Çünkü ölenler arasında, çocukların arkadaşları, öğretmenleri, komşuları vs. olabilirdi. Bizde ise kimse kılını kıpırdatmıyor. Sayın Cerrah "Aile kızına sahip çıksaydı" diye demeçler verebiliyor. Ama dediğim gibi bizler, skandalları, travmaları sessiz sakin yaşayıp, sanki normalmiş gibi hayata devam ediyoruz Türkiye’de...

- Çok haklısınız. Hollanda’daki uçak kazası geliyor bazen aklıma, kim bilir orada neler oldu? Tüm bu travmalar nasıl aşılıyor? Aşılıyor mu? Ne tür izler bırakıyor? Kimler yardımcı oluyor, nasıl oluyor? Bu açılardan o kadar geriyiz ki. İçler acısı! Ama yani Hüseyin Üzmez vakasında, hayatını kaydırdığı o çocuğa "Ruh sağlığı yerindedir" raporu verenlerin ülkesi burası. Daha ötesi var mı?

SİHİR

Ah benim güzel kızım... Şakağında, burnunda ve göz kapağının üzerinde...

Üç küçük nokta...

Sivilce desem değil.

Siğil desem değil.

Nasıl oldu?

Neden oldu?

Kim bunlar? Ne bunlar?

"Dur, kaşıma" diyorum, ikide bir minik parmakları oraya gidiyor, soluğu Arpi’nin yanında alıyorum. Ben ciltle ilgili her şeyi ona soruyorum. Daha önce yazdım Arpi’yi, dünyanın en tatlı kadını, Alya’yı boyalı kalemlerle, kitaplarla karşılıyor, sonra ışıklı büyütecini çıkarıp bir güzel bakıyor.

"Önemli değil" diyor.

"Bir şey sürerim canı da acımaz, hemen sıkabilirim. Ama işlem hoşuna gitmeyecektir. Bence bırak. Kendisi nasıl olsa düşecek bunların..."

Düşmüyor.

*

Bir doktor görüşü daha alıyorum, o da aynen Arpi’nin söylediklerini söylüyor.

Bekliyoruz gitsinler diye.

Gitmiyorlar.

Ve işte o sırada bir arkadaşım diyor ki...

"Batıl inancın var mı?"

"Bilmem ki, duruma göre olabilir..."

"Bak şimdi benim de bacağımda siğil gibi bir şey vardı..."

"Eeee?"

"Bir evden tuz çaldım..."

"Nasıl yani?"

"Basbayağı, evin sahibi fark etmeden bir miktar tuz aşırdım. Sonra onu akan suya tuttum. İnanmayacaksın ama bir süre sonra bacağımdaki siğil geçti..."

"Dalga geçiyorsun..."

*

Sevgilim, Alya ve ben Bice’deyiz.

Biz Leon’da midye yemek istedik, Alya allem etti kalem etti bizi Bice’ye getirdi.

Erkek arkadaşı Aslan Cem’le burada romantik bir akşam yemek yediği için, anısı olduğunu düşünüyoruz.

Birden kocaman tuzluk ilişince gözüme, arkadaşımın söyledikleri geliyor aklıma.

Ve heyecan içinde anlatıyorum.

Sevgilim sen manyaksın der gibi suratıma bakıyor.

"Kaybedecek ne var ki?" diyorum.

Çantamdan minik bir kutu çıkarıyorum, Bice’nin tuzluklarından o kutuya biraz tuz döküyorum.

Sonra o kutuyu bir güzel kapatıyorum ve çantama koyuyorum.

İş akan suyu bulmaya kaldı.

Derken...

Ben tabii masada 4 yaşında bir canavar olduğunu unutuyorum.

Birden Alya bağırmaya başlıyor: "Sen hırsızsın! Hırsızlık yaptın!"

Al başına belayı!

"Alya sus" diyorum, "Tuz bu tuz..."

"Olsun, izinsiz aldın. Sen demiyor musun izinsiz hiçbir şey alınmaz diye!"

Evet haklı!

Benim bittiğim an bu!

Ekmeğini zeytinyağına batırmakta olan sevgilim imdadıma yetişiyor ama inceden inceye düştüğüm müşkül durumdan zevk de alıyor, "Anne şimdi gidip izin alacak, merak etme sen" diyor.

O sırada garson Abdullah yanımıza geliyor, "İstediğiniz bir şey var mı?" diyor.

Sevgilim tam "Her şey çok iyi sağ olasın" diyecekken...

Alya "Söyle ona!" diye atlıyor.

Kaşlarını çatmış düşmanca bakıyor.

Bana, anneye ha!

Pis ispiyoncu, ben onun lanet sivilceleri için ne fedakarlıklar yapıyorum, onun bana yaptığına bak...

"Tamam Alya uzatma" diyorum.

Bir ara masadan kalkıyorum Abdullah’a bir şey söylüyorum, geri döndüğümde "Tamamdır söyledim, rahatladın mı?" diyorum.

"Tamam artık hırsız değilsin! İzin aldın" diyor.

"Evet" diyorum.

Bice’den çıkıyoruz, benim aklım akan suda. Dubai Roma değil tabii, çeşmeler filan yok.

Kös kös eve geliyoruz.

Evin musluklarından birini açıyorum, işte akan su...

"Hadi gelin" diyorum, "Şimdi Alya bu tuzu dökeceğiz, sivilcelerin geçecek. Tamam mı? Ama üçümüzün de tutması lazım bu kutuyu..."

"Sihir mi yapıyoruz?" diyor.

"Evet" diyorum.

Gülerek tuzu akıtıyoruz.

*

Valla...

Ya Arpi’nin dediği gibi döküleceği vardı.

Ya da sihir işe yaradı.

Bir hafta içine sivilceler kayboldu.

Alya’nın cildi eskisi gibi pürüzsüz oldu.

Bir Adanalı tiplemesi bu kadar mı kötü olur?

Yazmayacaktım.

Ama dayanamadım.

Nedir bu Oktay Kaynarca’nın Adanalı tiplemesi?

Felaket ötesi.

Üstelik bu kadar iyi bir oyuncu...

Nedir bunun sebebi gerçekten merak ediyorum.

Senaryo mu onu zorluyor?

Anlamadım gitti...

Canlandırdığı o görmemiş kıro, sevimli değil.

Akıllı değil.

Çekici değil.

Komik değil.

Adanalı gibi hiç değil.

Farkında mı değil acaba?

Bak Avrupa Yakası’ndaki Dilber Hala için bir şey diyemeyeceğim.

Ona bayılıyorum.

Ve çok gülüyorum.

P o l i s t e n  m e s a j v a r

Biz aşağılık katil yandaşları değiliz!

"Ben de bir babayım.

Ve polisim.

Son günlerde gündeme taşıdığınız olay, herkes gibi beni de üzdü.

Çocuk sahibi olunca insan bu acıyı daha iyi anlıyor.

Bu olaydaki üzüntülerimi bildirmek istiyorum.

Ama şu da var: Bu yayınlar sırasında biz polisler, babası zengin olduğu için bir katili yakalamamakla, onun kaçışına göz yummakla ya da kayıtsız kalmakla suçlandık.

Buna çok kırılıyoruz bunu bilmenizi istedim.

Biz sizdeniz, siz de bizden.

Taşlaşmış insanlar değiliz.

Yakalayamadığı için gece uykuları kaçan, maktulün cesedinin yanında içinden ona kanının yerde klamayacağına dair sözler veren insanlarız.

Sevgili Arman, işimizi yaptığımız zamanlarda çok üst düzey insanların bir günde yakalandığı, cebinde metelik olmayanların 1 yıl kaçtığı da oldu.

Bu davada asıl sevinilmesi gereken bence katili mahkum ettirmeye yarayacak delillerin çabucak toplanmış olmasıdır. İçiniz rahat olsun, katil ise mutlaka yakalanacaktır.

İstanbul Emniyet Müdürü’nü sevmeyen çoktur, ben de sık sık "Hiç konuşmasa daha iyi olur!" demişimdir.

Ama bu bizi satılık, aşağılık katil yandaşları haline getirmez.

Dün Oktay Ekşi ne yazdı biliyor musunuz: "164 yıllık tarihinde polis teşkilatının bir işi doğru dürüst yaptığını göremeyecek miyiz?"

Sizce bu cümle Bostancı’daki olaydan çıkarılacak tek bir cümle midir?

Tabii ki herkes sorgulanacak. Olayı en çok da biz sorguluyoruz. "Böyle olmamalıydı" diyoruz. Ama Allah aşkına bu sözler, Batı’da yaşanmış olsa 10 tane filme konu olacak Hizbullah ve bir sürü operasyonu gerçekleştiren insanlara söylenir mi?

Bunu size ve vicdanınıza yapılmış bir serzeniş olarak kabul edin lütfen.

Sizi seven bir okurunuzdan.

Sevgilerle..."

- Çok hoşuma gitti yazdıklarınız. Samimi geldi. "Biz sizdeniz, siz de bizden!" ne güzel bir laf. Haklısınız öyle olmalıyız. "Taşlaşmış insanlar"ı da sevdim. Tabii ki öyle değilsiniz. En çok da Celalettin Cerrah için "Hiç konuşması daha iyi olur" demenizi sevdim. Hatta bayıldım! Gerçi her şey insana özgü, insan bazen kastını aşan laflar edebiliyor. Bunu ben de dahilim, Celalettin Cerrah da, Oktay Ekşi de. Sevgiler, saygılar...
Yazarın Tüm Yazıları