Yarım saatliğine uğrayıp bütün haberleri toplayıp tekrar hayata karıştığın yer, ya da bazen hayattan yılıp yalnız kalmak için sığındığın yer.
Yani bir çay içip poğaça yediğin bir cafe’den, kahveden çok daha fazla bir yer.
İşte Affan, o ‘kahveden çok daha fazla yer’in simgesiydi.
Bebek Kahve demek, Affan, Özcan ve Selo demekti.
Artık Affan yok.
Benim yaşımdaki o genç adam, bir trafik kazasında öldü.
Böyle bir şey var mı?
Yok.
Yine Balıkesir-Bursa yolu.
Lanet olsun.
*
Her cenazede insan ölen kadar, kendisi için de üzülüyor.
Ne tuhaf...
Amma çok tanıdık var...
Eski arkadaşlar, eski dostlar, eski sevgililer, eski kocalar...
Hepsi bir dönemi temsil ediyor.
Ve hepsi bir arada gizli bir örgütün müritleri gibi.
Bir olay olmuş, hayatın çeşitli yerlerine dağılmış o müritler, işlerini güçlerini bırakmış, yıllar sonra o evin bahçesinde tekrar toplanmış...
Ve o evin bahçesinden bir cenaze çıkıyor.
Baba ocağından çıkar gibi.
Bir çocuğumun olmasını hayal bile etmediğim dönemlerde Bebek Kahve’ye giderdim ben.
Şimdi sabahları Alya’yla gidiyoruz.
Affan ya...
‘Hiç öyle Ayşo deme... E sinir oluyorsun tabii, herkes çocuğunu öpünce... Bizim millet de sevgisini illa öperek gösterecek, ya da elini tutacaklar. İyi de birazdan bu çocuk, o eli ağzına sokuyor, bunun mikrobu var bilmem nesi var... Gülme öyle Affan... Alay etme... İki ay sonra seni de göreceğiz... Aklın çıkıyor çocuğuna bir şey olacak diye...’
Affan, çocuğunu göremeden gitti.
Karısı 7 aylık hamileydi.
*
Cenazede bir an geldi koptum:
Tam mezarlığa gidilecekken, biri, herhalde annesiydi, yüksek sesle haykırdı:
‘Affan, gel hadi gidiyoruz.’
Bekletme evladım bizi, kalkıyoruz der gibiydi.
Yaşayan küçük çocuğuna seslenir gibiydi.
Ama seslendiği kişi önündeki yeşil tabutta gidiyordu.
Eşine, annesine, doğmamış bebeğine, ailesine ve bütün sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyorum.