Şahane yazılar yazan bir kadındı. Aktüel’de yazıyordu. Hayatı anlatıyordu.
Şehri, kadını, insanları, ilişkileri, trendleri, bir sürü bir sürü yeni şeyi... Minik fikirler, büyük fikirler ama hep orijinal şeyler. Zekásını ve bileğini o kadar kıvrak kullanan bir kadındı ki...
Hafif de kıskanarak okurdum.
"Vay ben kadına bak!" diye.
Özel bir hukukumuz da yokken, üzerime vazife de değilken, atladım, "Ben gazete yapıyor olsam Nur Çintay’ı mutlaka alır ve köşe yazarı yapardım" diye yazı yazdım. Ama kimse salak değil tabii, iyi olan şey görülüyor, kimseyi uyarmaya, dürtmeye gerek kalmıyor, ayrıca akacak kan damarda da durmuyor, bir süre sonra bir köşesi oldu. Aynı dönemlerde İstanbul Life’ı yaptı, çok da iyi yaptı, bence doğuştan dergici, esprili, hareketli, yenilikçi, meraklı, yaratıcı bir kadın, haliyle, yaptığı dergi de öyle oldu. Hatta o arada beni de kapak yaptı, sağ olsun fotoğrafları seçmeme izin verdi, çok ince ve zarif davrandı.
Hem dergi yayın yönetmenliğini hem de yazarlığı bir arada götürüyordu. Sonra ne oldu bilmiyorum, bıraktı dergiyi, yorulmuş olabilir, sıkılmış olabilir, neyse ne, bir süredir sadece Radikal’de köşe yazıyor ve cumartesi ekini yapıyor. Hálá çok seviyorum yazdıklarını.
Ama Nur’a bir şey oldu...
Hepimize oluyor aslında. Büyüyoruz. Yaşlanıyoruz. Birilerinden etkileniyoruz. Değişiyoruz. Kendimizi yeniden konumlandırıyoruz. Normal bu. Aynı kalalım demiyorum. Fakat be kardeşim, kocadan da bu kadar etkilenilmez ki!!!
Nurcum, kimse sana böyle şeyler söylüyor mu bilmiyorum ama böyle düşündüklerini ben biliyorum. Bir gün Emre,Sabah’ta bir şey yazıyor, ertesi gün sen onun benzeri bir şey döktürüyorsun. Kelimeler, olaylar farklı olabilir ama aynı aileden aynı konuda iki yazı çıkmış oluyor. Oysa, sen son derece orijinal ve yaratıcı bir yazardın. Çünkü benzersizdin. Şimdi başkalarına benzeyen bir "taraf" oldun...
* * *
Pazar günkü Arçelik yazısı mesela.
Dünkü "Çevir kazı yanmasın" da durumu kurtaramadı.
Arçelik reklamındaki kadınların başının örtmelerine ya da örtmemelerine sen niye karışırsın? Adamın reklamı, onun hedef kitlesi, istediği kadınları oturtur, fotoğrafını çeker. Sana ne. Yok efendim, aralarında niye örtülü bir kadın yokmuş. Sen kendi reklamını farklı yap. O yapmıyor.
Sen bunu eleştireceğine, o reklamı alıp, o kadınların eteklerini uzatan, kollarını kapatan insanlara yüklen. Dün yazdığın yazı da beni kesmedi. Çünkü orada, felaket bir şey var. Sen de kabul etmek zorunda kalmışsın gerçi, "Yaşam tarzına müdahale etmek budur" diye. Evet. Budur. Ama bir yazıyla geçiştirilemez.
O fotoğrafta türban konusunda çok hassassın ama aynı hassasiyeti, Milli Gazete’nin yaptığı yaşam tarzına müdahale hareketinde göstermiyorsun. "Haaa ben o yazıyı yazarken, onların bu yaptığını görmemiştim" bile diyebiliyorsun. Demek ki onların haklılığı, doğruluğu, dürüstlüğü ve asla böyle şeyler yapmayacağı konusunda hiç bir şüphen yok. Acayip güveniyorsun. Ayrıldığımız nokta da burası, ben güvenmiyorum...
Öpüyorum.
Omnia mundo mundis
Uçağın tekerlekleri piste değdiği anda parmağıyla yazıyı gösterdi: Atatürk Airport.
"Her ülkenin havaalanında kendi dilinde yazar ama bizde Atatürk Havaalanı yerine Atatürk Airport yazıyor. Biraz aşağılık kompleksi kokmuyor mu?"
"Sen de nelere takıyorsun!" dedim. Ama sonra benim de kafama takıldı. Haklıydı galiba.
* * *
Twigy’in sahibi Sinan Öncel ayak seven bir adam, terlikçi olması tesadüf değil yani. Ama bütün bunların yanı sıra bir sürü dil bilen bir etimoloji meraklısı. Kelimelerin kökenlerini araştırmayı onlarla, oynamayı seviyor. San Paulo’nun üzerindeki aksan, onu baştan çıkarıyor mesela. O işaret, nereden çıkmış, nasıl çıkmış’a dalıyor, içinde kaybolup gidiyor. Istanbul yazanlara da hasta oluyor!
"Bütün o karizma i’de" diyor, "İ’nin üzerindeki noktada."