Paylaş
Yemin ederim budur.
Bayılıyorum Neslican Tay’a.
İlk günden beri.
Daha önce de yazdım bu genç kadınla ilgili.
Bugün de yazacağım.
Aşmış bir ruh varsa, kesinlikle onunki...
Pırıl pırıl ve inanılmaz zeki...
Henüz 20 yaşında, fen lisesi mezunu, bir süre önce de bacağı kesildi kanser yüzünden.
Ama “Ben bir bacaktan ibaret değilim ki, çok daha fazlasıyım. Sadece bacağımı kaybettim, hayat enerjim yerinde duruyor...” dedi.
Bunu diyebildi.
Bu kadar cesur, tatlı ve akıllı.
İnsanın içi titrer ona.
Benim titriyor.
Ablası gibi hissediyorum.
Tarif edilmez bir şekilde seviyorum ve saygı duyuyorum.
Beni en çok de kendisine acımamasıyla büyüledi.
O, acımayınca sen de acımıyorsun.
Ona bakınca, eksik bacak filan görmüyorsun, kendine güvenen, dünyanın fethetmeye hazır genç bir kadın görüyorsun.
Sadece engellilere değil, hepimize rol model Neslican Tay.
Biz iki kere İstanbul’da buluştuk, hatta bir sahne röportajı gerçekleştirdik.
Sahnede de mükemmeldi, herkesi büyüledi.
Onu izleyip, hikâyesini dinleyip hayran olmamak mümkün değil.
Her gün onu Instagram’dan takip edenlere ümit aşıladı, hep harika paylaşımlar yaptı.
Birkaç gündür onun sevenleri ve takipçileri olarak tedirginiz çünkü kanseri nüksetti.
Herkes seferber oldu, onkologlar, doktorlar.
İnanılmaz bir sevgi seli.
Ve yine o bize yatıştırdı, güç verdi. Bu arada en son şöyle bir paylaşımda bulundu, yazdıklarına da hayran oldum.
Bakın neler yazdı:
BENİMKİ BACAĞI KANSERDEN KESİLEN GENÇ KIZIN DRAMI DEĞİL
Biliyorsunuz bir yıldır sosyal medyada aktifim. Ve ilk günden beni hastalığımı, mücadelemi, yaşam tarzımı ajitasyona izin vermeden paylaşmaya çalışıyorum. Benim konumun, “Bacağını kanserden kaybeden genç kızın dramı” olmadı hiçbir zaman. İçinde bulunduğum durum, dramaya ve ajitasyona son derece açık olduğu için de ben medyadan uzak durmayı tercih ettim.
Çünkü yanlış yansıtılmak istemedim.
Olmadığım biri gibi gösterilmek istemedim.
Benim güzel bir amacım var. Ben şu hayatta, her şeyin insanlar için olduğunu, herkesin kanser olabileceğini ama hayatın karşımıza çıkarttığı engellere karşı dimdik durabileceğimizi de anlatmaya çalışıyorum. Paylaşımlarım hep bu yönde oldu. Buna da devam edeceğim, henüz bir yere gitmiyorum...
Sizlerden, kibarca, hakkımda ajitasyona mahal verecek haber yapılmamasını rica ettim. Gündüz kuşağı programlarının da bu hassas dönemde kararıma saygı duymasını bekledim. Her ne kadar iyi niyetli olduklarını bilsem de, tüm ricalarıma rağmen bu talebim, kaale alınmayarak yayın yapıldı. Bu konudaki hassasiyetimi lütfen ciddiye alın. İznim alınmayarak şahsımla ilgili her türlü basın yoluyla yapılan haber hakkında hukuki tüm haklarımı saklı tuttuğumu belirtirim. Teşekkürler.
Böyle bir metne anca şapka çıkarılır.
Seni seviyoruz Neslican.
İyi haberlerini bekliyoruz...
SANATI ÖZGÜR BIRAKALIM Kİ GELİŞSİN!
CUMHURBAŞKANLIĞI sistemine geçilir geçilmez yayınlanan ilk kararnamelerden biri de Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi’nin özel statüsünün kaldırılması konusunda oldu.
Çok fena. Çok üzücü.
Nedense sanat, bütün iktidarlar tarafından “İlk fırsatta imha edilecekler” listesinde yer alıyor.
Atatürk Kültür Merkezi yıkılmak istendi. Yüksek oranda tepki geldi, yıkılamadı ama bloke edildi. Uzunca bir süre sonra, geçenlerde dümdüz edildi.
Şimdi de Devlet Tiyatroları’yla Devlet Opera ve Balesi’nin, 16 Haziran 1949’da çıkarılan 5441 numaralı yasa gereğince kabul edilen özel statüsü kaldırıldı.
Merak ediyorum, neden acaba her zaman ilk hedeflerden biri sanat?
Muhsin Ertuğrul gibi yerli ve milli bir değer bu kurumun ilk genel müdürüydü.
Üstelik bu müessese, hangi siyasi partiye ve görüşe ait olursa olsun, bu ülke halkının reddettiği bir kurum değil.
Kuruluşundan bu yana dünya kadar oyunu, opera ve baleyi sahneledi ve -rakamlarına bakabilirsiniz- ve dünya kadar Türk insanı o temsilleri büyük bir bölümünü ayakta alkışlayarak izledi.
Hayatta bazı konular genel geçer değildir. Herkesin bilemeyeceği meseleler de vardır hayatta. Bazı şeyler sıkı uzmanlık gerektirir kendi alanında... Bunların en başında da sanat gelir.
Önüne gelen film yönetemez, orkestra idare edemez, oyun sahneye koyamaz. “Bağzı” şeyler özel yetenek gerektirir.
Futbol da öyle değil mi? İşin başında bulunanların futbol hakkında özel bilgisinin olması gerekmiyor mu?
İşin kötüsü, gençler artık konservatuara gitmek istemiyor, veriler öyle diyor. Gençlerin sanata uzak durması hoş bir şey mi? İleride acısını çok çekeriz.
Ben kendi kızımdan biliyorum, zamanında Türkiye’yi onurla temsil eden son derece başarılı nesiller yetiştirmiş konservatuvar, şimdilerde eski cazibesini koruyamıyor. Üzülecek bir konu bu.
Sanat, bir ülkenin gelişmişlik, medenilik ölçüsü. Sanatı güdük kalan bir ülkenin ağzıyla kuş tutsa gelişmiş ülke sıfatına ulaşamayacağı çok açık.
Dünyaya bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız!
Sanatı özgür bırakalım ki, gelişsin, gelişebilsin!
Paylaş