Paylaş
Bayılıyorum sizinle bir konuyu tartışmaya. Anında reaksiyon veriyorsunuz, düşüncelerinizi yazıyorsunuz. Sizin gibi okurlarla, insan sonsuza kadar gazetecilik yapar. O kadar uzun boylu değil tabii, ama benim için gazeteciliği canlı ve diri tutan, kendi merakım dışında, sizin ilginiz, merakınız. Dr. Hakan Çoker röportajı bugün de devam ediyor. Mail’lerin bir kısmını da yayınlıyorum. Ve yeni maceralara yelken açıyoruuum...
- Türkiye’de sezaryen, devlet hastanelerinde yüzde 40-60, özelde yüzde 80-90’lara varıyor. Olması gerekenin iki katı. Ama Amerika ve AB ülkelerindeki de aşağı yukarı öyle. Sadece bizde değil yani...
Evet ama orada itiraz ediyorlar, bağırıyorlar, “Olmaz!” diyorlar, “Bu oranı indirmek zorundayız” diyorlar.
- Sizde bu eğilim neden?
Kadınlar değişiyor, birinci sebep bu, daha “şehirli” oldular. İkinci sebep, yasal olarak doktorların omzunda büyük bir yük var. Ve üçüncüsü, sezaryen şartları çok iyileşti. Çalışan kadın, artık 37-38 yaşında ilk çocuğuna sahip oluyor ve direkt planlı sezaryen istiyor.
- Bir sürü kadın doğumcu tanıyorum hepsinin karısı sezaryenle doğurmuş. Bu kadar muhteşem bir şeyse “doğal doğum”, onlar niye doğal doğurmuyor?
Çünkü diğer meslektaşının riskini almak istemiyor...
- Nasıl yani?
İşlerine geliyor. Kolaylarına geliyor. Bizim tıp eğitimizde “doğal doğum”un önemi hiç anlatılmıyor. “Normal doğum iyidir” deniyor, orada kesiliyor. “Bebekleri doğal doğurtmazsanız ne kaybederler” diye bir konu yok. Ama Avrupa’da var. Gerçi benim eşim de sezaryen oldu...
- Hoppalaaa!
Evet, bundan 11 sene önce. O zamanlar öyle düşünüyordum. Okudukça, eğitim aldıkça düşüncemi değiştirdim. Sezaryen oranlarının bu kadar yüksek olmasının üç sorumlusu var: Aile, çünkü kendini doğuma hazırlamıyor. Doktorlar, çünkü kolayı tercih ediyorlar, zaman sınırı yok, gece kalkmak yok. Üç, Bakanlık. Sağlık Bakanlığı, doktorları sezaryenlerin azalması konusunda uyarıyor ama keşke aileleri eğitse. Biz burada bunu yapıyoruz.
- Bütün bu anlattıklarınız müthiş. Fakat bir taraftan da benim kendi sezaryen deneyimim var. Epidüraldi. Tamamen uyanıktım, her şeyin farkındaydım. Her yaptıklarını anlatıyorlardı. Sevgilim de benimle birlikteydi. Çıkarıp Alya’yı yanıma koydular. Benden ayrılmadı, süt vermemde de bir sorun çıkmadı. Sizin anlattıklarınız bende olmadı. Doğal doğurabilsem daha da müthiş olurdu ama benimki de iyi bir tecrübeydi...
Siz farkında olmadan Türkiye’de oturtmaya çalıştığımız yeni bir konsepten söz ediyorsunuz. Bunun adı “anne ve bebeğe saygılı sezaryen”. Türkiye’de bu tarif ettiğiniz gibi yaşayamazdınız. En basitini, bebeğinizi şöyle bir gösterip götüreceklerdi. Bir sürü hastanede çocuk doktorunu, anestezisti ikna etmeniz gerekiyor, “Bebeğim yanımda kalabilir mi” diye.
Bebeğin ne istediğini nereden biliyoruz?
- Sezaryenlerde bebeğin mutsuz olduğunu nereden biliyorsunuz peki? Araştırmalar mı var? Yoksa siz, kendinizi bebeğin yerine koyup empati mi yapıyorsunuz?
Bir kere gözlemleriniz oluyor. Doğar doğmaz, anne kucağına bıraktığınızda bebekler başlarını kaldırıp hemen anneye bakıyorlar, ancak ondan sonra rahatlıyorlar, kendilerini bırakıyorlar. Aynı yer çünkü, kalp atışı var, anne sesi var, sıcaklığı var, ten teması var. Ben spot filan açmam. “Tak” diye de kordonu asla kesmem. Bebeğin yeni ortama alışmasını beklerim. Pek çok kitap var bu konuda, bebeklerin aslında her şeyi hatırladığı yazılıp çiziliyor, “o an”ı biliyorlar. Şu anda hepimiz çocuklarımızı, “Evet bireydir” diye yetiştiriyoruz ama 20 yıl önce “Anlamıyor henüz, o bir çocuk!” diye yetiştiriyorduk. Bir dönem çocukları canlı canlı sünnet ettik, “Acı duymaz nasıl olsa!” diye. Halbuki ne travmalara yol açmışız. Aynı şekilde “planlı sezaryen”in etkilerini de sonra fark edeceğiz. Artık popoya şaplak vurmak, ayaktan tutmak, bunlar da bitti...
OKURLAR NE DİYOR?
Bırakın, istediğimiz gibi doğuralım!
Sonunda kanayan yarama parmak bastınız. Yeni evlendim ve bu “doğum olayı” yüzünden, hamile kalmaktan deli gibi korkuyorum. Daha doğrusu birileri -bakanlık, doktor, hastane, sigorta vs.- tarafından “normal doğum”a zorlanmaktan korkuyorum. Evet, doğum normal bir eylem. Ama bence, artık biz kadınların anatomisi değişti. Ne antikçağlardaki gibi dağ bayır dolaşabiliyoruz, ne tarla çayır geziyoruz. Artık sadece masa başında oturup, parmaklarımızı klavyenin üzerinde gezdiriyoruz. En azından benim gün boyu yaptığım tek hareket bu. Bence bu tarz açıklamayı yapan hekimlerin kadınların da artık “normal kadınlar” olmadığını göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Ayrıca korkmak, ayıp bir şey mi? Korktuğun için, doğum şekline karar verme hakkın olamaz mı? Korku seviyesi ölçülebiliyor mu? Ben bu korkum yüzünden hamile olmamama rağmen, sırf ihtimal var diye nefes darlığı çekiyorum. Dolayısıyla, bu tarz bir zorlama ile doğum yaptırılırsa, benim psikolojik durumum ne yönde değişecek? Psikolojisi bozulmuş bir anne, bebeğiyle nasıl ilgilenecek? Ben bu tarz açıklamaların aslında anne sağlığından çok, ülkenin sağlık harcamalarının kısılmasını sağlamak amacıyla yapıldığını düşünüyorum. Ailemde, teyzem dışında hiç kimse sezaryenle doğum yapmadı ancak herkesin rahimleri birer birer alınıyor. Hani bu risk sezaryende daha yüksekti? Kadınları bu konuda rahat bırakmalarını diliyorum. İsteyen, istediği doğum yöntemini seçmekte özgür olmalı. (Seza H.T.)
- Biliyorum, ukalalık etmek kolay. Ama korkmayın, “Bu da geçer yahu!” diye düşünün, hem de her olayda, bundan daha güzel bir laf var mı, hamile kalın sevgili Seza ve dilediğiniz gibi doğurun. İnsanları dinlemek, onlara kulak vermek iyi, bazen doğru şeyleri de söylüyor olabilirler ama son kertede, hep ama hep kalbinizin dediğini yapın.
Kendisi doğal doğursun da görelim!
Dr. Hakan Çoker, kendisi bir doğuruversin de görelim, ondan sonra doğal doğuma motivasyon geyiklerini! (Selcen P.)
- Güldüm mailinizi okurken! Ama bu da sizin görüşünüz, yayınlıyorum. Bu arada ben erkeklerin doğum yapabileceğine inanmıyorum, Tanrı’nın bir bildiği vardı neslin devamı için biz kadınları seçerken. Bence o da biliyordu, tabanları yağlayacaklarını...
En küçük insan formu tek hücreli bir zigot
Sezaryen doğum ile ilgili yazınızı okuduk ve çok beğendik.
Bebeğe dokunduğunuzda hissettiklerinizi, “İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu” olarak ifade etmişsiniz. İnsanın, gerçekten en küçük formunu görmek ister misiniz? Ancak dokunamazsınız, çünkü sadece mikroskopla görülebilen tek hücreli bir zigot. Tüp bebek tedavisiyle uğraşan hekimler olarak bizler, insanın en küçük formunun laboratuvarda oluşmasına şahit oluyoruz. Onu gün gün gözlemleyip, sonra da ana rahmine (kutsal kaseye) yerleştiriyoruz. Siz de ne zaman isterseniz merkezimize gelebilir ve bu maceraya tanık olabilirsiniz. (Op. Dr. Aysun G.L.)
- Çok çok isterim. Meğer ben tıbba ne kadar meraklıymışım da haberim yokmuş, İstanbul’da olduğum zaman size arayacağım, şu an Londra’dayım.
Doğal doğum her şeye değer
Hamileliğim boyunca aldığım 20 kiloya rağmen, “doğal doğum”la 4.250 gram ağırlığında, 53 cm. boyunda bir kız çocuğu dünyaya getirdim. Sancılarım süresince, doktoruma sezaryen ile doğurmak için yalvarmama rağmen beni dinlemedi ve ben doğal doğum yapma mucizesini onun sayesinde yaşadım. O günden sonra, hayatımın her günü, doktorumu minnetle anıyorum. Dr. Hakan Çoker çok haklı, “doğal doğum” yapan kadın o doğumdan öyle bir güçle çıkıyor ki, kimse önüne duramıyor. Doğurmak Allah’ın bir lütfu, onu gerçek anlamda yaşamak ise olağanüstü bir duygu. Ağrıymış, sancıymış bunlar gelip geçici. Doğar doğmaz bebeğinizi kucaklamak aslolan. (Aydan A.)
- Aydan Hanım, sizi tebrik ediyorum. Tecrübelerinizin, anlattıklarınızın ve duygularınızın başka anne adaylarına da örnek olmasını diliyorum. İdeali tabii ki doğal doğum, ama korkuyorlarsa, tedirginlerse kendilerini nasıl iyi hissediyorlarsa öyle doğursunlar. Çünkü gelen mail’lerden anlıyorum ki, “doğal doğum”dan feci şekilde korkan inanılmaz çok sayıda kadın var.
Paylaş