Paylaş
Babanızı genç yaşta kaybetmişsiniz. Bu nasıl etkiledi sizi?
- Benim babam intihar etti. Tabii ki çok üzüldüm. Ama çok gururlu bir adamdı. Bunu seçtiği için de saygı duydum...
Bilmiyordum intihar ettiğini. Başınız sağ olsun. Nasıl oldu?
- Bir gün intihar etmeye karar verdi ve etti. Arkasında da bir mektup bıraktı: “Hayatımda alabileceğim her şeyi aldım, verebileceğim her şeyi de verdim. Daha fazla alacağım da, vereceğim de olduğunu düşünmüyorum, Allahaısmarladık...”
Hayatına son verme şekli ne?
- O üzüyor beni, söylemek istemiyorum. Yöntem çok önemli değil.
Siz kaç yaşındaydınız o zaman?
- 16.
İnsan şöyle şeyleri sorgulamıyor mu, “O bir şey seçti ve biz geride kaldık...”
- Sorgulasan ne olur, gitti...
Evet ama bir taraftan da bencillik değil mi? Anneniz bir başına kalıyor. Anlamaya çalıştığım için soruyorum, amacım yargılamak değil...
- Belki bencillik ama kendi seçimi...
Ruhsal bir rahatsızlığı mı vardı...
- Hayır. Çok sayıda insanı iş sahibi yaptı, evlendirdi, düğün yaptı, çok cömert ve çok eli açıktı. Ama varlığı kendi girişimciliğiyle yaptığı bir varlık değildi, babasından kalmıştı. İşlerin başına yönetici koyarak yürütebileceğini düşündü. Olmadı. Yine de kimseye de borç takmadı...
O zaman neden canına kıydı?
- Çünkü iflas etmişti. Borcu vardı. Aileden çok insan, malına mülküne haciz gelmesin diye “Başkalarının üzerine yap” dedi, yapmadı, hepsini sattı. Borcunu ödedi. Sıfır borçla gitti...
Peki anneniz? O ne yaptı?
- Ne yapacak? Üç tane çocukla mücadeleyi sürdürdü. Ben de 16 yaşından itibaren karakalem portre yaparak hayatımı kazandım. Sonra Güzel Sanatlar’da grafik okudum, bugünlere geldim...
İnsan bu kadar büyük bir acı yaşayınca, bundan ötesi var mı?
- Allah kimseye vermesin ama hayat her şeyi öğretiyor insana, her şeyi kabullenir hale getiriyor.
Peki bir dönem bahsini bile etmek istemediği oluyor mu? Bundan utandığı, rahatsız olduğu...
- Asla! Başından beri olmadı. İnsanın kendi hayatına son vermesi kolay bir şey değildir. İntihar, en saygı duyulması gereken şeylerden biri. Bunun alay edilecek bir tarafı yok. Ne doğarken soruyorlar, “Dünyaya gelmek istiyor musun?” diye, ne ölürken soruyorlar “Ölmek istiyor musun?” diye. Birileri kendi kararını veriyor, “Ben gidiyorum” diyor ve gidiyor, buna saygı duymayıp ne yapacaksınız?
En çok kim sarsıldı bu olayda?
- Kız kardeşim. Çünkü babamı o halde ilk o gördü...
Birincisi, alından verilen öpücük, şefkat. İkincisi, elin üstünden verilen öpücük, saygı. Üçüncüsü, yanaktan verilen öpücük, dostluk. Dördüncüsü de, dudaktan verilen öpücük, seks. Bunların dördü de varsa, o ilişki tamamdır, yürür.
Dört öpücük formülü
5 ile 7 yaşında iki erkek çocuğuyla yaşamak nasıl bir şey?
- Eski evliliklerimden 3 çocuğum daha var. 25 ile 5 yaş arasında toplam 5 çocuk. Üçü erkek, ikisi kız. Çocukları çok seviyorum. Dünyada yapabileceğimiz en iyi şey...
Evlilikleriniz ne kadar sürdü?
- Birincisi 10, ikincisi 5 yıl. Üçüncüsü ise 12 yıldır devam ediyor. Ve sonsuza kadar etsin istiyorum. Eğer bin tane hayatım olsa, bininde de Selma’yı isterim. Önce iş arkadaşımdı, sonra eşim oldu. İşle ilgili başarıyı paylaştık, başarısızlığı da, hayata dair konuştuk, sohbet ettik. Ben zaten “4 Ö formülü”ne inanıyorum.
Nedir o?
- “4 öpücük formülü.” Birincisi, alından verilen öpücük, şefkat. İkincisi, elin üstünden verilen öpücük, saygı. Üçüncüsü, yanaktan verilen öpücük, dostluk. Dördüncüsü de, dudaktan verilen öpücük, seks. Bunların dördü de varsa, o ilişki tamamdır, yürür. İki tarafın da ihtiyacı var bu 4 öğeye. O dostluk bacağını da kurabilmeniz çok önemli. Üç bacaklı bir sandalyede bir süre oturabilirsiniz ama bir bacak daha yıpranır koparsa, iki bacaklı sandalyede Süleyman Demirel bile oturamaz!
Var mı böyle başka tespitiniz...
- Var, var. Toyluk yıllarımızda genellikle, bize benzemeyen karakterdeki insanları çekici buluruz. Artı, eksi kutbu çeker. Ne var ki, zıt karakterde biriyle beraber yaşamak çok zor oluyor. Yaş ilerledikçe daha akıllı tercihler yapıyorsunuz ve kendinize benzeyen insanlarla birlikte oluyorsunuz. Bunun daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Biz, romanlarda ve sinemadaki aşklarda hep şunu gördük: Büyük zorluklara karşı birlikte mücadele veriyorlar, sonunda da birleşiyorlar. Nokta. Orada bitiyor film ya da roman. İyi de, birlikte nasıl beraber yaşanacağı, birlikte nasıl mutlu olunacağı hususuna kimse değinmiyor. Dolayısıyla biz, o flört kısmını iyi becerip, ondan sonra çuvallıyoruz!
Eşinizle, her gün, aynı evden aynı işyerine geliyorsunuz. Bu zor değil mi?
- Çocukluk hastalıklarını atlattığınız zaman beraber çalışmak hiç problem olmuyor. Birkaç sene önce Singapur’a gittik, iki hafta kaldık, Selma, “Ne fena dönüşte ayrılacağız!” dedi, “Hayrola, boşanıyor muyuz!” dedim, “Hayır sen farklı odada, ben farklı odada, sen farklı toplantıda, ben farklı toplantıda olacağım” dedi, hâlâ bu haldeyiz biz.
Güle güle Meral Okay
Meral Okay da gitti.
Dünyanın en tatlı, en kimselere benzemeyen kadınlarından biriydi. Bir tarafı sosyal, bir tarafı tek başına. Bir tarafı müthiş matrak, esprili, eğlenceli, bir tarafı hüzünlü. Ama başı hep dik. Bir sürü şahane işe imza attı. 2004’te uzuuun bir söyleşi yaptık. Onun, sevdiği adamı anlatma biçimi çok hoşuma gitmişti, “En zoru, ölü bir erkeğe âşık olmak” demişti. İnsanın içini yakan bir anlatma biçimiydi.
Bir de “Yakılmak istiyorum” demişti. “Çünkü ben toprak sevmem, su severim, öldüğümde beni yaksınlar, küllerimi de Gökova’ya bıraksınlar.” Dün sabah o çok sevdiği adama kavuştu. Buluştuklarına, el ele tutuştuklarına eminim.
HAMİŞ: 93’te kanserden kaybettiği eşi Yaman Okay’la bir çocukları olabilseydi, adı bile hazırmış: Hayat... Hayat böyle işte...
Paylaş